Yazarlarin Biyografileri
2 posters
5 sayfadaki 7 sayfası
5 sayfadaki 7 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İlhan Özkeseci
1955 yılında Kayseri’de doğan İlhan Özkeçeci, 1980 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akadamisi, Yüksek Dekoratif Sanatlar Bölüm’ünden mezun oldu. Hattat Kemal Batanay’dan rika’a hattı meşketti. 1997’de sülüsnesih dallarında hattat Hasan Çelebi’den hat icazetnamesi aldı. 1983-1995 yılları arasında Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde okutman olarak görev yaptı. 1991 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde Geleneksel Türk El Sanatları Tezhip ve Süsleme Ana sanatı dalında “Sanatta Yeterlilik” ünvanını aldı. 1995 yılında Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’ne Yardımcı Doçent olarak atandı. 1996 yılında Tezhip Anasanat dalında Doçent oldu. Halen Bölüm Başkanlığı görevini sürdüren sanatçı, biri Türk tezhip sanatı hakkında olmak üzere dört kitap yayınladı.
HAKKINDA YAZILANLAR
Gözde klâsik
Türkiye 28 Mart 2001
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından Yıldız Sarayı Çit Kasrı’nda, İlhan Özkeçeci’nin birbirinden güzel 55 eserinin yer aldığı klasik sanatlar sergisi büyük ilgi görüyor. Mekanla, hat ve tezhip eserlerinin uyumu sergiye ayrı bir güzellik katıyor. Eserler, “Güzel yazıda fıtrat gibi bir temizlik vardır. Bu temizliğe, kibirli vicdanlar, bozuk ruhlar el süremez; ancak uzaktan bakmağa mecbur kalırlar. Bu hal, düşünen bîr gönül için ne manîdardır” sözünü getiriyor akıllara. Sanki nefsin bütün kötülüklerinde arınıyor insan, yeni doğmuş bir çocuğun saf dünyasından içeri adım atıyor, çünkü burası başka bir alem, sadece güzelliklerin olduğu, Allah kelamının sanatla birleştiği yerde eşsiz bir mekan.
Gelecekten ümitli
“Kur’an Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye bir söz vardır. Bu sergi, sözü doğrular nitelikte. “Nerede o eski hat ustaları” diyenler görmeli bu sergiyi, İlhan hoca gerçekten bu sanatı layıkı ile icra edenlerden.. Üniversitede öğretim üyesi olması dolayısıyla işin akademik yönü ve geleceği de onu yakinen ilgilendiriyor. Hat ve tezhip sanatının hala arzu edilen yere bir türlü oturamaması onu çok üzüyor. Ama geleçekten umutlu, çünkü onun bu sanatı ilelebet yaşatacak vefakar öğrencileri var.
Değişik arayışlar
İlhan Özkeçeci sergide yer alan eserleri hakkında şunları söylüyor:
“Türk sanatının çağlar öncesinde yaşadığı parlak dönemler insanı tanımak, onun ruh dünyasına ses vermek, ışık getirmek açısından çok önemlidir. İnsan eğitiminde önemli bir yeri olan sanatın toplumlarda değişik şekillerde kendini göstermekle beraber Türk klasik sanatının temel değerlerinde ortaya çıkan güzellikler bugün de bizleri aydınlatmalı, iç dünyamıza güzellikler katmalıdır. Tabidir ki, sanat eğitiminde ondan yararlanmak kendimizden de bazı çizgiler katmak gerekir. Bu sergideki eserler, Türk hat ve tezhip sanatımızın klasik çizgilerinden hareketle değişik arayışlara giden çeşitli yorumlarla yeni yeni anlayışların habercisi gibidir.”
Sergi, Yıldız Sarayı-Çift Kasrı’ndaki hat ve tezhip sergisi, 6 Nisan tarihine kadar gezilebilecek.
1955 yılında Kayseri’de doğan İlhan Özkeçeci, 1980 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akadamisi, Yüksek Dekoratif Sanatlar Bölüm’ünden mezun oldu. Hattat Kemal Batanay’dan rika’a hattı meşketti. 1997’de sülüsnesih dallarında hattat Hasan Çelebi’den hat icazetnamesi aldı. 1983-1995 yılları arasında Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde okutman olarak görev yaptı. 1991 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde Geleneksel Türk El Sanatları Tezhip ve Süsleme Ana sanatı dalında “Sanatta Yeterlilik” ünvanını aldı. 1995 yılında Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’ne Yardımcı Doçent olarak atandı. 1996 yılında Tezhip Anasanat dalında Doçent oldu. Halen Bölüm Başkanlığı görevini sürdüren sanatçı, biri Türk tezhip sanatı hakkında olmak üzere dört kitap yayınladı.
HAKKINDA YAZILANLAR
Gözde klâsik
Türkiye 28 Mart 2001
İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından Yıldız Sarayı Çit Kasrı’nda, İlhan Özkeçeci’nin birbirinden güzel 55 eserinin yer aldığı klasik sanatlar sergisi büyük ilgi görüyor. Mekanla, hat ve tezhip eserlerinin uyumu sergiye ayrı bir güzellik katıyor. Eserler, “Güzel yazıda fıtrat gibi bir temizlik vardır. Bu temizliğe, kibirli vicdanlar, bozuk ruhlar el süremez; ancak uzaktan bakmağa mecbur kalırlar. Bu hal, düşünen bîr gönül için ne manîdardır” sözünü getiriyor akıllara. Sanki nefsin bütün kötülüklerinde arınıyor insan, yeni doğmuş bir çocuğun saf dünyasından içeri adım atıyor, çünkü burası başka bir alem, sadece güzelliklerin olduğu, Allah kelamının sanatla birleştiği yerde eşsiz bir mekan.
Gelecekten ümitli
“Kur’an Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye bir söz vardır. Bu sergi, sözü doğrular nitelikte. “Nerede o eski hat ustaları” diyenler görmeli bu sergiyi, İlhan hoca gerçekten bu sanatı layıkı ile icra edenlerden.. Üniversitede öğretim üyesi olması dolayısıyla işin akademik yönü ve geleceği de onu yakinen ilgilendiriyor. Hat ve tezhip sanatının hala arzu edilen yere bir türlü oturamaması onu çok üzüyor. Ama geleçekten umutlu, çünkü onun bu sanatı ilelebet yaşatacak vefakar öğrencileri var.
Değişik arayışlar
İlhan Özkeçeci sergide yer alan eserleri hakkında şunları söylüyor:
“Türk sanatının çağlar öncesinde yaşadığı parlak dönemler insanı tanımak, onun ruh dünyasına ses vermek, ışık getirmek açısından çok önemlidir. İnsan eğitiminde önemli bir yeri olan sanatın toplumlarda değişik şekillerde kendini göstermekle beraber Türk klasik sanatının temel değerlerinde ortaya çıkan güzellikler bugün de bizleri aydınlatmalı, iç dünyamıza güzellikler katmalıdır. Tabidir ki, sanat eğitiminde ondan yararlanmak kendimizden de bazı çizgiler katmak gerekir. Bu sergideki eserler, Türk hat ve tezhip sanatımızın klasik çizgilerinden hareketle değişik arayışlara giden çeşitli yorumlarla yeni yeni anlayışların habercisi gibidir.”
Sergi, Yıldız Sarayı-Çift Kasrı’ndaki hat ve tezhip sergisi, 6 Nisan tarihine kadar gezilebilecek.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İlyas Kamalovİlyas Kamalov 17 Şubat 1978’de Rusya’nın Ulyanovsk şehrinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ulyanovsk’ta tamamladıktan sonra 1996 yılında Türkiye’ye geldi. Bir yıl Türkçe öğreniminden sonra 1997 yılında girdiği üniversite sınavında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü’nü kazanarak üniversite öğrenimini 2001 yılında başarıyla tamamladı. 2001 yılında Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Ortaçağ Ana Bilim Dalında Yüksek Lisansa başladı ve 2003 tarihinde Altın Orda-İlhanlı Münasebetleri adlı tezini başarıyla savunarak, aynı yıl içerisinde Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün Ortaçağ Tarihi Bölümünde Doktora programına başlamıdı.
Ana dili Tatarca’dan başka Rusça ve İngilizce dillerini bilen Kamalov’un bugüne kadar biri tercüme olmak üzere üç kitabı yayınlanmıştır. Ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde de ondan fazla yayınlanmış makalesi bulunmaktadır.
Yayınlar:
Kitaplar:
Moğollar’ın Kafkasya Politikası, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2003.
KGB’den Devlet Başkanlığına Vladimir Putin, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2004.
Çeviri Kitaplar:
R. Fahreddin, Altın Ordu ve Kazan Hanları, Kaknüs, İstanbul 2002.
Makaleler:
Moğol İstilâsı ve Anadolu Kültürüne Tesirleri, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, No:140, Eylül-Ekim 2002.
Altın Orda Devleti’nin Adı Üzerine, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, No:141, Kasım-Aralık 2002.
Yabancı Kişi (Tatarlar), Tarih ve Düşünce,
Doğu ile Batı Arasında Ukrayna: Parçalanmaya Doğru İlk Adım Atıldı mı ?, Stratejik Analiz, Temmuz 2004, No. 51.
NATO ve AB’nin Genişlemesi Çemberinde Rusya Federasyonu: Soğuk Savaş Devam mı Ediyor ?, Stratejik Analiz, Eylül 2004, No. 53.
NATO, Rusya Federasyonu’nun Çember Altına mı Alıyor ?, Yankı, Haziran 2004, No.1017.
Ana dili Tatarca’dan başka Rusça ve İngilizce dillerini bilen Kamalov’un bugüne kadar biri tercüme olmak üzere üç kitabı yayınlanmıştır. Ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde de ondan fazla yayınlanmış makalesi bulunmaktadır.
Yayınlar:
Kitaplar:
Moğollar’ın Kafkasya Politikası, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2003.
KGB’den Devlet Başkanlığına Vladimir Putin, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2004.
Çeviri Kitaplar:
R. Fahreddin, Altın Ordu ve Kazan Hanları, Kaknüs, İstanbul 2002.
Makaleler:
Moğol İstilâsı ve Anadolu Kültürüne Tesirleri, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, No:140, Eylül-Ekim 2002.
Altın Orda Devleti’nin Adı Üzerine, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, No:141, Kasım-Aralık 2002.
Yabancı Kişi (Tatarlar), Tarih ve Düşünce,
Doğu ile Batı Arasında Ukrayna: Parçalanmaya Doğru İlk Adım Atıldı mı ?, Stratejik Analiz, Temmuz 2004, No. 51.
NATO ve AB’nin Genişlemesi Çemberinde Rusya Federasyonu: Soğuk Savaş Devam mı Ediyor ?, Stratejik Analiz, Eylül 2004, No. 53.
NATO, Rusya Federasyonu’nun Çember Altına mı Alıyor ?, Yankı, Haziran 2004, No.1017.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İmam-ı Malik
Adı, Doğumu ve Yetişmesi
Hem hadis hem de fıkıh ilminde önemli yeri olan ve Müslümanlar arasında en çok yayılan dört fıkıh mezhebinden de birinin imamı olarak bilinen İmam Malik'in tam adı Malik ibnu Enes ibni Malik ibni Ebi Amir el-Asbahi'dir. Künyesi Ebu Abdillah'tır. Medi-ne'de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak yaygın olan rivayete göre h. 93 (M. 711 - 712) yılında doğmuştur. Ailesi Yemen asıllıdır. Dedesi Malik ibnu Ebi A-mir'in Yemen valisinden zulüm görmesi sebebiyle Medine'ye hicret ettiği rivayet edilir. İbnu Hacer el-Askalani, el-İsabe adlı eserinde dedesinin babası olan Ebu Amir'in sahabeden olduğunu dile getirir. Daha başka kaynaklarda da onun ashabdan olduğu ve Bedir savaşı hariç Resulullah (s.a.s.)'ın birçok ileri gelen sa-vaşına katıldığı bildirilmiştir. Malik ibnu Enes, çocukluk yaşlarında Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu. Kur'an-ı Kerim'i ez-berledikten sonra Resulullah (s.a.s.)'ın hadislerini ez-berlemeye ve bu alanda ilim tahsil etmeye başladı. İlmi tahsiline Medine'nin ileri gelen alimlerinden ders alarak başladı. Bunların başında da uzun süre kendi-sinden ders almış olduğu Abdurrahman ibnu Hurmuz gelmektedir. Onun yanı sıra Rabia ibnu Abdirrahman, İbnu Şihab ez-Zuhri, Ebu Zinad, Yahya ibnu Said el-Ensari başta olmak üzere yüz kadar ilim adamından ders almıştır.
Medine, Resulullah (s.a.s.)'ın İslam devletini kur-duğu şehir olduğundan ve İslam ahkamının uygulanı-şına beşiklik ettiğinden ilmi yönden de son derece zengin bir beldeydi. Bu yüzden Malik ibnu Enes de o-rada ilim tahsilinde kendilerinden istifade edebileceği birçok değerli ilim adamı bulabilmiştir. Dolayısıyla Medine dışına pek çıkmamış, ilim öğrenimini de öğ-retimini de orada sürdürmüştür. Hatta bazı rivayetler-de hacc haricinde Medine dışına çıkmadığı bildirilir.
Hadis Aldığı Kişiler
İmam Malik ilim tahsilinde hadis öğrenimine bü-yük önem vermiştir. Bu amaçla birçok kişiden hadis dinlemiştir. Hadis dinlediği kişilerin başta gelenleri i-se şunlardır: Abdullah ibnu Ömer'in kölesi Nafi Mu-hammed ibnu'l-Munkedir, Ebu'z-Zubeyr, İbnu Şihab ez-Zuhri, Amir ibnu Abdillah, Abdullah ibnu Dinar. Bunlardan Nafi ibnu'l-Muktedir'den aynı zamanda Hz. Ömer (r.a.)'in ve Abdullah ibnu Ömer'in fetvala-rını öğrenmiştir.
Malik ibnu Enes, ilim hayatında Medine dışına pek çıkmadığından ve diğer bazı muhaddisler gibi i-lim seyahatlerinde bulunmadığından kendilerinden hadis aldığı kişiler genellikle Medineliydiler.
Kendilerinden hadis naklettiği kişilerin sika (gü-venilir), zühd ve takva sahibi olmalarına dikkat ettiği gibi aynı zamanda hadis ehlinden olmalarına da dik-kat ederdi. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle di-le getirmiştir: "(Mescidi Nebevi'nin sütunlarını gös-tererek) Şu sütunların dibinde, "Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi" diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki beytulmal kendilerine emanet edilecek kadar güvenilir kişilerdi. Fakat onların hiçbiri buna (kendilerinden hadis alın-maya) ehil değillerdi."
İlimdeki Metodu ve Yeri
İmam Malik, hocalarından İbnu Şihab ez-Zuhri ve Rabia ibnu Abdirrahman'a ders verip veremeyeceğini sormuş ve onların olumlu cevap vermelerinden sonra ders ve fetva vermeye başlamıştır. Onun bu hareketi bir tür icazet alma niteliği taşıyordu.
Malik ibnu Enes, bir hadis alimi olmasının yanı sıra aynı zamanda ünlü bir fıkıh alimi ve mezhep imamıy-dı. Kitap ve sünnetten hüküm çıkarmada ün kazanmış-tı. Bunun yanı sıra cerh ve ta'dil ilminde yani ravilerin rivayetlerinde ne derece güvenilir olduklarının belir-lenmesinde, kimlerin rivayetlerinin delil olup kimleri-ninkinin olamayacağının tespitinde de maharetli ve ge-niş bilgi sahibiydi. Hatta cerh ve tadil ilminin birçok kuralının onun tarafından konulduğu nakledilir.
İlmi çalışmalarını genellikle Medine'de yürüttü-ğünden İmamu Dari'l-Hicre (Hicret Yurdunun İmamı) diye anılır. Hadisleri ve sahabilerden nakledilen söz ve fiilleri (eserleri) tasnifatının yanı sıra fıkhi konu-larda fetva vermekle de meşgul oldu. Fetva verirken yavaş ve dikkatli hareket eder, mesele üzerinde etraf-lıca düşünürdü. Bazen soru soran kişiyi geri gönderir konu üzerinde araştırma yaparak bir neticeye vardık-tan sonra görüş bildirirdi. Resulullah (s.a.s.)'ın sünne-tinden sapacağı veya farazi meseleleri gündeme ge-tirmede bir aşırılığın kapısını açabileceği korkusuyla vukua gelmemiş farazi meseleler hakkında görüş bil-dirmekten kaçınırdı. Nitekim sonraki dönemlerde ilim adamları bazen farazi meselelerle ilgili görüşler beyan etmekten vukua gelmiş konularla ilgilenmeye vakit bulamayacak kadar bu konuda ileri gitmişlerdir.
Kendi Medine'den çıkmadıysa da hacc için Hi-caz'a giden ve bu vesileyle Medine'yi ziyaret eden pek çok ilim adamıyla görüşmüş, onlarla ilmi meselelerde sohbetler yapmıştır. Bu çerçevede İmamı Azam Ebu Hanife'yle de görüşmeleri olmuştur. Onun dışında da çağının ileri gelen pek çok ilim adamıyla görüşme ve fikir alış verişinde bulunma fırsatı elde etmiştir.
Sünnete Bağlılığı ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e Saygısı
İmam Malik sünnete son derece bağlı biriydi. Hz. Peygamber (s.a.s.)'e de ileri derecede saygılıydı. Yaş-landığı zamanlarda bile Medine'de herhangi bir hay-vana binmez ve: "Allah'ın peygamberinin medfun ol-duğu bu şehirde ben hayvana binmem" derdi. Hadis rivayet edeceği zaman önce abdest alır, temiz ve yeni elbiseler giyer, güzel kokular sürünür sonra büyük bir saygı ve vakar içinde hadisi naklederdi.
Şemaili ve Kişiliği
İmam Malik, heybetli biriydi. Takva ve vakarı bu heybetine manevi bir hava da katıyordu. Hafızası çok güçlüydü. Çoğu zaman dinlediklerini bir dinlemede ezberleyebiliyordu. Zühd ve takvasıyla ün kazanmış biriydi. İlmi öğrenme ve öğretme işinde herhangi bir maddi çıkar gözetmemiş sadece Allah'ın rızasını ara-mıştı. İlmin bir nur olduğunu ancak bu nurun sadece kalbini takva ve ihlasla doldurmuş kimselerin gönül-lerine yerleşebileceğini söylerdi. İhtilaflı mevzularda insanlarla tartışmaya girmekten kaçınır ve bu tür tar-tışmaların kin ve nefret sebebi olacağını söylerdi. O-nun döneminde yaşamış pek çok ilim adamı kendi-sinden övgüyle söz etmişlerdir.
Vefatı
İmam Malik ibnu Enes, h. 179 (m. 795) yılında, 85 yaşındayken Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi.
el-Muvatta
İmam Malik'in el-Muvatta adlı hadis kitabı bu a-landa yazılmış temel kaynaklardan biri olduğu gibi aynı zamanda günümüze kadar gelen hadis kaynakları arasında ilk tedvin edileni niteliği taşımaktadır. On-dan önce tedvin edilen hadis eserleri de genellikle ha-dis sahifesi niteliği taşıyan küçük çaplı eserlerdi. el-Muvatta, Kutubi Tis'a (dokuz temel hadis kaynağı) a-rasında yer almaktadır. (Kutubi Tis'a, Kutubi Sitte'ye ek olarak, İmam Ahmed'in Müsned'ini, Darimi'nin Sünen'ini ve İmam Malik'in Muvatta'ını içerir.)
Daha önceki yazılarımızda hadis kitaplarının ted-vin şekillerine göre tasnif edildiğini söylemiştik. İ-mam Malik'in Muvatta'ı konulara göre (ale'l-ebvab) tasnif edilmiş hadis kaynakları arasında yer almakta-dır. Ancak cami'ler grubuna girecek kadar kapsamlı değildir. Sünen'ler gibi sadece fıkhi konulara da mün-hasır kılınmamıştır.
Rivayete göre İmam Malik önce on bin hadis ihti-va eden bir kitap oluşturdu. Ancak her yıl kitabını ye-niden gözden geçirerek bazı hadisleri çıkarıyordu. Sonuçta elimizdeki, 1720 hadis ihtiva eden eser kaldı. Kitapta Resulullah (s.a.s.)'dan nakledilen merfu ha-dislerin yanı sıra sahabe ve tabiinden nakledilen mursel, maktu ve mevkuf eserler de yer almaktadır. Muvatta şarihi Zürkani'nin tespitlerine göre bu eserde yer alan rivayetlerin 600'ü merfu, 222'si mursel, 613'ü mevkuf, 285'i maktu'dur. Ancak bunların 4'ü dışında hepsi muttasıldır. (Bu terimlerin açıklaması hakkında dergimizin 24. sayısının 39. sayfasına bakabilirsiniz.) İ-mam Malik'in senedlerini tam olarak vermediği 61 riva-yetin 4'ü dışında kalanlarının senedlerini İbnu Abdilberr ortaya çıkarmıştır. İbnu Abdilberr, Muvatta'nın mursel ve munkatı hadislerinin muttasıl rivayetleriyle ilgili bir kitap da yazmıştır. Bu yüzden Muvatta, en sahih hadis kaynakları arasında zikredilmiştir.
Muvatta'nın en meşhur ravisi Yahya ibnu Yahya'-dır. Ancak onun dışında 15 kişi daha Muvatta'yı İ-mam Malik'ten rivayet etmiştir. Bu yüzden Muvatta'-nın 16 ayrı rivayeti bulunmaktadır. Ancak bugün yay-gın olan nüsha Yahya ibnu Yahya'nın rivayet etmiş olduğu nüshadır.
Muvatta'ya birçok şerh yazılmıştır. Bunların ba-şında İmam Zurkani'nin yazdığı şerh gelir. İmam Su-yuti de, Tenviru'l-Hevalik adlı bir şerh yazmıştır. Ebu'l-Velid Süleyman ibnu Halef el-Baci de el-Mun-teka adıyla bir şerh yazmıştır.
Adı, Doğumu ve Yetişmesi
Hem hadis hem de fıkıh ilminde önemli yeri olan ve Müslümanlar arasında en çok yayılan dört fıkıh mezhebinden de birinin imamı olarak bilinen İmam Malik'in tam adı Malik ibnu Enes ibni Malik ibni Ebi Amir el-Asbahi'dir. Künyesi Ebu Abdillah'tır. Medi-ne'de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak yaygın olan rivayete göre h. 93 (M. 711 - 712) yılında doğmuştur. Ailesi Yemen asıllıdır. Dedesi Malik ibnu Ebi A-mir'in Yemen valisinden zulüm görmesi sebebiyle Medine'ye hicret ettiği rivayet edilir. İbnu Hacer el-Askalani, el-İsabe adlı eserinde dedesinin babası olan Ebu Amir'in sahabeden olduğunu dile getirir. Daha başka kaynaklarda da onun ashabdan olduğu ve Bedir savaşı hariç Resulullah (s.a.s.)'ın birçok ileri gelen sa-vaşına katıldığı bildirilmiştir. Malik ibnu Enes, çocukluk yaşlarında Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu. Kur'an-ı Kerim'i ez-berledikten sonra Resulullah (s.a.s.)'ın hadislerini ez-berlemeye ve bu alanda ilim tahsil etmeye başladı. İlmi tahsiline Medine'nin ileri gelen alimlerinden ders alarak başladı. Bunların başında da uzun süre kendi-sinden ders almış olduğu Abdurrahman ibnu Hurmuz gelmektedir. Onun yanı sıra Rabia ibnu Abdirrahman, İbnu Şihab ez-Zuhri, Ebu Zinad, Yahya ibnu Said el-Ensari başta olmak üzere yüz kadar ilim adamından ders almıştır.
Medine, Resulullah (s.a.s.)'ın İslam devletini kur-duğu şehir olduğundan ve İslam ahkamının uygulanı-şına beşiklik ettiğinden ilmi yönden de son derece zengin bir beldeydi. Bu yüzden Malik ibnu Enes de o-rada ilim tahsilinde kendilerinden istifade edebileceği birçok değerli ilim adamı bulabilmiştir. Dolayısıyla Medine dışına pek çıkmamış, ilim öğrenimini de öğ-retimini de orada sürdürmüştür. Hatta bazı rivayetler-de hacc haricinde Medine dışına çıkmadığı bildirilir.
Hadis Aldığı Kişiler
İmam Malik ilim tahsilinde hadis öğrenimine bü-yük önem vermiştir. Bu amaçla birçok kişiden hadis dinlemiştir. Hadis dinlediği kişilerin başta gelenleri i-se şunlardır: Abdullah ibnu Ömer'in kölesi Nafi Mu-hammed ibnu'l-Munkedir, Ebu'z-Zubeyr, İbnu Şihab ez-Zuhri, Amir ibnu Abdillah, Abdullah ibnu Dinar. Bunlardan Nafi ibnu'l-Muktedir'den aynı zamanda Hz. Ömer (r.a.)'in ve Abdullah ibnu Ömer'in fetvala-rını öğrenmiştir.
Malik ibnu Enes, ilim hayatında Medine dışına pek çıkmadığından ve diğer bazı muhaddisler gibi i-lim seyahatlerinde bulunmadığından kendilerinden hadis aldığı kişiler genellikle Medineliydiler.
Kendilerinden hadis naklettiği kişilerin sika (gü-venilir), zühd ve takva sahibi olmalarına dikkat ettiği gibi aynı zamanda hadis ehlinden olmalarına da dik-kat ederdi. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle di-le getirmiştir: "(Mescidi Nebevi'nin sütunlarını gös-tererek) Şu sütunların dibinde, "Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi" diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki beytulmal kendilerine emanet edilecek kadar güvenilir kişilerdi. Fakat onların hiçbiri buna (kendilerinden hadis alın-maya) ehil değillerdi."
İlimdeki Metodu ve Yeri
İmam Malik, hocalarından İbnu Şihab ez-Zuhri ve Rabia ibnu Abdirrahman'a ders verip veremeyeceğini sormuş ve onların olumlu cevap vermelerinden sonra ders ve fetva vermeye başlamıştır. Onun bu hareketi bir tür icazet alma niteliği taşıyordu.
Malik ibnu Enes, bir hadis alimi olmasının yanı sıra aynı zamanda ünlü bir fıkıh alimi ve mezhep imamıy-dı. Kitap ve sünnetten hüküm çıkarmada ün kazanmış-tı. Bunun yanı sıra cerh ve ta'dil ilminde yani ravilerin rivayetlerinde ne derece güvenilir olduklarının belir-lenmesinde, kimlerin rivayetlerinin delil olup kimleri-ninkinin olamayacağının tespitinde de maharetli ve ge-niş bilgi sahibiydi. Hatta cerh ve tadil ilminin birçok kuralının onun tarafından konulduğu nakledilir.
İlmi çalışmalarını genellikle Medine'de yürüttü-ğünden İmamu Dari'l-Hicre (Hicret Yurdunun İmamı) diye anılır. Hadisleri ve sahabilerden nakledilen söz ve fiilleri (eserleri) tasnifatının yanı sıra fıkhi konu-larda fetva vermekle de meşgul oldu. Fetva verirken yavaş ve dikkatli hareket eder, mesele üzerinde etraf-lıca düşünürdü. Bazen soru soran kişiyi geri gönderir konu üzerinde araştırma yaparak bir neticeye vardık-tan sonra görüş bildirirdi. Resulullah (s.a.s.)'ın sünne-tinden sapacağı veya farazi meseleleri gündeme ge-tirmede bir aşırılığın kapısını açabileceği korkusuyla vukua gelmemiş farazi meseleler hakkında görüş bil-dirmekten kaçınırdı. Nitekim sonraki dönemlerde ilim adamları bazen farazi meselelerle ilgili görüşler beyan etmekten vukua gelmiş konularla ilgilenmeye vakit bulamayacak kadar bu konuda ileri gitmişlerdir.
Kendi Medine'den çıkmadıysa da hacc için Hi-caz'a giden ve bu vesileyle Medine'yi ziyaret eden pek çok ilim adamıyla görüşmüş, onlarla ilmi meselelerde sohbetler yapmıştır. Bu çerçevede İmamı Azam Ebu Hanife'yle de görüşmeleri olmuştur. Onun dışında da çağının ileri gelen pek çok ilim adamıyla görüşme ve fikir alış verişinde bulunma fırsatı elde etmiştir.
Sünnete Bağlılığı ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e Saygısı
İmam Malik sünnete son derece bağlı biriydi. Hz. Peygamber (s.a.s.)'e de ileri derecede saygılıydı. Yaş-landığı zamanlarda bile Medine'de herhangi bir hay-vana binmez ve: "Allah'ın peygamberinin medfun ol-duğu bu şehirde ben hayvana binmem" derdi. Hadis rivayet edeceği zaman önce abdest alır, temiz ve yeni elbiseler giyer, güzel kokular sürünür sonra büyük bir saygı ve vakar içinde hadisi naklederdi.
Şemaili ve Kişiliği
İmam Malik, heybetli biriydi. Takva ve vakarı bu heybetine manevi bir hava da katıyordu. Hafızası çok güçlüydü. Çoğu zaman dinlediklerini bir dinlemede ezberleyebiliyordu. Zühd ve takvasıyla ün kazanmış biriydi. İlmi öğrenme ve öğretme işinde herhangi bir maddi çıkar gözetmemiş sadece Allah'ın rızasını ara-mıştı. İlmin bir nur olduğunu ancak bu nurun sadece kalbini takva ve ihlasla doldurmuş kimselerin gönül-lerine yerleşebileceğini söylerdi. İhtilaflı mevzularda insanlarla tartışmaya girmekten kaçınır ve bu tür tar-tışmaların kin ve nefret sebebi olacağını söylerdi. O-nun döneminde yaşamış pek çok ilim adamı kendi-sinden övgüyle söz etmişlerdir.
Vefatı
İmam Malik ibnu Enes, h. 179 (m. 795) yılında, 85 yaşındayken Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi.
el-Muvatta
İmam Malik'in el-Muvatta adlı hadis kitabı bu a-landa yazılmış temel kaynaklardan biri olduğu gibi aynı zamanda günümüze kadar gelen hadis kaynakları arasında ilk tedvin edileni niteliği taşımaktadır. On-dan önce tedvin edilen hadis eserleri de genellikle ha-dis sahifesi niteliği taşıyan küçük çaplı eserlerdi. el-Muvatta, Kutubi Tis'a (dokuz temel hadis kaynağı) a-rasında yer almaktadır. (Kutubi Tis'a, Kutubi Sitte'ye ek olarak, İmam Ahmed'in Müsned'ini, Darimi'nin Sünen'ini ve İmam Malik'in Muvatta'ını içerir.)
Daha önceki yazılarımızda hadis kitaplarının ted-vin şekillerine göre tasnif edildiğini söylemiştik. İ-mam Malik'in Muvatta'ı konulara göre (ale'l-ebvab) tasnif edilmiş hadis kaynakları arasında yer almakta-dır. Ancak cami'ler grubuna girecek kadar kapsamlı değildir. Sünen'ler gibi sadece fıkhi konulara da mün-hasır kılınmamıştır.
Rivayete göre İmam Malik önce on bin hadis ihti-va eden bir kitap oluşturdu. Ancak her yıl kitabını ye-niden gözden geçirerek bazı hadisleri çıkarıyordu. Sonuçta elimizdeki, 1720 hadis ihtiva eden eser kaldı. Kitapta Resulullah (s.a.s.)'dan nakledilen merfu ha-dislerin yanı sıra sahabe ve tabiinden nakledilen mursel, maktu ve mevkuf eserler de yer almaktadır. Muvatta şarihi Zürkani'nin tespitlerine göre bu eserde yer alan rivayetlerin 600'ü merfu, 222'si mursel, 613'ü mevkuf, 285'i maktu'dur. Ancak bunların 4'ü dışında hepsi muttasıldır. (Bu terimlerin açıklaması hakkında dergimizin 24. sayısının 39. sayfasına bakabilirsiniz.) İ-mam Malik'in senedlerini tam olarak vermediği 61 riva-yetin 4'ü dışında kalanlarının senedlerini İbnu Abdilberr ortaya çıkarmıştır. İbnu Abdilberr, Muvatta'nın mursel ve munkatı hadislerinin muttasıl rivayetleriyle ilgili bir kitap da yazmıştır. Bu yüzden Muvatta, en sahih hadis kaynakları arasında zikredilmiştir.
Muvatta'nın en meşhur ravisi Yahya ibnu Yahya'-dır. Ancak onun dışında 15 kişi daha Muvatta'yı İ-mam Malik'ten rivayet etmiştir. Bu yüzden Muvatta'-nın 16 ayrı rivayeti bulunmaktadır. Ancak bugün yay-gın olan nüsha Yahya ibnu Yahya'nın rivayet etmiş olduğu nüshadır.
Muvatta'ya birçok şerh yazılmıştır. Bunların ba-şında İmam Zurkani'nin yazdığı şerh gelir. İmam Su-yuti de, Tenviru'l-Hevalik adlı bir şerh yazmıştır. Ebu'l-Velid Süleyman ibnu Halef el-Baci de el-Mun-teka adıyla bir şerh yazmıştır.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İnci Aral
Denizli’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümünü bitirdi. Edebiyat dünyasına 1977’de dergilerde yayınlanan öyküleriyle girdi. 1979’da Ağda Zamanı adlı kitabında topladığı ilk öyküleriyle 1980 Akademi Kitabevi İlk Kitap Öykü Başarı Ödülü’nü aldı. Kahramanmaraş toplumsal olaylarını konu alan ikinci kitabı Kıran Resimleri 1983’te yayınlandı, Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü kazandı, 1989’da Fransızca’ya çevrilip Fransa’da yayınlandı.
ESERLERİ
Uykusuzlar ve Sevginin Eşsiz Kışı yazarın öteki öykü kitaplarıdır. İlk romanı Ölü Erkek Kuşlar, 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. Yeni Yalan Zamanlar 1994’te, Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm 1997’de, İçimden Kuşlar Göçüyor 1998’de yayınlandı. İnci Aral, öykü ve romanlarında genellikle kadın-erkek ilişkilerini, sevgiyi, kadın kimliğini, bağlılık ve özgürlük sorunlarını, insan ilişkilerini irdeleyen bir yazardır.
İnci Aral’ın Gölgede Kırk Derece adını taşıyan yeni öykü kitabının ekseni de kadın. Ancak öykülerde erkekler de eksik değil. İnci Aral, bu öykülerinde okuru kadın coğrafyasında dolaştırıyor. Başkaldıran, koşullara uyum sağlayan, yenilenen ya da çekip giden kadınları, kendi yalnızlıklarının ve mutsuzluklarının içinde kaybolmuş kadınları anlatıyor ve bireyin yaşamının derinliğini sorguluyor.
Denizli’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümünü bitirdi. Edebiyat dünyasına 1977’de dergilerde yayınlanan öyküleriyle girdi. 1979’da Ağda Zamanı adlı kitabında topladığı ilk öyküleriyle 1980 Akademi Kitabevi İlk Kitap Öykü Başarı Ödülü’nü aldı. Kahramanmaraş toplumsal olaylarını konu alan ikinci kitabı Kıran Resimleri 1983’te yayınlandı, Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü kazandı, 1989’da Fransızca’ya çevrilip Fransa’da yayınlandı.
ESERLERİ
Uykusuzlar ve Sevginin Eşsiz Kışı yazarın öteki öykü kitaplarıdır. İlk romanı Ölü Erkek Kuşlar, 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. Yeni Yalan Zamanlar 1994’te, Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm 1997’de, İçimden Kuşlar Göçüyor 1998’de yayınlandı. İnci Aral, öykü ve romanlarında genellikle kadın-erkek ilişkilerini, sevgiyi, kadın kimliğini, bağlılık ve özgürlük sorunlarını, insan ilişkilerini irdeleyen bir yazardır.
İnci Aral’ın Gölgede Kırk Derece adını taşıyan yeni öykü kitabının ekseni de kadın. Ancak öykülerde erkekler de eksik değil. İnci Aral, bu öykülerinde okuru kadın coğrafyasında dolaştırıyor. Başkaldıran, koşullara uyum sağlayan, yenilenen ya da çekip giden kadınları, kendi yalnızlıklarının ve mutsuzluklarının içinde kaybolmuş kadınları anlatıyor ve bireyin yaşamının derinliğini sorguluyor.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İsa Kocakaplan
1956 yılında Karabük’ün Eskipazar ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul’da okudu. İstanbul, Tunceli ve Kırşehir İlköğretmen okullarında sürdürdüğü lise öğrenimini Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulunda tamamladı (1974). Siirt ili Eruh ilçesinde ilkokul öğretmenliği yaptı (1974-75). İ.Ü. Edebiyat Fakültesi ile Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerini bitirdi (1979). Çeşitli ortaokul ve liselerde Türkçe/Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1990 yılından itibaren Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışmaya başladı. Aynı yıl “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Edebî Sanatlar” isimli tezi ile İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisansını bitirdi. 1979 yılından itibaren Hareket, Divan, Türk Edebiyatı, Orkun, Türk Dili vb. dergilerde çok sayıda makale, inceleme ve röportajları yayınlandı. 1984-1994 yılları arasında Türk Edebiyatı dergisinin editörlüğünü yürüttü. Araştırma inceleme türünde eserler verdi. Mart 2001 tarihinden itibaren Türk Edebiyatı Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi.
ESERLERİ
1. Türklük Mücahidi İsa Yusuf ( 1991, Altan Deliorman ve Abdülkadir Donuk’la birlikte)
2. Açıklamalı Edebî Sanatlar ( 1992 MEB Yayınları, 1998 Damla Yayınları),
3. Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı (1992, 1998 MEB Yayınları),
4. Gök Kubbemizin Şairi Yahya Kemal ( 1998 Damla Yayınları),
5. Kırım’dan Londra’ya Cengiz Dağcı (1998 Damla Yayınları-Bu eserin ikinci bölümünü Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı oluşturmaktadır.)
6. Namık Kemal (1999, Timaş Yayınları)
7. İstiklâl Marşımız ve Mehmet Âkif Ersoy (Mart 1999, Eylül 1999 Bayrak Dağıtım)
8. Ziya Gökalp (2001, Timaş Yayınları)
9. Ahmet Hasim (2001, Timaş Yayınları)
10. Yahya Kemal'in Şiirlerinde Edebi Sanatlar
11. Türkü Söyleyen Şehirler ( Nisan 2005, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları)
1956 yılında Karabük’ün Eskipazar ilçesinde doğdu. İlk ve ortaokulu İstanbul’da okudu. İstanbul, Tunceli ve Kırşehir İlköğretmen okullarında sürdürdüğü lise öğrenimini Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulunda tamamladı (1974). Siirt ili Eruh ilçesinde ilkokul öğretmenliği yaptı (1974-75). İ.Ü. Edebiyat Fakültesi ile Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerini bitirdi (1979). Çeşitli ortaokul ve liselerde Türkçe/Edebiyat öğretmenliği yaptı. 1990 yılından itibaren Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışmaya başladı. Aynı yıl “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Edebî Sanatlar” isimli tezi ile İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisansını bitirdi. 1979 yılından itibaren Hareket, Divan, Türk Edebiyatı, Orkun, Türk Dili vb. dergilerde çok sayıda makale, inceleme ve röportajları yayınlandı. 1984-1994 yılları arasında Türk Edebiyatı dergisinin editörlüğünü yürüttü. Araştırma inceleme türünde eserler verdi. Mart 2001 tarihinden itibaren Türk Edebiyatı Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi.
ESERLERİ
1. Türklük Mücahidi İsa Yusuf ( 1991, Altan Deliorman ve Abdülkadir Donuk’la birlikte)
2. Açıklamalı Edebî Sanatlar ( 1992 MEB Yayınları, 1998 Damla Yayınları),
3. Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı (1992, 1998 MEB Yayınları),
4. Gök Kubbemizin Şairi Yahya Kemal ( 1998 Damla Yayınları),
5. Kırım’dan Londra’ya Cengiz Dağcı (1998 Damla Yayınları-Bu eserin ikinci bölümünü Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı oluşturmaktadır.)
6. Namık Kemal (1999, Timaş Yayınları)
7. İstiklâl Marşımız ve Mehmet Âkif Ersoy (Mart 1999, Eylül 1999 Bayrak Dağıtım)
8. Ziya Gökalp (2001, Timaş Yayınları)
9. Ahmet Hasim (2001, Timaş Yayınları)
10. Yahya Kemal'in Şiirlerinde Edebi Sanatlar
11. Türkü Söyleyen Şehirler ( Nisan 2005, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları)
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İsmail Kara
1955’de Güneyce/Rize’de doğdu. İstanbul İmam-Hatip Lisesi’ni (1973), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü (1977) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü’nü bitirdi (1986). Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı, bu müessese içinde Fikir ve Sanatta Hareket dergisi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İslamî Bilgiler Ansiklopedisi ve Dergâh dergisinin yayın heyetinde yer aldı, Yayın Müdürlüğü yaptı. 1980’den itibaren öğretmenlik de yapan İsmail Kara “İslâmcılara göre meşrutiyet idaresi 1908-1914” başlıklı teziyle siyaset bilimi doktoru oldu (1993). Yakın dönem Türk düşünce tarihi ve din-siyaset ilişkileri üzerindeki araştırmaları Hareket, Dergâh, Tarih ve Toplum, Toplum ve Bilim dergilerinde yayınlandı.
ESERLERİ: Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi (I, 1986; II, 1987; III, 1994). Hüseyin Kâzım Kadri’nin Ziya Gökalp’ın Tenkidi (1989), Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım (1991) kitaplarını ve Mızraklı İlmihal’i (1989) yayına hazırladı.
1955’de Güneyce/Rize’de doğdu. İstanbul İmam-Hatip Lisesi’ni (1973), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü (1977) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü’nü bitirdi (1986). Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı, bu müessese içinde Fikir ve Sanatta Hareket dergisi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İslamî Bilgiler Ansiklopedisi ve Dergâh dergisinin yayın heyetinde yer aldı, Yayın Müdürlüğü yaptı. 1980’den itibaren öğretmenlik de yapan İsmail Kara “İslâmcılara göre meşrutiyet idaresi 1908-1914” başlıklı teziyle siyaset bilimi doktoru oldu (1993). Yakın dönem Türk düşünce tarihi ve din-siyaset ilişkileri üzerindeki araştırmaları Hareket, Dergâh, Tarih ve Toplum, Toplum ve Bilim dergilerinde yayınlandı.
ESERLERİ: Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi (I, 1986; II, 1987; III, 1994). Hüseyin Kâzım Kadri’nin Ziya Gökalp’ın Tenkidi (1989), Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım (1991) kitaplarını ve Mızraklı İlmihal’i (1989) yayına hazırladı.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İsmail Berduk Olgaçay
1924 yılında Adana’da doğdu. 1936’da Mersin Gazipaşa İlkokulu’nu, 1942’de Tarsus Amerikan Koleji’ni, 1946’da AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. 31 Aralık 1946’da Dışişleri Bakanlığına girdi. Bakanlığın merkez teşkilatında, evrak memurluğundan genel sekreter yardımcılığı ve teftiş kurulu başkanlığına kadar çeşitli görevlerde bulundu. Türkiye dışında ise Anvers, Oslo, Londra, Moskova, Milano, Paris, Kuveyt, Brasilia, Kahire ve Prag’da –büyükelçilik dahil– çeşitli sıfatlarla görev yaptı. 1988 yılında emekli olan Olgaçay, Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.
ESERLERİ: Tasmalı Çekirge (1990 Türkiye Yazarlar Birliği Hatıra Ödülü) *Perşembenin Gelişi *P.S.’95
1924 yılında Adana’da doğdu. 1936’da Mersin Gazipaşa İlkokulu’nu, 1942’de Tarsus Amerikan Koleji’ni, 1946’da AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. 31 Aralık 1946’da Dışişleri Bakanlığına girdi. Bakanlığın merkez teşkilatında, evrak memurluğundan genel sekreter yardımcılığı ve teftiş kurulu başkanlığına kadar çeşitli görevlerde bulundu. Türkiye dışında ise Anvers, Oslo, Londra, Moskova, Milano, Paris, Kuveyt, Brasilia, Kahire ve Prag’da –büyükelçilik dahil– çeşitli sıfatlarla görev yaptı. 1988 yılında emekli olan Olgaçay, Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır.
ESERLERİ: Tasmalı Çekirge (1990 Türkiye Yazarlar Birliği Hatıra Ödülü) *Perşembenin Gelişi *P.S.’95
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İsmail Hakkı Toprak
İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK EFENDİ (K.S)
Nakşibendî tarikatının Halidiyye kolu mürşitlerinden İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), 1880 yılında Sivas’ın Örtülüpınar Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Hüseyin Hüsnü Bey, Sivas kolağasıdır. Halk arasında Nilli Hatun diye bilinen annesi Aişe Hanım, zamanın Nakşibendî büyüklerinden Seyyid Mustafa Hakî Efendi’ye intisaplı Medineli bir seyyidedir.
Sivas Çifte Minare’deki ilk tahsilinden sonra rüştiyeyi bitirmiş; ardından medrese tahsilini aynı yerde bulunan Şifaiyye Medresesi’nde yapmıştır. Arapça ve Farsça’ya anadili gibi vâkıf olan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, kendilerini ilmî sahada, bilhassa dinî ilimlerde yetiştirmişlerdir. Tahsilinin ardından askerlik görevini Kurtuluş Savaşı yıllarında kol komutanı olarak maiyetindekilerle birlikte Suşehri’ne cephane taşımak suretiyle yerine getirmiştir.
Sivas’ta bulunan Kadirî büyüklerinden Arap Şeyh ile Halvetî Mûr Ali Baba ile manevî münasebetleri olmuş ve sonunda Tokatlı Seyyid Mustafa Hakî Efendi (k.s) ile tanışarak tam bir teslimiyet içinde tasavvufî âleme girmiştir. İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), Tokat’da Müskirat memurluğu, Sivas’ta Düyun-i Umumiye Memurluğu ve Cedid Tuzlasında Müdürlük yapmıştır. 1931 yılında emekli olduktan sonra Çitil Han’da bir süre komisyonculuk yapmış, bu suretle elde ettikleri gelirini de insanların hizmeti ve ihtiyaçları için sarfetmiştir.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s), soyadı kanunundan sonra “TOPRAK” soyadını almış olmakla birlikte, gerek eserlerinde, gerekse çeşitli vesilelerle İsmail İhramî, Hakkı, Garibu’llah, Garibu’llah-ı Sivasî, Karibu’llah, Refi’u’llah ve Vakinu’llah adlarıyla alâkalı olarak, “İrşat vazifemizin evvelinde çok garip kaldık, kendimize “Allah’ın garibi” diye Garibu’llah diyorduk. Ama şimdi ‘ğayını kaf’ ettik.” demiştir. “Böylece Ğaribu’llah, Karibu’llah (Allah’a yakın) oldu” diye buyurmuşlardır.
Tokatlı Mustafa Hakî Efendi (k.s)’ye olan muhabbetinden bir müddet Tokat’da çalışan İhramcızâde, üstadının 1908 yılında Tokat Mebusu olarak İstanbul’a gitmesi üzerine işini Sivas’a nakletmiştir. 1919 yılında Hakî Efendi (k.s)’nin vefatı üzerine; 23 Nisan 1920’de T.B.M.M’ye Sivas Mebusu olarak katılan Mustafa Takî Efendi (Doğruyol)’ye intisap etmiştir. Onun da 1925 yılında ahirete irtihali ile manevî yolun bir irşad görevlisi olarak onların manevî emanetini taşımış; gönüllere hizmet etmiştir.
İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s)’nin hayatı ve şahsiyetini anlatan kendi kelamları her haliyle onun büyük bir şahsiyet sahibi olduğunu anlatıyor. Bazı güzel sözlerinden örnekler vererek kendi diliyle önder vasıflı insanlarda bulunması gereken hususları şöyle ifade etmişlerdir:
- Tasavvuf, yok olup, sonra var olmaktır.
- İnsan ne ararsa zannında bulur.
- Muhabbeti olan hata görmez, görse de göz yumar.
- Şeriatı gözetiniz, şeriatı olmayanın tarikatı olmaz.
- Öl ama söz verme. Eğer vermiş isen o sözden de asla dönme.
- İdare ilmini öğrenin, insan kızınca şeytanın malı olur.
- Oğlum, Allah’ın rızasını kazan, gönlünü yap, işini O’na gördür.
- Neyi seversen onunla kalırsın, ne ile meşgul isen, o olursun!
- Sen seni sevdiğinle bil. O seninledir.
Yâre Yâdigâr Mevlid-i Nebi Adlı Eseri:
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), mürşidi Sivaslı Mustafa Taki Efendi (k.s)’nin mensur olarak yazdığı mevlidini sonradan nazma çekmiştir. Eserin mesnevî nazım şeklinde Türkçe olarak yazılan kısmı 175 beyittir. Eser 8 beyitlik “Muhammed” redifli Türkçe bir kaside ve Arapça 8 beyitlik bir na’t ile birlikte toplam 191 beyittir. Eserin belli kısımlarında tekbir ve salavatlar da yer almaktadır. Bu eserin yazma nüshaları mevcuttur. Kendisinin bizzat kurşun kalemle rik’a hattı ile yazmış olduğu nüshası H. Hulûsi Ateş Şeyhzadeoğlu Kütüphanesi’ndedir. İsmi geçen eseri, 1969 yılında Türkçe ve Arapça harflerle Dizerkonca Matbaasında basılmıştır.
MEVLİDİ’N-NEBİ ALEYHİSSELAM
Bismi’llahi’r-rahmani’r-rahim
Elhamdülillâh Elhamdülillâh
Sen ekrem etdin bizleri ey şâh
Hem o nebî-i âhir zamâne
Ümmetlik ile verdin nişâne
Ana hem Âli ve sahbına her an
Olsun salât u selâm firâvân
Anlar ki etdi bu dîni ihyâ
İzlerince gitdi eslâfım ammâ
Bu âciz Hakkı bilmem ne etsem
Râh-ı selefde bir adım atsam
Derdim dem-â-dem aczim bilirdim
Lâkin o Hâdi dâ’imdi virdim
Târîh-i hicret olmuşdu tâ ki
Bin üç yüz elli ve hem de iki
Rebi’u’l-evvel on dokuzuncu
Çehârşenbe günü silk etdim inci
Râh-ı selefde bir kadem atdım
Hamden ve hamden bu lutfa yetdim
Yatmışdım der-rûz kaylûleye ben
Gördüm menâmda bir zât-ı ahsen
Der ismim tevfik sana verildim
Bu son seferinde ben sana erdim
Her emrine Hak etdi müheyyâ
Lâkin sen oku bir hoşça ma’nâ
Elimde buldum bir dürr-i mevzûn
Andan okudum ve oldum mahzûn
Mevlûd-ı pâk-i Rasûlu’llâhı
Görsem n’olurdu o yüzi mâhı
Derken uyandım kendimi buldum
Dürr-i mensûrla çok meşgûl oldum
Üstâdım Takî aleyhi’r-rahme
Yazmışdı mensûr etmişdi tuhfe
Geldi dile ben eyledim cür’et
Aldı beni çok hüzn ile haclet
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s), asıl hizmetini yazdığı eserlerden ziyade; Sivas ve çevresinde yaptırdığı çeşitli eserler ile manevî rahle-i terdisinden geçen büyükler vasıtasıyla meydana koymuştur. Bu yönüyle Sivas ve çevresinin maddî manevî kalkınmasında rehberlik etmiş, unutulmaz hizmetler yapmıştır.
Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı bir maneviyat önderi olan İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” Ölçüsünden hareket ederek Sivas ve çevresinin her türlü sosyal, kültürel ve iktisadî meseleleriyle ilgilenmiş camii, okul, köprü, çeşme vb. eserlerin yapım ve onarımlarında önderlik etmiştir. Ayrıca çeşitli dernek ve vakıf başkanlıklarında bulunmak suretiyle hemen her alanda hizmetlerine ömür boyu devam etmişlerdir. Bir rivayete göre 106, başka bir rivayete göre de 154 eserin yapım ve tamiratına vesile olmuştur.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s)’nin yapım veya tamirine vesile olduğu eserlerden bazıları şunlardır;
1- Sivas Ulu Camii’nin Onarımı.
2- Hoca İmam Camii Minaresi.
3- Sivas İmam-Hatip Lisesi.
4- Hayırseverler Camii.
5- Sofu Yusuf Camii.
6- Serçeli Camii.
7- Dikimevi Camii.
8- Zara-Cencin Köyü İçme Suyu.
9- Zara-Cencin Köyü Köprüsü.
10- Tozanlı Köprüsü.
11- Sivas ve çevresinde muhtelif sebil çeşmeleri.
“Altıncı Şehir” adlı kitabın yazarı, Ahmet Turan ALKAN kitabının “Efendi Hazretleri” bölümünde O’nu şöyle tarif ediyor:
“Gözleri iriydi, maviliğinde gri bulutlar geziniyordu. Gözleri, yuvasına sığmıyor gibi dışarı taşmıştı. Hep munis bakıyordu. Muhabbet dedikleri şey, "Efendi Hazretleri"nin muhitine o gözlerden yayılıyordu. Ufak tefek, kamburu çıkmış, kısa beyaz sakallı kırpık bıyıklı, alt dudağı bariz derecede etli, iri kemerli burnu ile dikkat çeken ve güzelliğini fizik unsurlarıyla inşâ etmeden de güzel bir ihtiyardı. Ah, o çok ihtiyardı, ben çocuktum. Evde olduğu zaman, onu dilediğim an görebilme imkânım vardı ama ben çocuktum; konuşamadık. Benim sorularım belirginleştiğinde o çoktan dâr-ı beka’ya yürümüş gitmişti. Sorularım ise hâlâ bende duruyor.
Yaz-kış kasketle dışarı çıkardı, yaz-kış mevsimine göre gri ya da siyah pardesü giyerdi. Kuşluk vakti ya da öğleden sonra "vekâle"ye gitmek üzere dışarı çıkacağı zaman, bir koşu dışarı çıkar, fayton çevirir, uzun bahçeyi koşarak geçip içeri haber verir, kapısını açardım. Başımı okşar, iltifat eder ve daima takım giydiği elbisesinin yelek cebinden sarı bir yirmibeş kuruş çıkarır, bahşiş verirdi. Hayır yirmibeş kuruş değildi, ikibuçuk liraydı: Daha üç-beş saniye bile geçmeden o sarı yirmibeşlik, "Efendi Hazretleri"nin ardı sıra gölgesini bile incitmekten çekinerek yürüyen ihvanları tarafından daha büyük meblağlara tahvil olunurdu. Ben bire on kazanan bir karaborsacı kadar memnun olurken, ihvanlar da Efendi Hazretlerinin elinden çıkmış bir aziz hatırayı edindikleri için sevinirlerdi. Ve o sevinci ben sarı leblebiye, mavi bilyeye, yeşil plastik toplara ve külrengi sinema biletlerine çevirirdim.
…
Şeyh ile ihvan arasındaki gönül alâkaları, çocukluk muhayyilemin kavrayışından çok uzaklardaydı ama bu alâkanın hâsılını çocuk da olsanız elle tutabilir, gözle görebilirdiniz: Muhabbetti! Tekkenin kireç sıvalı duvarlarında, bahçe içindeki ince beton yolun en başında, meyvesini ancak eylüllerde teslim eden taş armutta, ihvanların çehresinde ve "Efendi Hazretleri"nin her haletinde titreşen, ince bir buğu gibi tabahhur ederek atmosfere yayılan, tekkeyi (uzaktan ya da yakından) istintak eden "siyasî memurları" son derece efendi ve hürmetkar davranmaya mecbur eden muhabbetti. Muhabbetin sıklet merkezi, iri gözlerinin maviliğinde gri bulutlar gezindiren "Efendi Hazretleriydi. Onun bilgisi tahtında duran kimya, sıradan insanları; berberleri, kundura tamircilerini, çiftçileri, ümmî ev hanımlarını, memurları gözbebeklerinde "muhabbeti" büyüten olgun insanlar haline getiriyordu. Yıkıldı, tükendi diyeceğiniz insanları bu kimya ile ihya ediyordu; insanları güzelleştiriyor, ayakta tutuyor ve herşeyle barıştırıyordu. Onun çevresinde kavga yoktu. Çocuktum ama anlıyordum.
…
60’lı yılların Sivas’ını inşa eden beşerî çizgilerden belki de en mühimi, İhramcızâde İsmail Efendi (k.s.)’nin etrafında dönüp duran bir manevî iklimdi…”
Son devrin önemli mutasavvıflarından biri olan ve insanlığa, imanın sevgiden geçtiğini öğreten İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s) 02.08.1969 Cumartesi günü sabah saat 09.00 sularında vefat etmiştir. Cenaze namazı Sivas Paşa Camii’nde kılınmış ve kendisinin önderliğinde onarım ve tamiri yapılan Sivas Ulu Camii haziresine defnedilmiştir.
İsmail Hakkı Efendi (k.s)’nin büyük bir titizlilikle yetiştirdiği ve kendisinden sonra manevî yolunu takip eden Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, mürşidinin vefatına manzum bir tarih düşmüştür. İsmail Hakkı Efendi (k.s)’ nin kabir kitabesinde de yer alan manzume şöyledir:
Tarik-i Nakşibendî piri (ebcel) mürşid-i kâmil
Garîbullahî Hakkı gavs-i âzam Şeyh İsmail
Engin gönlünde yüce muradı hâsıl oldu
(Toprak) toprağa verildi Hakk’a vâsıl oldu
İsmail Hakkı Toprak Efendi’nin nüfus hüviyet cüzdanı, meşlahı, kasketi, gözlüğü, saati ve diğer şahsî eşyaları Darende’de H. Hulûsi Ateş Şeyhzadeoğlu Özel Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları arasında Lütfi ALICI tarafından hazırlanan, “İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri” adlı kitap yayınlanmıştır. (Ankara, 2001)
İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK EFENDİ (K.S)
Nakşibendî tarikatının Halidiyye kolu mürşitlerinden İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), 1880 yılında Sivas’ın Örtülüpınar Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Babası Hüseyin Hüsnü Bey, Sivas kolağasıdır. Halk arasında Nilli Hatun diye bilinen annesi Aişe Hanım, zamanın Nakşibendî büyüklerinden Seyyid Mustafa Hakî Efendi’ye intisaplı Medineli bir seyyidedir.
Sivas Çifte Minare’deki ilk tahsilinden sonra rüştiyeyi bitirmiş; ardından medrese tahsilini aynı yerde bulunan Şifaiyye Medresesi’nde yapmıştır. Arapça ve Farsça’ya anadili gibi vâkıf olan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, kendilerini ilmî sahada, bilhassa dinî ilimlerde yetiştirmişlerdir. Tahsilinin ardından askerlik görevini Kurtuluş Savaşı yıllarında kol komutanı olarak maiyetindekilerle birlikte Suşehri’ne cephane taşımak suretiyle yerine getirmiştir.
Sivas’ta bulunan Kadirî büyüklerinden Arap Şeyh ile Halvetî Mûr Ali Baba ile manevî münasebetleri olmuş ve sonunda Tokatlı Seyyid Mustafa Hakî Efendi (k.s) ile tanışarak tam bir teslimiyet içinde tasavvufî âleme girmiştir. İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), Tokat’da Müskirat memurluğu, Sivas’ta Düyun-i Umumiye Memurluğu ve Cedid Tuzlasında Müdürlük yapmıştır. 1931 yılında emekli olduktan sonra Çitil Han’da bir süre komisyonculuk yapmış, bu suretle elde ettikleri gelirini de insanların hizmeti ve ihtiyaçları için sarfetmiştir.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s), soyadı kanunundan sonra “TOPRAK” soyadını almış olmakla birlikte, gerek eserlerinde, gerekse çeşitli vesilelerle İsmail İhramî, Hakkı, Garibu’llah, Garibu’llah-ı Sivasî, Karibu’llah, Refi’u’llah ve Vakinu’llah adlarıyla alâkalı olarak, “İrşat vazifemizin evvelinde çok garip kaldık, kendimize “Allah’ın garibi” diye Garibu’llah diyorduk. Ama şimdi ‘ğayını kaf’ ettik.” demiştir. “Böylece Ğaribu’llah, Karibu’llah (Allah’a yakın) oldu” diye buyurmuşlardır.
Tokatlı Mustafa Hakî Efendi (k.s)’ye olan muhabbetinden bir müddet Tokat’da çalışan İhramcızâde, üstadının 1908 yılında Tokat Mebusu olarak İstanbul’a gitmesi üzerine işini Sivas’a nakletmiştir. 1919 yılında Hakî Efendi (k.s)’nin vefatı üzerine; 23 Nisan 1920’de T.B.M.M’ye Sivas Mebusu olarak katılan Mustafa Takî Efendi (Doğruyol)’ye intisap etmiştir. Onun da 1925 yılında ahirete irtihali ile manevî yolun bir irşad görevlisi olarak onların manevî emanetini taşımış; gönüllere hizmet etmiştir.
İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s)’nin hayatı ve şahsiyetini anlatan kendi kelamları her haliyle onun büyük bir şahsiyet sahibi olduğunu anlatıyor. Bazı güzel sözlerinden örnekler vererek kendi diliyle önder vasıflı insanlarda bulunması gereken hususları şöyle ifade etmişlerdir:
- Tasavvuf, yok olup, sonra var olmaktır.
- İnsan ne ararsa zannında bulur.
- Muhabbeti olan hata görmez, görse de göz yumar.
- Şeriatı gözetiniz, şeriatı olmayanın tarikatı olmaz.
- Öl ama söz verme. Eğer vermiş isen o sözden de asla dönme.
- İdare ilmini öğrenin, insan kızınca şeytanın malı olur.
- Oğlum, Allah’ın rızasını kazan, gönlünü yap, işini O’na gördür.
- Neyi seversen onunla kalırsın, ne ile meşgul isen, o olursun!
- Sen seni sevdiğinle bil. O seninledir.
Yâre Yâdigâr Mevlid-i Nebi Adlı Eseri:
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), mürşidi Sivaslı Mustafa Taki Efendi (k.s)’nin mensur olarak yazdığı mevlidini sonradan nazma çekmiştir. Eserin mesnevî nazım şeklinde Türkçe olarak yazılan kısmı 175 beyittir. Eser 8 beyitlik “Muhammed” redifli Türkçe bir kaside ve Arapça 8 beyitlik bir na’t ile birlikte toplam 191 beyittir. Eserin belli kısımlarında tekbir ve salavatlar da yer almaktadır. Bu eserin yazma nüshaları mevcuttur. Kendisinin bizzat kurşun kalemle rik’a hattı ile yazmış olduğu nüshası H. Hulûsi Ateş Şeyhzadeoğlu Kütüphanesi’ndedir. İsmi geçen eseri, 1969 yılında Türkçe ve Arapça harflerle Dizerkonca Matbaasında basılmıştır.
MEVLİDİ’N-NEBİ ALEYHİSSELAM
Bismi’llahi’r-rahmani’r-rahim
Elhamdülillâh Elhamdülillâh
Sen ekrem etdin bizleri ey şâh
Hem o nebî-i âhir zamâne
Ümmetlik ile verdin nişâne
Ana hem Âli ve sahbına her an
Olsun salât u selâm firâvân
Anlar ki etdi bu dîni ihyâ
İzlerince gitdi eslâfım ammâ
Bu âciz Hakkı bilmem ne etsem
Râh-ı selefde bir adım atsam
Derdim dem-â-dem aczim bilirdim
Lâkin o Hâdi dâ’imdi virdim
Târîh-i hicret olmuşdu tâ ki
Bin üç yüz elli ve hem de iki
Rebi’u’l-evvel on dokuzuncu
Çehârşenbe günü silk etdim inci
Râh-ı selefde bir kadem atdım
Hamden ve hamden bu lutfa yetdim
Yatmışdım der-rûz kaylûleye ben
Gördüm menâmda bir zât-ı ahsen
Der ismim tevfik sana verildim
Bu son seferinde ben sana erdim
Her emrine Hak etdi müheyyâ
Lâkin sen oku bir hoşça ma’nâ
Elimde buldum bir dürr-i mevzûn
Andan okudum ve oldum mahzûn
Mevlûd-ı pâk-i Rasûlu’llâhı
Görsem n’olurdu o yüzi mâhı
Derken uyandım kendimi buldum
Dürr-i mensûrla çok meşgûl oldum
Üstâdım Takî aleyhi’r-rahme
Yazmışdı mensûr etmişdi tuhfe
Geldi dile ben eyledim cür’et
Aldı beni çok hüzn ile haclet
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s), asıl hizmetini yazdığı eserlerden ziyade; Sivas ve çevresinde yaptırdığı çeşitli eserler ile manevî rahle-i terdisinden geçen büyükler vasıtasıyla meydana koymuştur. Bu yönüyle Sivas ve çevresinin maddî manevî kalkınmasında rehberlik etmiş, unutulmaz hizmetler yapmıştır.
Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı bir maneviyat önderi olan İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s), “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” Ölçüsünden hareket ederek Sivas ve çevresinin her türlü sosyal, kültürel ve iktisadî meseleleriyle ilgilenmiş camii, okul, köprü, çeşme vb. eserlerin yapım ve onarımlarında önderlik etmiştir. Ayrıca çeşitli dernek ve vakıf başkanlıklarında bulunmak suretiyle hemen her alanda hizmetlerine ömür boyu devam etmişlerdir. Bir rivayete göre 106, başka bir rivayete göre de 154 eserin yapım ve tamiratına vesile olmuştur.
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s)’nin yapım veya tamirine vesile olduğu eserlerden bazıları şunlardır;
1- Sivas Ulu Camii’nin Onarımı.
2- Hoca İmam Camii Minaresi.
3- Sivas İmam-Hatip Lisesi.
4- Hayırseverler Camii.
5- Sofu Yusuf Camii.
6- Serçeli Camii.
7- Dikimevi Camii.
8- Zara-Cencin Köyü İçme Suyu.
9- Zara-Cencin Köyü Köprüsü.
10- Tozanlı Köprüsü.
11- Sivas ve çevresinde muhtelif sebil çeşmeleri.
“Altıncı Şehir” adlı kitabın yazarı, Ahmet Turan ALKAN kitabının “Efendi Hazretleri” bölümünde O’nu şöyle tarif ediyor:
“Gözleri iriydi, maviliğinde gri bulutlar geziniyordu. Gözleri, yuvasına sığmıyor gibi dışarı taşmıştı. Hep munis bakıyordu. Muhabbet dedikleri şey, "Efendi Hazretleri"nin muhitine o gözlerden yayılıyordu. Ufak tefek, kamburu çıkmış, kısa beyaz sakallı kırpık bıyıklı, alt dudağı bariz derecede etli, iri kemerli burnu ile dikkat çeken ve güzelliğini fizik unsurlarıyla inşâ etmeden de güzel bir ihtiyardı. Ah, o çok ihtiyardı, ben çocuktum. Evde olduğu zaman, onu dilediğim an görebilme imkânım vardı ama ben çocuktum; konuşamadık. Benim sorularım belirginleştiğinde o çoktan dâr-ı beka’ya yürümüş gitmişti. Sorularım ise hâlâ bende duruyor.
Yaz-kış kasketle dışarı çıkardı, yaz-kış mevsimine göre gri ya da siyah pardesü giyerdi. Kuşluk vakti ya da öğleden sonra "vekâle"ye gitmek üzere dışarı çıkacağı zaman, bir koşu dışarı çıkar, fayton çevirir, uzun bahçeyi koşarak geçip içeri haber verir, kapısını açardım. Başımı okşar, iltifat eder ve daima takım giydiği elbisesinin yelek cebinden sarı bir yirmibeş kuruş çıkarır, bahşiş verirdi. Hayır yirmibeş kuruş değildi, ikibuçuk liraydı: Daha üç-beş saniye bile geçmeden o sarı yirmibeşlik, "Efendi Hazretleri"nin ardı sıra gölgesini bile incitmekten çekinerek yürüyen ihvanları tarafından daha büyük meblağlara tahvil olunurdu. Ben bire on kazanan bir karaborsacı kadar memnun olurken, ihvanlar da Efendi Hazretlerinin elinden çıkmış bir aziz hatırayı edindikleri için sevinirlerdi. Ve o sevinci ben sarı leblebiye, mavi bilyeye, yeşil plastik toplara ve külrengi sinema biletlerine çevirirdim.
…
Şeyh ile ihvan arasındaki gönül alâkaları, çocukluk muhayyilemin kavrayışından çok uzaklardaydı ama bu alâkanın hâsılını çocuk da olsanız elle tutabilir, gözle görebilirdiniz: Muhabbetti! Tekkenin kireç sıvalı duvarlarında, bahçe içindeki ince beton yolun en başında, meyvesini ancak eylüllerde teslim eden taş armutta, ihvanların çehresinde ve "Efendi Hazretleri"nin her haletinde titreşen, ince bir buğu gibi tabahhur ederek atmosfere yayılan, tekkeyi (uzaktan ya da yakından) istintak eden "siyasî memurları" son derece efendi ve hürmetkar davranmaya mecbur eden muhabbetti. Muhabbetin sıklet merkezi, iri gözlerinin maviliğinde gri bulutlar gezindiren "Efendi Hazretleriydi. Onun bilgisi tahtında duran kimya, sıradan insanları; berberleri, kundura tamircilerini, çiftçileri, ümmî ev hanımlarını, memurları gözbebeklerinde "muhabbeti" büyüten olgun insanlar haline getiriyordu. Yıkıldı, tükendi diyeceğiniz insanları bu kimya ile ihya ediyordu; insanları güzelleştiriyor, ayakta tutuyor ve herşeyle barıştırıyordu. Onun çevresinde kavga yoktu. Çocuktum ama anlıyordum.
…
60’lı yılların Sivas’ını inşa eden beşerî çizgilerden belki de en mühimi, İhramcızâde İsmail Efendi (k.s.)’nin etrafında dönüp duran bir manevî iklimdi…”
Son devrin önemli mutasavvıflarından biri olan ve insanlığa, imanın sevgiden geçtiğini öğreten İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s) 02.08.1969 Cumartesi günü sabah saat 09.00 sularında vefat etmiştir. Cenaze namazı Sivas Paşa Camii’nde kılınmış ve kendisinin önderliğinde onarım ve tamiri yapılan Sivas Ulu Camii haziresine defnedilmiştir.
İsmail Hakkı Efendi (k.s)’nin büyük bir titizlilikle yetiştirdiği ve kendisinden sonra manevî yolunu takip eden Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, mürşidinin vefatına manzum bir tarih düşmüştür. İsmail Hakkı Efendi (k.s)’ nin kabir kitabesinde de yer alan manzume şöyledir:
Tarik-i Nakşibendî piri (ebcel) mürşid-i kâmil
Garîbullahî Hakkı gavs-i âzam Şeyh İsmail
Engin gönlünde yüce muradı hâsıl oldu
(Toprak) toprağa verildi Hakk’a vâsıl oldu
İsmail Hakkı Toprak Efendi’nin nüfus hüviyet cüzdanı, meşlahı, kasketi, gözlüğü, saati ve diğer şahsî eşyaları Darende’de H. Hulûsi Ateş Şeyhzadeoğlu Özel Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları arasında Lütfi ALICI tarafından hazırlanan, “İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri” adlı kitap yayınlanmıştır. (Ankara, 2001)
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İsmet Binark
1941 yılında İstanbul'da doğdu. A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü'nden 1963'de mezun oldu. Yurt dışında "kütüphanecilik" ve "arşivcilik" eğitimi gördü. Milli Kütüphanede Başuzmanlık yaptı.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nin kurulmasına öncülük etti. Sırasıyla Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürlük görevlerinde bulundu.
Modern arşivcilik, Türk arşivcilik tarihi ve Osmanlı arşiv belgelerinin neşri ile ilgili olarak, çok sayıda telif, tercüme ve toplu basım eseri Türk arşivciliğine kazandırmıştır.
Türk kitapçılık, kütüphanecilik, arşivcilik ve kültür tarihi konularında kitapları, inceleme yazıları, milli ve milletler arsı kongrelere sunulmuş tebliğleri vardır.
Türk ilim, kültür, fikir hayatına ve Türklüğe yaptığı hizmetlerden dolayı, çeşitli kuruluşlara ödüllendirilmiştir.
Türk Ocakları Merkez Heyeti Denetleme Kurulu üyesidir.
HAKKINDA YAZILANLAR
Arşivlik hayat
Cemal A. Kalyoncu
Aksiyon 12 Mayıs 2001 s.336
Yanlış hatırlamıyorsam Samiha Ayverdi'nin kitaplarında okumuştum İstanbul'un semtlerinin kimliklerine dair bir yazıyı. O yazıya göre Şişli, Beyoğlu, Nişantaşı Batılı; Beşiktaş, Üsküdar, Fatih Müslüman olmuştur daima.
Özellikle Fatih için, 'Müslümanlığının yanında bir de Türk olmuştur her zaman' tanımlaması getirir Samiha Hanım.
Semt bu kimliğini durup dururken almamıştır tabii ki. Semte bu kimliği kazandıran mimari yapı, dolayısıyla insanlardır. Böyle bir coğrafyada gözlerini dünyaya açanın, fikir ve düşünce yapısının nasıl olacağını anlamak da zor değildir tabii.
"Fatih'te Hırka—i Şerif'te doğdum. Oranın benim hayatımda çok önemli yeri var. Kulağımda ezan seslerini hatırlıyorum. Hırka—i Şerif Camii'ni hatırlıyorum. İstanbul'un musikisini, mimarisini hatırlıyorum. Benim yetişmemde, belki kütüphane ve arşivciliği seçmemde, o muhitin çok önemli tesiri var. O atmosfer benim Osmanlıyı, Türk'ü sevmemde, Türk milliyetçisi olmamda son derece önemli bir faktör olmuştur." Fatih'in, atmosferi ile yoğurduğu bu kişi, Türkiye'de kütüphane ve arşivcilik denince ismi akla ilk gelenlerden biri olan, olması gereken Mehmet İsmet Binark'tır. 1998'de, Devlet Arşivleri Genel Müdürü olarak devlete 37 yıl hizmet ettikten sonra emekliye ayrılan Binark, 1959'da liseyi bitirdiği yıl hem Mülkiye hem de Tıbbiye imtihanını kazanmış, her ikisine kaydını yaptırmış ama daha sonra, gönlünde yatan aslanın kütüphanecilik olduğunu fark edince Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ne devam etmeyi yeğlemiştir. Zamanın Başbakanlık Müsteşarı, sonraki yıllarda da bakanlık yapacak Ekrem Ceyhun'un davetiyle 1976'da, o tarihe kadar düşünülmemiş, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından sonraki döneme ait bilgi, belge ve dokümanların bir çatı altında toplanıp değerlendirileceği Cumhuriyet Arşivi'nin kurucusu da olan Binark, Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri'nin bağlı bulunduğu Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yaptığı 1992—98 arasında da, Osmanlı idaresi altında yaşamış birçok ülke ile işbirliği protokolleri gerçekleştirmiştir. Onu daha yakından tanıyınca, Türkiye'de arşivcilik ve kütüphanecilik deyince onun ismi akla gelmelidir konusunda bana hak vereceğinizi sanıyorum.
28 Şubat 1941'de İstanbul Fatih'te gözlerini dünyaya açan İsmet Binark, Kanuni öncesi veya onun döneminde yollara düşüp Anadolu'ya yerleşmiş Türkistanlı bir aileye mensuptur. İsmet Binark'ın dedesi ordudan (topçu) albay rütbesi ile emekli olan Hamdi Binark'tır: "Harp okulunda hocalık yapıyor. Hatta Atatürk'ün de tabiiye hocası olduğunu biliyorum." İsmet Binark'ın babası olacak ve Maliye'de memurluk yapacak Mehmet Bey, Hamdi Binark'ın, ilk evliliğinden Adile Hanım'la beraber doğan iki çocuğundan biridir. Hamdi Binark, ikinci evliliğini yaptığı Dürdane Hanım'dan Meziyet ve Hikmet adını vereceği iki çocuk sahibi daha olur. (İsmet Binark'ın da amcası olan Hikmet Binark, İTÜ Rektörlüğü yapmış, 1961 Kurucu Meclis Üyesi, TÜBİTAK Kurucu Genel Sekreteri, Bilim Kurulu Üyesi ve Fevziye Mektepleri eski Yönetim Kurulu Başkanı olarak da tanınmaktadır. Hikmet Bey, evliliğini, Sadrazam Cevat Paşa'nın yeğeni, ünlü Şakir Paşa'nın kızı Ayşe Erner ile Atatürk'ün kurmay okulundan sınıf arkadaşı Ahmet Erner'in kızı Nermidil Hanım'la yapar.)
İsmet Binark'ın anne tarafı ise, şeceresi Osmanlı'nın ilk devirlerine kadar ulaşan Kastamonulu bir ailedir. Binark'ın anne tarafından dedesi Fatih Hırka—i Şerif Camii imamlarından Cemal Efendi'dir: "Meramınız nedir anlayamadım ama şunu söyleyeyim öz be öz Türk aileden geliyorum. Türklüğümle de iftihar ediyorum. Milliyetçi bir insanım." (Sırası gelmişken, bu sorular, bugüne kadar görüştüğüm herkese sorduğum sorularla aynıdır. Biyografilerde bu tür bilgilerin tamamlayıcı olduğunu düşünmekteyim. Herhangi bir maksadım yoktur. C.K.)
İşte böyle bir aileden gelen İsmet Binark'ın çocukluğu, devrin edebiyatçılarının katılımıyla gerçekleşen sohbet toplantılarının yapıldığı bir evde geçer. Ney üfleyen musikişinas bir babanın oğlu olan Binark'ın hayata dair fikir ve düşüncelerinin şekillenmesinde o çevrenin çok etkisi vardır. Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun eserleri ile büyüyen Binark, ilmen var olan açlığını doyurmak için konferanstan konferansa koşar. Osman Turan'ı, Burhan Toprak'ı, Ali Fuat Başgil'i, Nurettin Topçu'yu dinler. Karagümrük Nişancı Mehmet Paşa İlkokulu ve Haydarpaşa Lisesi'nin Ortaokul kısmından sonra babasının memuriyeti dolayısıyla gittikleri Ankara Gazi Lisesi'nde, ünlü Bayrak şairi Arif Nihat Asya'nın edebiyat hocası olması da onun için bir şanstır. Binark, entellektüel zümre dediği çevreden Nihat Sami Banarlı, İbrahim Kafesoğlu, Yahya Kemal ile hayatına yön verecek en önemli kişilerden olacak Samiha Ayverdi ve Ekrem Hakkı Ayverdi ile tanışma fırsatı bulacaktır.
İsmet Binark, 1960'ta Tıbbiye ve Mülkiye imtihanını kazanıp ikisine de kayıt yaptırmasına rağmen Ankara Üniversitesi Dil—Tarih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik bölümüne girer. 1964'te üniversiteyi bitiren Binark, herkesin aksine, modern kütüphanecilik yerine Fatih Devri Kitap Tezhipleri üzerine tez çalışması ile, o bölümün Amerikalı kurucusu olan Emily Dean adına konan ödülün sahibi olur. Süheyl Ünver Hoca'dan tezhip dersi alır. İstanbul'daki hocalardan cilt, hat ve ebru dersleri de görür fakat icazet alamaz.
'Müdür ararken ilim adamı bulduk'
İsmet Binark, ünivesiteden sonra kısa bir süre DİE'de çalışır. Ardından İstanbul Tuzla'daki piyade okulunda yedek subay olarak askerliğini yapar ve 1967'de Milli Kütüphane'de en alt memurluktan girerek çalışmaya başlar. Çeşitli kademelerde görev alan Binark, burada boş durmaz. Yunus Emre, Mevlânâ, Fatih ve Fetih sergileri açar, Mehmet Akif Günü düzenler. 1971—74 yılları arasında da İngiltere ve Finlandiya'da kütüphane ve arşivcilik üzerine eğitim görür. Milli Kütüphane'de Başuzman iken Başbakanlık Müsteşarı Ekrem Ceyhun'dan bir davet alır: "O zamana kadar hazırladığım bibliyografyalarımı masanın üzerine koyduğum zaman Ekrem Bey güldü ve 'Biz arşive müdür arıyorduk, karşımıza bir ilim adamı çıktı' dedi." 1976'ya kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin derli toplu bir arşivi yoktur. Hepsi dağınıktır. Çeşitli kurum ve kuruluşların elindeki cumhuriyet dönemine ait evrakın tamamını bir çatı altında toplamaktır amaç. Cumhuriyet Arşivi'ni kurma görevi Binark'a verilir. Önce buraya Daire Başkanı olan Binark 1987'ye gelindiğinde, Cumhururiyet ve Osmanlı Arşivleri'nin bağlı bulunduğu Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığı'na getirilir. Binark, Mithat Sertoğlu, Prof. Nejat Gönenç, Prof. İsmet Miroğlu ve Prof. Yusuf Halaçoğlu'ndan sonra 1992'de de Devlet Arşivleri Müdürlüğü bayrağını devralır. Genel müdür iken yoğunlaştığı konuların başında, Osmanlı idaresi altında yaşamış ve daha sonra bağımsızlıklarını ilan etmiş devletlerle karşılıklı bilgi—belge alışverişini içeren işbirliği protokolleri gelir. Makedonya, Romanya, Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Kırım, Azerbaycan, Kıbrıs ve Tataristan gibi ülkelerle anlaşmalar imzalanır, Arnavutluk daha sonra ilave olur bunlara. Yunanistan'la anlaşma sağlanamaz. Fakat Bulgaristan'la yapılan anlaşma çerçevesinde, 1931'de bu ülkeye kilosu 3 kuruş 10 paradan satılan Osmanlı belgelerinin hepsi olmasa da bir kısmını geri getirir: "Bulgaristan'ın Milli Arşivi olan Krilmetodi Kütüphanesi'nde bu evrakı gördüm. Bulgarlar tasnif etmişler. Evrakın aslı değil ancak mikrofilm ve fotokopi olarak 45 bin podunu, yani üçte birini getirebildik. Evrakı işe yaramaz kağıt diye satmışlar ama getirip tasnif ettiğimizde evrakın son derece önemli olduğunu gördük. Osmanlı'nın erken dönemine ait bu evraklar arasında Bursa'daki Orhangazi Medresesi'nde okutulan dersler, müderrislerin adlarının bulunduğu evraklar da mevcuttu. Bunun kataloğunu neşrettik ve araştırmacıların istifadesine sunduk."
Üç yeni belge
İstanbul'un işgali dahil hiç bir zaman kapalı olmayan Osmanlı Arşivleri, zamanında çok geniş bir alana hükmeden İmparatorluğun hakimiyeti altındaki halklar için önemli belgeler içermektedir. Osmanlı Arşivleri, Ermeni soykırım iddialarını ortaya atan Ermeniler için de önem arz etmektedir. Ancak 1912'den bu yana 4 bin yabancı araştırmacının inceleme yapmak için başvuruda bulunduğu arşivlerden bugüne kadar sadece 200 Ermeni araştırmacı yararlanmıştır. Türk vatandaşı olan Ermeniler de buna dahildir. Ermeniler'in soykırımı iddialarının asılsız olduğu konusunda çalışmalarına halen devam eden İsmet Binark, bunun ilmi ve tarihi olduğu kadar milli bir görev de olduğunu söylemektedir: "Bunu aynı zamanda şehitlerimize ödememiz gereken manevi bir borç diye de düşünüyorum." Binark, gerçekte Türkler'in değil, Ermeni'lerin soykırım yaptığını ispatlayacak üç yeni belge daha bulmuştur: "Rus arşivlerine de mutlaka girmek lazım. Oradaki belgeler de Ermeniler'in iddialarını çürütüyor. Benim elimde şu anda 3 tane belge var. Bir tanesi 1905 tarihli Rusya'da çıkan bir gazete. Bu, Bakü'de gönüllü Ermeni alaylarının Şuşa'da Azeri Türkleri'ni katlettiğine dair bir Rus gazetesinde çıkan haberdir. Bir başka belge de Kaspi— Türkçe'deki Hazar'ın Rusça'daki adıdır— adlı gazetede, Tiflis'teki Müslüman cemaatinin Ermenistan milli komitesine müracaat ederek Anadolu'da 'vahşet ve mezâlim yapılıyor, buna derhal son verilsin' dedikleri yazılıdır. Bu da aslında Ermeniler'in katliam yaptığını göseriyor. Bir başka belge de, 1918'de Erzurum'un işgalinde oradaki Rus kuvvetlerine kumandanlık yapan Abgar adlı bir Rus askerinin hâtıratıdır. Bu, bir Rus resmi dokümanıdır. Bu Rus üsteğmen Erzurum'da gördüğü vahşeti anlatıyor. Dünya kamuoyunun vahşet yapanın kim olduğunu bilmesi lazımdır. Biz bu konuda geç kaldık. Meseleye monşer gözüyle bakmamak lazım."
Evliliğini 1963'te aynı fakültede okuduğu Kazan Türklerinden olan ve yine hayatını Türk kültürünü araştırmaya adamış Naile (Kamay) Hanım'la yapan ve Mutlu adında bir kız, Kutlu adında da bir erkek çocuğu olan İsmet Binark, 1998'de Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nden emekli olur. Arşivcilik eğitiminin Türkiye'de üniversite düzeyinde başlamasında öncülük etmiş olan Binark, A.Ü. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile Hacettepe Üniversitesi'nde arşivcilik dersleri vermiş, halen de Hacettepe ve Gazi Üniversiteleri'nde ders vermeye devam etmektedir. "Ben kendi coğrafyamda huzur buluyor, kendi edebiyatımda ve mimarimde sakinleşiyor, kendi kültürümde, kendi zenginliklerimde kendimi buluyorum. Bizi biz yapan değerlere aşığım" diyen Binark, Kütüphaneciler Derneği, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yönetim Kurulu ve Türk Ocağı Denetleme Kurulu Üyesi'dir: "Ben yükselmek için hiçbir lobiyi kullanmadım."
40'a yakın kitabı, 300'e yakın makalesi bulunan İsmet Binark, bu kadar esere rağmen halen yakınmaktadır: "Bunu lütfen nefsaniyet olarak almayın. Benim yaşımda birisi için bu kadar eser verimlidir. Ama bugün üniversiteden yeni mezun biri olsam vaktimi hiç israf etmeden kullanırım diye düşünüyorum."
1941 yılında İstanbul'da doğdu. A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü'nden 1963'de mezun oldu. Yurt dışında "kütüphanecilik" ve "arşivcilik" eğitimi gördü. Milli Kütüphanede Başuzmanlık yaptı.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nin kurulmasına öncülük etti. Sırasıyla Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürlük görevlerinde bulundu.
Modern arşivcilik, Türk arşivcilik tarihi ve Osmanlı arşiv belgelerinin neşri ile ilgili olarak, çok sayıda telif, tercüme ve toplu basım eseri Türk arşivciliğine kazandırmıştır.
Türk kitapçılık, kütüphanecilik, arşivcilik ve kültür tarihi konularında kitapları, inceleme yazıları, milli ve milletler arsı kongrelere sunulmuş tebliğleri vardır.
Türk ilim, kültür, fikir hayatına ve Türklüğe yaptığı hizmetlerden dolayı, çeşitli kuruluşlara ödüllendirilmiştir.
Türk Ocakları Merkez Heyeti Denetleme Kurulu üyesidir.
HAKKINDA YAZILANLAR
Arşivlik hayat
Cemal A. Kalyoncu
Aksiyon 12 Mayıs 2001 s.336
Yanlış hatırlamıyorsam Samiha Ayverdi'nin kitaplarında okumuştum İstanbul'un semtlerinin kimliklerine dair bir yazıyı. O yazıya göre Şişli, Beyoğlu, Nişantaşı Batılı; Beşiktaş, Üsküdar, Fatih Müslüman olmuştur daima.
Özellikle Fatih için, 'Müslümanlığının yanında bir de Türk olmuştur her zaman' tanımlaması getirir Samiha Hanım.
Semt bu kimliğini durup dururken almamıştır tabii ki. Semte bu kimliği kazandıran mimari yapı, dolayısıyla insanlardır. Böyle bir coğrafyada gözlerini dünyaya açanın, fikir ve düşünce yapısının nasıl olacağını anlamak da zor değildir tabii.
"Fatih'te Hırka—i Şerif'te doğdum. Oranın benim hayatımda çok önemli yeri var. Kulağımda ezan seslerini hatırlıyorum. Hırka—i Şerif Camii'ni hatırlıyorum. İstanbul'un musikisini, mimarisini hatırlıyorum. Benim yetişmemde, belki kütüphane ve arşivciliği seçmemde, o muhitin çok önemli tesiri var. O atmosfer benim Osmanlıyı, Türk'ü sevmemde, Türk milliyetçisi olmamda son derece önemli bir faktör olmuştur." Fatih'in, atmosferi ile yoğurduğu bu kişi, Türkiye'de kütüphane ve arşivcilik denince ismi akla ilk gelenlerden biri olan, olması gereken Mehmet İsmet Binark'tır. 1998'de, Devlet Arşivleri Genel Müdürü olarak devlete 37 yıl hizmet ettikten sonra emekliye ayrılan Binark, 1959'da liseyi bitirdiği yıl hem Mülkiye hem de Tıbbiye imtihanını kazanmış, her ikisine kaydını yaptırmış ama daha sonra, gönlünde yatan aslanın kütüphanecilik olduğunu fark edince Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ne devam etmeyi yeğlemiştir. Zamanın Başbakanlık Müsteşarı, sonraki yıllarda da bakanlık yapacak Ekrem Ceyhun'un davetiyle 1976'da, o tarihe kadar düşünülmemiş, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından sonraki döneme ait bilgi, belge ve dokümanların bir çatı altında toplanıp değerlendirileceği Cumhuriyet Arşivi'nin kurucusu da olan Binark, Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri'nin bağlı bulunduğu Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yaptığı 1992—98 arasında da, Osmanlı idaresi altında yaşamış birçok ülke ile işbirliği protokolleri gerçekleştirmiştir. Onu daha yakından tanıyınca, Türkiye'de arşivcilik ve kütüphanecilik deyince onun ismi akla gelmelidir konusunda bana hak vereceğinizi sanıyorum.
28 Şubat 1941'de İstanbul Fatih'te gözlerini dünyaya açan İsmet Binark, Kanuni öncesi veya onun döneminde yollara düşüp Anadolu'ya yerleşmiş Türkistanlı bir aileye mensuptur. İsmet Binark'ın dedesi ordudan (topçu) albay rütbesi ile emekli olan Hamdi Binark'tır: "Harp okulunda hocalık yapıyor. Hatta Atatürk'ün de tabiiye hocası olduğunu biliyorum." İsmet Binark'ın babası olacak ve Maliye'de memurluk yapacak Mehmet Bey, Hamdi Binark'ın, ilk evliliğinden Adile Hanım'la beraber doğan iki çocuğundan biridir. Hamdi Binark, ikinci evliliğini yaptığı Dürdane Hanım'dan Meziyet ve Hikmet adını vereceği iki çocuk sahibi daha olur. (İsmet Binark'ın da amcası olan Hikmet Binark, İTÜ Rektörlüğü yapmış, 1961 Kurucu Meclis Üyesi, TÜBİTAK Kurucu Genel Sekreteri, Bilim Kurulu Üyesi ve Fevziye Mektepleri eski Yönetim Kurulu Başkanı olarak da tanınmaktadır. Hikmet Bey, evliliğini, Sadrazam Cevat Paşa'nın yeğeni, ünlü Şakir Paşa'nın kızı Ayşe Erner ile Atatürk'ün kurmay okulundan sınıf arkadaşı Ahmet Erner'in kızı Nermidil Hanım'la yapar.)
İsmet Binark'ın anne tarafı ise, şeceresi Osmanlı'nın ilk devirlerine kadar ulaşan Kastamonulu bir ailedir. Binark'ın anne tarafından dedesi Fatih Hırka—i Şerif Camii imamlarından Cemal Efendi'dir: "Meramınız nedir anlayamadım ama şunu söyleyeyim öz be öz Türk aileden geliyorum. Türklüğümle de iftihar ediyorum. Milliyetçi bir insanım." (Sırası gelmişken, bu sorular, bugüne kadar görüştüğüm herkese sorduğum sorularla aynıdır. Biyografilerde bu tür bilgilerin tamamlayıcı olduğunu düşünmekteyim. Herhangi bir maksadım yoktur. C.K.)
İşte böyle bir aileden gelen İsmet Binark'ın çocukluğu, devrin edebiyatçılarının katılımıyla gerçekleşen sohbet toplantılarının yapıldığı bir evde geçer. Ney üfleyen musikişinas bir babanın oğlu olan Binark'ın hayata dair fikir ve düşüncelerinin şekillenmesinde o çevrenin çok etkisi vardır. Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun eserleri ile büyüyen Binark, ilmen var olan açlığını doyurmak için konferanstan konferansa koşar. Osman Turan'ı, Burhan Toprak'ı, Ali Fuat Başgil'i, Nurettin Topçu'yu dinler. Karagümrük Nişancı Mehmet Paşa İlkokulu ve Haydarpaşa Lisesi'nin Ortaokul kısmından sonra babasının memuriyeti dolayısıyla gittikleri Ankara Gazi Lisesi'nde, ünlü Bayrak şairi Arif Nihat Asya'nın edebiyat hocası olması da onun için bir şanstır. Binark, entellektüel zümre dediği çevreden Nihat Sami Banarlı, İbrahim Kafesoğlu, Yahya Kemal ile hayatına yön verecek en önemli kişilerden olacak Samiha Ayverdi ve Ekrem Hakkı Ayverdi ile tanışma fırsatı bulacaktır.
İsmet Binark, 1960'ta Tıbbiye ve Mülkiye imtihanını kazanıp ikisine de kayıt yaptırmasına rağmen Ankara Üniversitesi Dil—Tarih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik bölümüne girer. 1964'te üniversiteyi bitiren Binark, herkesin aksine, modern kütüphanecilik yerine Fatih Devri Kitap Tezhipleri üzerine tez çalışması ile, o bölümün Amerikalı kurucusu olan Emily Dean adına konan ödülün sahibi olur. Süheyl Ünver Hoca'dan tezhip dersi alır. İstanbul'daki hocalardan cilt, hat ve ebru dersleri de görür fakat icazet alamaz.
'Müdür ararken ilim adamı bulduk'
İsmet Binark, ünivesiteden sonra kısa bir süre DİE'de çalışır. Ardından İstanbul Tuzla'daki piyade okulunda yedek subay olarak askerliğini yapar ve 1967'de Milli Kütüphane'de en alt memurluktan girerek çalışmaya başlar. Çeşitli kademelerde görev alan Binark, burada boş durmaz. Yunus Emre, Mevlânâ, Fatih ve Fetih sergileri açar, Mehmet Akif Günü düzenler. 1971—74 yılları arasında da İngiltere ve Finlandiya'da kütüphane ve arşivcilik üzerine eğitim görür. Milli Kütüphane'de Başuzman iken Başbakanlık Müsteşarı Ekrem Ceyhun'dan bir davet alır: "O zamana kadar hazırladığım bibliyografyalarımı masanın üzerine koyduğum zaman Ekrem Bey güldü ve 'Biz arşive müdür arıyorduk, karşımıza bir ilim adamı çıktı' dedi." 1976'ya kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin derli toplu bir arşivi yoktur. Hepsi dağınıktır. Çeşitli kurum ve kuruluşların elindeki cumhuriyet dönemine ait evrakın tamamını bir çatı altında toplamaktır amaç. Cumhuriyet Arşivi'ni kurma görevi Binark'a verilir. Önce buraya Daire Başkanı olan Binark 1987'ye gelindiğinde, Cumhururiyet ve Osmanlı Arşivleri'nin bağlı bulunduğu Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığı'na getirilir. Binark, Mithat Sertoğlu, Prof. Nejat Gönenç, Prof. İsmet Miroğlu ve Prof. Yusuf Halaçoğlu'ndan sonra 1992'de de Devlet Arşivleri Müdürlüğü bayrağını devralır. Genel müdür iken yoğunlaştığı konuların başında, Osmanlı idaresi altında yaşamış ve daha sonra bağımsızlıklarını ilan etmiş devletlerle karşılıklı bilgi—belge alışverişini içeren işbirliği protokolleri gelir. Makedonya, Romanya, Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Kırım, Azerbaycan, Kıbrıs ve Tataristan gibi ülkelerle anlaşmalar imzalanır, Arnavutluk daha sonra ilave olur bunlara. Yunanistan'la anlaşma sağlanamaz. Fakat Bulgaristan'la yapılan anlaşma çerçevesinde, 1931'de bu ülkeye kilosu 3 kuruş 10 paradan satılan Osmanlı belgelerinin hepsi olmasa da bir kısmını geri getirir: "Bulgaristan'ın Milli Arşivi olan Krilmetodi Kütüphanesi'nde bu evrakı gördüm. Bulgarlar tasnif etmişler. Evrakın aslı değil ancak mikrofilm ve fotokopi olarak 45 bin podunu, yani üçte birini getirebildik. Evrakı işe yaramaz kağıt diye satmışlar ama getirip tasnif ettiğimizde evrakın son derece önemli olduğunu gördük. Osmanlı'nın erken dönemine ait bu evraklar arasında Bursa'daki Orhangazi Medresesi'nde okutulan dersler, müderrislerin adlarının bulunduğu evraklar da mevcuttu. Bunun kataloğunu neşrettik ve araştırmacıların istifadesine sunduk."
Üç yeni belge
İstanbul'un işgali dahil hiç bir zaman kapalı olmayan Osmanlı Arşivleri, zamanında çok geniş bir alana hükmeden İmparatorluğun hakimiyeti altındaki halklar için önemli belgeler içermektedir. Osmanlı Arşivleri, Ermeni soykırım iddialarını ortaya atan Ermeniler için de önem arz etmektedir. Ancak 1912'den bu yana 4 bin yabancı araştırmacının inceleme yapmak için başvuruda bulunduğu arşivlerden bugüne kadar sadece 200 Ermeni araştırmacı yararlanmıştır. Türk vatandaşı olan Ermeniler de buna dahildir. Ermeniler'in soykırımı iddialarının asılsız olduğu konusunda çalışmalarına halen devam eden İsmet Binark, bunun ilmi ve tarihi olduğu kadar milli bir görev de olduğunu söylemektedir: "Bunu aynı zamanda şehitlerimize ödememiz gereken manevi bir borç diye de düşünüyorum." Binark, gerçekte Türkler'in değil, Ermeni'lerin soykırım yaptığını ispatlayacak üç yeni belge daha bulmuştur: "Rus arşivlerine de mutlaka girmek lazım. Oradaki belgeler de Ermeniler'in iddialarını çürütüyor. Benim elimde şu anda 3 tane belge var. Bir tanesi 1905 tarihli Rusya'da çıkan bir gazete. Bu, Bakü'de gönüllü Ermeni alaylarının Şuşa'da Azeri Türkleri'ni katlettiğine dair bir Rus gazetesinde çıkan haberdir. Bir başka belge de Kaspi— Türkçe'deki Hazar'ın Rusça'daki adıdır— adlı gazetede, Tiflis'teki Müslüman cemaatinin Ermenistan milli komitesine müracaat ederek Anadolu'da 'vahşet ve mezâlim yapılıyor, buna derhal son verilsin' dedikleri yazılıdır. Bu da aslında Ermeniler'in katliam yaptığını göseriyor. Bir başka belge de, 1918'de Erzurum'un işgalinde oradaki Rus kuvvetlerine kumandanlık yapan Abgar adlı bir Rus askerinin hâtıratıdır. Bu, bir Rus resmi dokümanıdır. Bu Rus üsteğmen Erzurum'da gördüğü vahşeti anlatıyor. Dünya kamuoyunun vahşet yapanın kim olduğunu bilmesi lazımdır. Biz bu konuda geç kaldık. Meseleye monşer gözüyle bakmamak lazım."
Evliliğini 1963'te aynı fakültede okuduğu Kazan Türklerinden olan ve yine hayatını Türk kültürünü araştırmaya adamış Naile (Kamay) Hanım'la yapan ve Mutlu adında bir kız, Kutlu adında da bir erkek çocuğu olan İsmet Binark, 1998'de Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nden emekli olur. Arşivcilik eğitiminin Türkiye'de üniversite düzeyinde başlamasında öncülük etmiş olan Binark, A.Ü. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile Hacettepe Üniversitesi'nde arşivcilik dersleri vermiş, halen de Hacettepe ve Gazi Üniversiteleri'nde ders vermeye devam etmektedir. "Ben kendi coğrafyamda huzur buluyor, kendi edebiyatımda ve mimarimde sakinleşiyor, kendi kültürümde, kendi zenginliklerimde kendimi buluyorum. Bizi biz yapan değerlere aşığım" diyen Binark, Kütüphaneciler Derneği, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yönetim Kurulu ve Türk Ocağı Denetleme Kurulu Üyesi'dir: "Ben yükselmek için hiçbir lobiyi kullanmadım."
40'a yakın kitabı, 300'e yakın makalesi bulunan İsmet Binark, bu kadar esere rağmen halen yakınmaktadır: "Bunu lütfen nefsaniyet olarak almayın. Benim yaşımda birisi için bu kadar eser verimlidir. Ama bugün üniversiteden yeni mezun biri olsam vaktimi hiç israf etmeden kullanırım diye düşünüyorum."
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İsmet Özel
1944’te Kayseri’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kastamonu, Çankırı ve Ankara’da yaptı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir süre okuduktan sonra Hacettepe Üniversitesi’ne geçerek Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1977). Ataol Behramoğlu ile birlikte Halkın Dostları dergisini çıkaran İsmet Özel, Devlet Konservatuarı’nda Fransızca okutmanı olarak çalıştı.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Geceleyin Bir Koşu (1966), Evet İsyan (1969), Cinayetler Kitabı (1975), Celladıma Gülümserken (1984), Şiirler 1962-74 (1980), Erbain (1987), Bir Yusuf Masalı (2000)
1944’te Kayseri’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kastamonu, Çankırı ve Ankara’da yaptı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir süre okuduktan sonra Hacettepe Üniversitesi’ne geçerek Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1977). Ataol Behramoğlu ile birlikte Halkın Dostları dergisini çıkaran İsmet Özel, Devlet Konservatuarı’nda Fransızca okutmanı olarak çalıştı.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Geceleyin Bir Koşu (1966), Evet İsyan (1969), Cinayetler Kitabı (1975), Celladıma Gülümserken (1984), Şiirler 1962-74 (1980), Erbain (1987), Bir Yusuf Masalı (2000)
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Jambıl Jabayev
Kazak Edebiyatı
Jambıl Jabayev
Kazaklar, 20. yüzyılın başlarına kadar göçebe olarak yaşamaktaydılar. Bundan ötürü onlarda yazılı kültürden çok, sözlü kültür gelişmiştir. Halk edebiyatı ürünleri bir hayli fazladır. Anız-ertegiler (efsane-masallar), makal-meteller (atasözleri), şeşendik sözler (kıssalar), ölenler (türküler), aytıslar (atışmalar) gibi sözlü kültür ürünleri yaygındır. Geçmişte akın denilen ozanlar, halk arasında çok önemli bir yere sahipti. Bunlar birbirleriyle atışırlardı. Bu atışmalar sırasında tarihî, dinî ve günlük meseleler dile getirilirdi. Bu gelenek Kazakistan’da hâlâ devam etmektedir.
Jambıl Jabayev (1846-1945) bu akınların en meşhurlarındandır. Ötegen Batır, Şuransı Batır gibi Kazak; Manas, Köroğlu ve Battal Gazi gibi birçok Türk topluluğunda yaygın olan diğer Türk destanlarını büyük bir başarıyla söylemiştir. Kendisi Kazakistan ve diğer Türk cumhuriyetlerinde çok tanınmaktadır.
Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri
Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16
Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
Kazak Edebiyatı
Jambıl Jabayev
Kazaklar, 20. yüzyılın başlarına kadar göçebe olarak yaşamaktaydılar. Bundan ötürü onlarda yazılı kültürden çok, sözlü kültür gelişmiştir. Halk edebiyatı ürünleri bir hayli fazladır. Anız-ertegiler (efsane-masallar), makal-meteller (atasözleri), şeşendik sözler (kıssalar), ölenler (türküler), aytıslar (atışmalar) gibi sözlü kültür ürünleri yaygındır. Geçmişte akın denilen ozanlar, halk arasında çok önemli bir yere sahipti. Bunlar birbirleriyle atışırlardı. Bu atışmalar sırasında tarihî, dinî ve günlük meseleler dile getirilirdi. Bu gelenek Kazakistan’da hâlâ devam etmektedir.
Jambıl Jabayev (1846-1945) bu akınların en meşhurlarındandır. Ötegen Batır, Şuransı Batır gibi Kazak; Manas, Köroğlu ve Battal Gazi gibi birçok Türk topluluğunda yaygın olan diğer Türk destanlarını büyük bir başarıyla söylemiştir. Kendisi Kazakistan ve diğer Türk cumhuriyetlerinde çok tanınmaktadır.
Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri
Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16
Temmuz - Ağustos - Eylül 2002
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
John Steinbeck
1902 yılında doğdu. Kaliforniya’da bir ırgat ailenin çocuğu olan John Steinbeck, öteki yaşıtları gibi küçük yaşlarda çiftçilik yaptı. Üniversitede okuyabilmek için duvarcılık, boyacılık, kapıcılık, eczacılık işleri yaptı. 27 yaşında ilk romanı “Altın Kadeh”i yazdı. Bu yıllarda balıkçılar, serseriler ve her türden renkli kişilerle ilişkiler geliştirdi. John Steinbeck’in yapıtları, imgelerden bolca yararlanan “sanatsal” yapıtlar olmaktan çok, yüzyılın başında önemli toplumsal değişimler yaşanan topraklarda, toplumsal gerçekliğin, ayrıntılı bir gözleme dayanan, tamamıyla gerçekci birer yansıtılışıdır. 1968 yılında öldü.
ESERLERİ
En önemli eseri olan “Gazap Üzümleri” romanında, tarımdaki hızlı kapitalistleşme sürecini anlatır. Küçük toprakları, bankalar tarafından istimlak edilen Oklahamalı çifçiler, topraklarından kovulup, kapitalizmin olağan işleyişi gereği açlığa ve işsizliğe terkedilirler. Başka çalışma olanağı olmadığından, Kaliformiya’ya, emeklerinin, yok pahasına kullanılacağı büyük kapitalist çiftliklere doğru giden bu aileler birbirleriyle yarışır .
Eski köylülerin işçileşmesi her yerde sancılı olmaktadır ve bu süreçte yaşanan dramatik durumları gerçekçi ve çarpıcı bir biçimde Steinbeck eserlerine yansıtmıştır. Tek yiyecekleri olan katı ekmeği dişleri olmadığı için yemekte zorluk çeken büyükannenin, sonunda bu uzun yolculuğa dayanamaması, çocukların kitlesel açlığı vb. sahnelerden etkilenmemek mümkün değildir. Cüzzi bir alışveriş için girdikleri dükkanda geçen sahne, çocukların şeker de yiyebildiği bir dünya özlemini körükler.
“Fareler ve İnsanlar”, “Sardalya Sokağı”, “Cennetin Yolu” yazarın diğer önemli eserleri arasındadır. Kaliforniya’daki ırgatların grevini “Bitmeyen Kavga” adlı romanında anlatır.
1902 yılında doğdu. Kaliforniya’da bir ırgat ailenin çocuğu olan John Steinbeck, öteki yaşıtları gibi küçük yaşlarda çiftçilik yaptı. Üniversitede okuyabilmek için duvarcılık, boyacılık, kapıcılık, eczacılık işleri yaptı. 27 yaşında ilk romanı “Altın Kadeh”i yazdı. Bu yıllarda balıkçılar, serseriler ve her türden renkli kişilerle ilişkiler geliştirdi. John Steinbeck’in yapıtları, imgelerden bolca yararlanan “sanatsal” yapıtlar olmaktan çok, yüzyılın başında önemli toplumsal değişimler yaşanan topraklarda, toplumsal gerçekliğin, ayrıntılı bir gözleme dayanan, tamamıyla gerçekci birer yansıtılışıdır. 1968 yılında öldü.
ESERLERİ
En önemli eseri olan “Gazap Üzümleri” romanında, tarımdaki hızlı kapitalistleşme sürecini anlatır. Küçük toprakları, bankalar tarafından istimlak edilen Oklahamalı çifçiler, topraklarından kovulup, kapitalizmin olağan işleyişi gereği açlığa ve işsizliğe terkedilirler. Başka çalışma olanağı olmadığından, Kaliformiya’ya, emeklerinin, yok pahasına kullanılacağı büyük kapitalist çiftliklere doğru giden bu aileler birbirleriyle yarışır .
Eski köylülerin işçileşmesi her yerde sancılı olmaktadır ve bu süreçte yaşanan dramatik durumları gerçekçi ve çarpıcı bir biçimde Steinbeck eserlerine yansıtmıştır. Tek yiyecekleri olan katı ekmeği dişleri olmadığı için yemekte zorluk çeken büyükannenin, sonunda bu uzun yolculuğa dayanamaması, çocukların kitlesel açlığı vb. sahnelerden etkilenmemek mümkün değildir. Cüzzi bir alışveriş için girdikleri dükkanda geçen sahne, çocukların şeker de yiyebildiği bir dünya özlemini körükler.
“Fareler ve İnsanlar”, “Sardalya Sokağı”, “Cennetin Yolu” yazarın diğer önemli eserleri arasındadır. Kaliforniya’daki ırgatların grevini “Bitmeyen Kavga” adlı romanında anlatır.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Kadican Kaflı
Abdülkadir Kadircan Kaflı... Yazar ve öğretmen. 1903 yılında Dağıstan’ın Umra köyünde doğdu. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etti. Babası Mehmet Bey annesi Ayşe Hanım’dır. Adana Lisesi ilk kısmında (1916), Konya Lisesi orta kısmında (1919) ve Konya İlköğretmen Okulu’nda (1921) okudu. Ankara Gazi Enstitüsü Edebiyat kolunu bitirdi (1938). Buca İlkokul Başöğretmenliği (1925), Ziraat Bankası (1927-38), Zeyrek, Gaziosmanpaşa Ortaokulları Türkçe Öğretmenliği (1952-559, Terzilik Okulu (1955-57), Sanat Enstitüsü öğretmenlikleri yaptı (1959). Kurucu Meclis Üyesi (1961) ve milletvekili (1962) oldu. 1936 yılından başlayarak İzmir ve İstanbul’da değişik gazetelerde roman, makale, fıkra yazarlığı yaptı. Gazeteciler Cemiyeti üyesi, Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu ve Kuzey Kafkasya Türk Kültür Derneği başkanlıklarında bulundu. Saliha Mediha (Özdemir) Hanım ile evlenmiştir. Gönül, Umur ve Ayşe Gül adında üç çocukları dünyaya gelmiştir. Kaflı 1967 yılında öldü.
Eserlerinden bazıları: Köpüklü Deniz (şiirler-1933), Yağız Atlı (roman-1943), Kösem Sultan (roman-1943), Turhan Sultan (roman-1944), Korsan Yuvası (roman-1946), Atatürk’ten Altın Yapraklar (1943), Şimali Kafkasya-Genel Bilgi (1942), Diri Gömülenler (roman-1947).
Abdülkadir Kadircan Kaflı... Yazar ve öğretmen. 1903 yılında Dağıstan’ın Umra köyünde doğdu. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etti. Babası Mehmet Bey annesi Ayşe Hanım’dır. Adana Lisesi ilk kısmında (1916), Konya Lisesi orta kısmında (1919) ve Konya İlköğretmen Okulu’nda (1921) okudu. Ankara Gazi Enstitüsü Edebiyat kolunu bitirdi (1938). Buca İlkokul Başöğretmenliği (1925), Ziraat Bankası (1927-38), Zeyrek, Gaziosmanpaşa Ortaokulları Türkçe Öğretmenliği (1952-559, Terzilik Okulu (1955-57), Sanat Enstitüsü öğretmenlikleri yaptı (1959). Kurucu Meclis Üyesi (1961) ve milletvekili (1962) oldu. 1936 yılından başlayarak İzmir ve İstanbul’da değişik gazetelerde roman, makale, fıkra yazarlığı yaptı. Gazeteciler Cemiyeti üyesi, Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu ve Kuzey Kafkasya Türk Kültür Derneği başkanlıklarında bulundu. Saliha Mediha (Özdemir) Hanım ile evlenmiştir. Gönül, Umur ve Ayşe Gül adında üç çocukları dünyaya gelmiştir. Kaflı 1967 yılında öldü.
Eserlerinden bazıları: Köpüklü Deniz (şiirler-1933), Yağız Atlı (roman-1943), Kösem Sultan (roman-1943), Turhan Sultan (roman-1944), Korsan Yuvası (roman-1946), Atatürk’ten Altın Yapraklar (1943), Şimali Kafkasya-Genel Bilgi (1942), Diri Gömülenler (roman-1947).
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Kandemir Konduk
KANDEMıR KONDUK, ülkemizin tanınmış tiyatro ve mizah yazarıdır. İlk oyunu Yüzsüz Zühtü, 1971 yılında Altan Erbulak-Metin Serezli Çevre Tiyatrosu’nda sergilendi. Bugüne kadar 17 oyunu sahnelenen Konduk’un en bilinen oyunları Zeki Alasya-Metin Akpınar Devekuşu Kabare’de oynanan İnsanlığın Lüzumu Yok, Yasaklar, Beyoğlu Beyoğlu (kısmen), Geceler ile şuna Buna Dokunduk”, Müjdat Gezen’le birlikte Artiz Mektebi, son dönemlerde de Medya Medya Nereye?, No Savaş, Yes Manken ve İyi Aile Çocuğu”dur. Televizyon izleyicisinin yakından bildiği Perihan Abla, Ana, Mahallenin Muhtarları gibi pek çok dizinin de yazarı olan Konduk’un, gülmece türünde yayınlanmış 14 öykü, oyun ve şiir kitabı vardır. Yaşamı boyunca gülmece yazan Kandemir Konduk, Müjdat Gezen’le GÜM (Güldürü Üretim Merkezi) adlı ajansı kurarak ünlü yazar ve çizerleri bir araya getirmiş, birlikte üretimlerde bulunmuşlardır. Aşklar da Değişti, Kandemir Konduk’un gülmece türü dışındaki ilk yapıtıdır.
ESERİ
Aşklar da Değişti
KANDEMıR KONDUK, ülkemizin tanınmış tiyatro ve mizah yazarıdır. İlk oyunu Yüzsüz Zühtü, 1971 yılında Altan Erbulak-Metin Serezli Çevre Tiyatrosu’nda sergilendi. Bugüne kadar 17 oyunu sahnelenen Konduk’un en bilinen oyunları Zeki Alasya-Metin Akpınar Devekuşu Kabare’de oynanan İnsanlığın Lüzumu Yok, Yasaklar, Beyoğlu Beyoğlu (kısmen), Geceler ile şuna Buna Dokunduk”, Müjdat Gezen’le birlikte Artiz Mektebi, son dönemlerde de Medya Medya Nereye?, No Savaş, Yes Manken ve İyi Aile Çocuğu”dur. Televizyon izleyicisinin yakından bildiği Perihan Abla, Ana, Mahallenin Muhtarları gibi pek çok dizinin de yazarı olan Konduk’un, gülmece türünde yayınlanmış 14 öykü, oyun ve şiir kitabı vardır. Yaşamı boyunca gülmece yazan Kandemir Konduk, Müjdat Gezen’le GÜM (Güldürü Üretim Merkezi) adlı ajansı kurarak ünlü yazar ve çizerleri bir araya getirmiş, birlikte üretimlerde bulunmuşlardır. Aşklar da Değişti, Kandemir Konduk’un gülmece türü dışındaki ilk yapıtıdır.
ESERİ
Aşklar da Değişti
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Karl Popper
Karl Raimund Popper, 28 Temmuz 1902’de Viyana’da doğdu. 1918-1928 yılları arasında Viyana Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Aynı dönemde, yirmi yaşındayken, Viyanalı usta Adalbert Pösch’ten marangozluk eğitimi de aldı ve 1924’te kalfa oldu. 1928 yılında dil kuramcısı Karl Bühler’in danışmanlığında doktorasını verdi. Naziler’in Avusturya’yı işgalinden önce, 1937’de, Yeni Zelanda’ya göçtü. Burada, Canterbury University College’da doçent oldu ve 1945 yılı sonuna dek felsefe dersleri verdi. 1945’te İngiliz vatandaşlığına geçti. 1946’da İngiltere’ye giderek, London School of Economics and Political Science’ta mantık ve bilimsel yöntem profesörü olarak çalıştı. 1961’de Tübingen’deki bir toplantıda, Theodor W. Adorno’yla “olguculuk tartışması”na (Positivismusstreit) girişti. 1965 yılında Kraliçe II. Elizabeth tarafından kendisine “Sir” unvanı verildi. 1969’da London School of Economics and Political Science’tan emekli oldu. Bu tarihten sonra, çeşitli üniversitelerde konuk profesör olarak dersler vermeyi sürdürdü, birçok ödüle layık görüldü ve çalışmalarını daha çok kitaplarının yazımında yoğunlaştırdı. 17 Eylül 1994’te East Croyden’da (Londra) öldü.
Yapıtları: Logik der Forschung, 1934 (Bilimsel Araştırmanın Mantığı, YKY, 1998); The Open Society and Its Enemies, 1945 (Açık Toplum ve Düşmanları 1-2, Remzi Kitabevi, 1994); The Poverty of Historicism, 1957 (Tarihselciliğin Sefaleti, İnsan Yayınları, 1998); Conjectures and Refutations, 1963; Objective Knowledge, 1972; Unended Quest: An Intellectual Autobiography, 1976; The Self and Its Brain, 1977; Die beiden Grundprobleme der Erkenntnistheorie, 1979; Realism and the Aim of Science, 1982; The Open Universe: An Argument for Indeterminism, 1983; Quantum Theory and the Schism in Physics, 1984; A World of Propensities, 1990; Alles Leben ist Problemlösen, 1994.
Karl Raimund Popper, 28 Temmuz 1902’de Viyana’da doğdu. 1918-1928 yılları arasında Viyana Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Aynı dönemde, yirmi yaşındayken, Viyanalı usta Adalbert Pösch’ten marangozluk eğitimi de aldı ve 1924’te kalfa oldu. 1928 yılında dil kuramcısı Karl Bühler’in danışmanlığında doktorasını verdi. Naziler’in Avusturya’yı işgalinden önce, 1937’de, Yeni Zelanda’ya göçtü. Burada, Canterbury University College’da doçent oldu ve 1945 yılı sonuna dek felsefe dersleri verdi. 1945’te İngiliz vatandaşlığına geçti. 1946’da İngiltere’ye giderek, London School of Economics and Political Science’ta mantık ve bilimsel yöntem profesörü olarak çalıştı. 1961’de Tübingen’deki bir toplantıda, Theodor W. Adorno’yla “olguculuk tartışması”na (Positivismusstreit) girişti. 1965 yılında Kraliçe II. Elizabeth tarafından kendisine “Sir” unvanı verildi. 1969’da London School of Economics and Political Science’tan emekli oldu. Bu tarihten sonra, çeşitli üniversitelerde konuk profesör olarak dersler vermeyi sürdürdü, birçok ödüle layık görüldü ve çalışmalarını daha çok kitaplarının yazımında yoğunlaştırdı. 17 Eylül 1994’te East Croyden’da (Londra) öldü.
Yapıtları: Logik der Forschung, 1934 (Bilimsel Araştırmanın Mantığı, YKY, 1998); The Open Society and Its Enemies, 1945 (Açık Toplum ve Düşmanları 1-2, Remzi Kitabevi, 1994); The Poverty of Historicism, 1957 (Tarihselciliğin Sefaleti, İnsan Yayınları, 1998); Conjectures and Refutations, 1963; Objective Knowledge, 1972; Unended Quest: An Intellectual Autobiography, 1976; The Self and Its Brain, 1977; Die beiden Grundprobleme der Erkenntnistheorie, 1979; Realism and the Aim of Science, 1982; The Open Universe: An Argument for Indeterminism, 1983; Quantum Theory and the Schism in Physics, 1984; A World of Propensities, 1990; Alles Leben ist Problemlösen, 1994.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Kemal Kahraman
1958’de Nazilli’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Nazilli ve İzmit’te tamamladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Mavera dergisinde çalıştı. 1984-1985 yıllarında birbuçuk yıl İngiltere, Londra’da kaldı. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde master derecesi aldı. Aynı enstitüde doktor ünvanını alan yazar, değişik yerlerde özellikle tarih üzerine yazılar yazmaktadır. 1985’ten sonra bir dönem, İslâm ve İlim ve Sanat dergilerinde çalıştı.
ESERLERİ
Çağdaş Sömürge İmparatorluğu (1989), Kuşatma Altında Beyrut Günlüğü (şiir çevirisi, 1990), Türkiye’nin Boyun Ağrıları, (1992)
1958’de Nazilli’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Nazilli ve İzmit’te tamamladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Mavera dergisinde çalıştı. 1984-1985 yıllarında birbuçuk yıl İngiltere, Londra’da kaldı. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde master derecesi aldı. Aynı enstitüde doktor ünvanını alan yazar, değişik yerlerde özellikle tarih üzerine yazılar yazmaktadır. 1985’ten sonra bir dönem, İslâm ve İlim ve Sanat dergilerinde çalıştı.
ESERLERİ
Çağdaş Sömürge İmparatorluğu (1989), Kuşatma Altında Beyrut Günlüğü (şiir çevirisi, 1990), Türkiye’nin Boyun Ağrıları, (1992)
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Kemal Fedai Coşkuner
1927 yılında Antalya’nın Akseki ilçesi Mahmutlu köyünde doğdu. 1945 yılında Antalya Aksu Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Antalya, İzmir ve Muğla’da öğretmenlik yaptı. Emekli olduktan sonra bir süre İzmir Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nde bulundu. Coşkuner, hayatı boyunca pek çok dernek ve kuruluşlarda çalıştı ve yöneticilik yaptı. İlk olarak 1951-52’ de Türkiye Milliyetçiler Derneği’nin Tire Şubesinde bulundu. 1961-65 arası İzmir Türk Ocağı Başkanlığı yaptı. 1978 de tekrar İzmir Türk Ocağında görev yaptı. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği’nin kurucusu oldu ve 1969 yılında genel başkanlığına getirildi. Bu dernek daha sonra İzmir Ülkü Ocakları Derneği’ne katıldı. Kemal Fedai Coşkuner ayrıca İzmir Ülkü-Bir Derneği’nin kurucuları ve yöneticileri arasında yer aldı. 1965 seçimlerinde Adalet Partisi Manisa milletvekili adayı oldu. Daha sonra bu partiden istifa ederek Milliyetçi Hareket Partisi’ne katıldı. MHP’den 1973’de Aydın, 1977’de Antalya milletvekili adayı oldu. Gazeteci, yazar ve eğitimci olup, FEDAİ Dergisi’nin de sahibiydi. Yazılarını Fedai, Toprak, Serdengeçti, İleri, Anadolu, Türk Yolu, Bizim Anadolu, Hergün, Komünizmle Savaş, Orkun gazete ve dergilerinde yayınladı. Coşkuner, 3 Aralık 1979 günü alışveriş yaptığı pazar yerinden dönerken Agora semtinde komünist militanlar tarafından kurşunlanarak şehit edildi.
1927 yılında Antalya’nın Akseki ilçesi Mahmutlu köyünde doğdu. 1945 yılında Antalya Aksu Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Antalya, İzmir ve Muğla’da öğretmenlik yaptı. Emekli olduktan sonra bir süre İzmir Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nde bulundu. Coşkuner, hayatı boyunca pek çok dernek ve kuruluşlarda çalıştı ve yöneticilik yaptı. İlk olarak 1951-52’ de Türkiye Milliyetçiler Derneği’nin Tire Şubesinde bulundu. 1961-65 arası İzmir Türk Ocağı Başkanlığı yaptı. 1978 de tekrar İzmir Türk Ocağında görev yaptı. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği’nin kurucusu oldu ve 1969 yılında genel başkanlığına getirildi. Bu dernek daha sonra İzmir Ülkü Ocakları Derneği’ne katıldı. Kemal Fedai Coşkuner ayrıca İzmir Ülkü-Bir Derneği’nin kurucuları ve yöneticileri arasında yer aldı. 1965 seçimlerinde Adalet Partisi Manisa milletvekili adayı oldu. Daha sonra bu partiden istifa ederek Milliyetçi Hareket Partisi’ne katıldı. MHP’den 1973’de Aydın, 1977’de Antalya milletvekili adayı oldu. Gazeteci, yazar ve eğitimci olup, FEDAİ Dergisi’nin de sahibiydi. Yazılarını Fedai, Toprak, Serdengeçti, İleri, Anadolu, Türk Yolu, Bizim Anadolu, Hergün, Komünizmle Savaş, Orkun gazete ve dergilerinde yayınladı. Coşkuner, 3 Aralık 1979 günü alışveriş yaptığı pazar yerinden dönerken Agora semtinde komünist militanlar tarafından kurşunlanarak şehit edildi.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Lale Müldür
Lale Müldür 1956'da Aydın'da doğdu. Liseyi Robert Kolej'de bitirdi. Şiir bursu alarak Floransa'ya gitti. Türkiye'ye geri dönerek birer yıl ODTÜ Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam etti. 1977'de İngiltere'ye giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden lisansını; Essex Üniversitesi Edebiyat Sosyolojisi Bölümü'nden master derecesini aldı. 1983-1987 yılları arasında Brüksel'de yaşadı.
İlk şiirleri 1980'de Yazı ve Yeni İnsan dergilerinde çıktı. Gösteri, Defter, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Sombahar dergilerinde birçok şiir ve yazısı yayımlandı; şiirlerinden bazıları bestelendi ve filmlerde kullanıldı.
ESERLERİ
Voyıcır II (Ahmet Güntan'la birlikte, 1990), Kuzey Defterleri (1992), Buhurumeryem (1993), Uzak Fırtına (1988), Seriler Kitabı (1991) ile Divanü lügat-it-Türk (1998) adlı kitapları bulunuyor.
Şiirlerinden bir seçki 'Water Music' adıyla Dublin'de yayımlandı (Poetry Ireland, 1998). Fransız ressam Colette Deblé'nin resimleri üzerine yazdığı şiirlerse Fransız Enstitüsü'nden 'Yağmur Kızı Böyle Diyor' adıyla Fransızca olarak yayımlandı. Bir dönem Radikal gazetesinde yazdı; yurt dışındaki birçok toplantıya Türkiye'yi temsilen katıldı.
Lale Müldür 1956'da Aydın'da doğdu. Liseyi Robert Kolej'de bitirdi. Şiir bursu alarak Floransa'ya gitti. Türkiye'ye geri dönerek birer yıl ODTÜ Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam etti. 1977'de İngiltere'ye giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden lisansını; Essex Üniversitesi Edebiyat Sosyolojisi Bölümü'nden master derecesini aldı. 1983-1987 yılları arasında Brüksel'de yaşadı.
İlk şiirleri 1980'de Yazı ve Yeni İnsan dergilerinde çıktı. Gösteri, Defter, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Sombahar dergilerinde birçok şiir ve yazısı yayımlandı; şiirlerinden bazıları bestelendi ve filmlerde kullanıldı.
ESERLERİ
Voyıcır II (Ahmet Güntan'la birlikte, 1990), Kuzey Defterleri (1992), Buhurumeryem (1993), Uzak Fırtına (1988), Seriler Kitabı (1991) ile Divanü lügat-it-Türk (1998) adlı kitapları bulunuyor.
Şiirlerinden bir seçki 'Water Music' adıyla Dublin'de yayımlandı (Poetry Ireland, 1998). Fransız ressam Colette Deblé'nin resimleri üzerine yazdığı şiirlerse Fransız Enstitüsü'nden 'Yağmur Kızı Böyle Diyor' adıyla Fransızca olarak yayımlandı. Bir dönem Radikal gazetesinde yazdı; yurt dışındaki birçok toplantıya Türkiye'yi temsilen katıldı.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Levon Panos Dabağyan
Dabağyan, 1933 yılında İstanbul’da doğdu. Levon Panos Dabağyan, ailesini şöyle tanıtıyor; “Krikor ve Siranuş adında Ermeni asıllı bir ailenin evladı olarak 11 Kasım 1933’de İstanbul’un Aksaray-Yenikapı’ semtinde, büyük devlet adamı Harutyun Amira Bezciyan’ın meşhur yalısında dünyaya geldim. Baba tarafım Van vilayetinden Kastamonu’nun Kadınsaray Köyü’ne yerleşmiş bir sülaleye (Karacıyanlar), ana tarafı ise Erzurum ve Van dolaylarından İstanbul’a takriben bir asır evvel göçüp Yenikapı semtine yerleşen Dabağyan’lardır. Ailevi bir sebepten dolayı Dabağyan soyadını alan Krikor Efendi, evlatlarına da aynı soyadını vermiştir.”
HAKKINDA YAZILANLAR
İzlenmesi gereken bir yazar: Levon Panos Dabağyan
Mahmut Çetin mcetin@biyografi.net
Levon Panos Dabağyan, eskilerin nev-i şahsına münhasır dediği bir kişilik. O, Türk Milletini, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetini seven bir kalem. Dabağyan, adından anlaşılacağı gibi Ermeni kökenli. Adını bildiğim, yazılarından istifade ettiğim bu güzel insana Tarih ve Düşünce dergisinde tanıma fırsatı buldum, sohbetinden istifade ettim.
Kimdir Dabağyan ?
Dabağyan, 1933 yılında İstanbul’da doğdu. Levon Panos Dabağyan, ailesini şöyle tanıtıyor; “Krikor ve Siranuş adında Ermeni asıllı bir ailenin evladı olarak 11 Kasım 1933’de İstanbul’un Aksaray-Yenikapı’ semtinde, büyük devlet adamı Harutyun Amira Bezciyan’ın meşhur yalısında dünyaya geldim. Baba tarafım Van vilayetinden Kastamonu’nun Kadınsaray Köyü’ne yerleşmiş bir sülaleye (Karacıyanlar), ana tarafı ise Erzurum ve Van dolaylarından İstanbul’a takriben bir asır evvel göçüp Yenikapı semtine yerleşen Dabağyan’lardır. Ailevi bir sebepten dolayı Dabağyan soyadını alan Krikor Efendi, evlatlarına da aynı soyadını vermiştir.” Dabağyan ailesi; Ermeni mezhebi olan Lusavoriçağan mezhebindendir.(1)
O bir milliyetçi
Dabağyan’ın bir başka yönü de CKMP’den MHP’ye Milliyetçi Hareket içinde görev alan bir vatansever olması. 1969 seçimlerinde Dündar Taşer’le birlikte MHP İstanbul milletvekili (ya da senatör) adayı olur. MHP’nin parti ampleminin seçilmesi sırasında “biz İslam milletiyiz hilal isteriz” diye üç hilalden yana görüş bildirir.
1967’de C.K.M.P’ye girmiştir. 1970’li yıllarda, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in isteğiyle Ortadoğu gazetesinde yazı yazmıştır. Levon Panos Dabağyan’ın, Yeni İstanbul, Babıali’de Sabah, Bugün, Hakikat, Yeşil Belde ve Tercüman gazetelerinde makale ve tefrikaları yayınlanmıştır. Dabağyan’ın 12 Eylül öncesinde Hergün gazetesinde ve Türk Edebiyatı gibi kültür ve sanat dergilerde de yazıları yayınlanmıştır.
Türkiye Ermenileri
Dabağyan, bir yazısında Türkiye’deki Ermeniler’i anlatırken, “Bütün Ermenileri düşman görmek tamamen yanlıştır ve de haksızlığın ta kendisidir. Zira, Türk vatanını en az bizler kadar seven ve dış ülkelere giden Türk insanına adeta kardeş gibi davranarak onları başı üstünde ağırlayan nice Ermeni mevcuttur” diyor.
Ermeni Meselesinin özü ya da “bir ölüme çare yok, anlatacağız”
Ermeni Meselesinin özünü Dabağyan’ın ağzından dinliyoruz: “Ermeni ve Türk masonları Türk tarihini, Osmanlı Ermenilerini tanıtmak istemezler. Bunu tanımayınca Ermeni gençler, Taşnak Partisini tanıyor.” Ermeni cemaatının Türkiye’deki durumunu anlatıyor: “Buradaki Ermeni’nin Türk düşmanlığı ile bir alakası yoktur.” Ermeni meselesini protesto etmek için Taksim’de kendini yakan Türk dostu Ermeni’yi hatırlatıyor. Milli Mücadele sırasında Anadolu’ya silah sevk eden ve bilahare Afyon milletvekili seçilen Berc Keresteciyan’dan Osman Gazi’ye uzanıyor: “Osman Gazi nur içinde yatsın. Ermeni kullarımı içinize alın, yoksa Bizans bunları bitirir. Ermeni Piskoposluğu Bursa’dadır. İstanbul’un fethinden sonra patriklik olur.” Dabağyan, Ermeni Meselesinin çözümsüz olduğuna inanmıyor “bir ölüme çare yok, anlatacağız.”
Dabağyan gayretlerini anlamayanlar ve kendisini eleştirenler için de bir çift sözü var: “Ya Rabbi sana şükürler olsun. Demek ki, bir değerim varmış ki, bana saldırıyorlar.” Levon Panos Dabağyan, değeri bilinmesi gereken bir yazar, bir araştırmacı, bir dost. O artık yazılarını Tarih ve Düşünce dergisinde neşrediyor.
Sinema yazıları
Dabağyan, Osmanlı Tarihi ve Ermeniler’le ilgili yazılarının yanında Türk Sineması ile de ilgileniyor. Onun bu yazılarından biri “Kültür Emperyalizminde Sinemanın Yeri”(2) başlığını taşır ki, bu yazı üst düzeyde bir milli şuurun ifadesidir.
Papalığa sızan gizli el !
Levon Panos Dabağyan derin tarih bilgisiyle gündemdeki olaylar arasında bağlantı kurarak, Türkiye Ermenileri içinde tarihi bir misyonu yerine getirmektedir. Onun İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar sırasında gündeme gelen olaylara da değişik bakış açısı getirir: “Vatikan 1962-1965 Sen Sinot Meclisi’nde alınan kararların dışına çıkmaya asla ve asla yanaşmamıştır. Bu inadındaki asıl sebep ise mezkur mecliste alınmış olan gizli kararlardı. Bunlardan bir tanesini aynen geçiyoruz ki, Vatikan’ın Siyonizm’e vermiş olduğu en büyük ödünlerden başlıcasıdır:
*Hristiyanlık dininde reform yapılacak ve böylece Hristiyanlık dini günün şartlarına uygun şekle getirilecek.
*Hz. İsa Museviler tarafından değil, Romalılar tarafından çarmıha gerilmiştir.
Bu madde gizli olarak kabul edilmiştir.”(3) Dabağyan, Papalık otoritesi içine Yahudi işbirlikçisi bir bakışın sızmasına dikkat çeker.
Azerbaycan-Ermenistan Çatışması ve Türkiye
Başta Karabağ olmak üzere Azerbaycan’daki Türk illerinin Ermenistan tarafından işgal edilmesi, bütün dünya Türklüğü açısından üzüntü verici bir durumdur. Türk-Ermeni ilişkilerinde Ermeni saldırganlığına karşı durulamadığı gibi, sonraki dönemde Türkiye ile diyalog kurmaya çalışan Levon der Petrosyan’ın uzlaşmacı yaklaşımı da boşlukta bırakılmıştır. Uzlaşmacı Petrosyan çözüm üretemeyince, sertlik yanlısı Rober Koçaryan’ın Ermenistan’ın başına geçmesine fırsat verilmiştir. Levon Panos Dabağyan, Türkiye’nin Pedrosyan’la diyalog kurarak, Ermenistan’ı kendi tarafına çekebilecekken bunu yapamadığını söyler.(4)
Bu çerçevede Ermenistan Eski Devlet Başkanı Levon der Petrosyan’ın, Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş ile de görüştüğünü hatırlayalım. Asıl problemin Türkiye Ermenileri ve Ermenistan ile ilgisi olmayan, Ermeni diasporasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Biz sorunlarımızı diyalogla aşmanın yolunu bulmalıyız. Bu minvalde Levon Panos Dabağyan’ın uyarıcı çalışmalarını, saygıyla karşılıyoruz.
KAYNAKLAR
(1)Ermeni Portreleri Hüdavendigar Onur Burak Y. İstanbul 1999 sf.49-50
(2)Kültür Emperyalizminde Sinemanın Yeri Levon Panos Dabağyan Türk Edebiyatı Mayıs 1981 s.91 sf.27-27
(3)Papa ve Siyonizm Levon Panos dabağyan Tarih ve Düşünce Haziran 2002 s.6 sf.54-55
(4)Ermeniler nasıl mesele yapılmaz Levon Panos Dabağyan Tarih ve Düşünce Mayıs 2002 s.5 sf34-36
xxx
Dabağyan’ın Eserleri
Mahmut Çetin mcetin@biyografi.net
Fatih ve Fetih Olayı
Levon Panos Dabağyan’ın ‘Fatih ve Fetih Olayı’, ‘Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945’ ve ‘Türkiye Ermenileri Tarihi’ adlı eserleri vardır. Dabağyan, İstanbul’un fethini anlatan ‘Fatih ve Fetih Olayı’ isimli eseri önsözde şöyle takdim ediyor: “.. bütün cihanın çehresini bir anda değiştirmiş olan, cihanşümul bir hadisenin özetini meydana getirmiş oldum.” Yazar kitabın yankılarını da şöyle anlatıyor: “1973’te pek yakın dostum, hatta manevi kardeşim olan, Aykurt Neşriyat sahibi Attila Atilhan Bey, Çağ Açan Hükümdar Fatih adlı eserimi tetkik etti ve derhal 5000 adet olarak bastı. Nihayet arzuma kavuştum. Lakin kitabım satılmaz diye düşünüyordum. Çünkü diğer yayınevleri tüm cesaretimi kırmışlardı. Daha evvel Attila Bey’e başvurmamamın tek sebebi ise, Attila Bey’in İstanbul’da olmayışındandı. Attila Bey bu hususta da bana cesaret verdi ve : ‘Ağabey hiç endişelenme. Allah’ın izniyle senin eserin satılacaktır. Sen merhum pederimin, ailemize yadigarısın. Kitabın satılması için elimden geleni yapacağım. Hiç merak etme Allah büyüktür’ dedi. Nitekim kısa bir zamanda umduğumun fevkinde satış oldu ve kitabın mevcudu tükendi.”
Levon Panos Dabağyan, İstanbul’un fethini küçültmek ve fethin muhteşem etkisini yıpratmak isteyenlere tepkili. O, gemilerin karadan çekilmediği vs. gibi fethin bilinen sembollerinin özellikle yıpratıldığını iddia ediyor. Dabağyan fethin tanımlanmasında yapılan önemli bir yanlışlığa da dikkat çekiyor: “Bizans’ın fethi hakkında yazılmış olan bazı eserlerde; Bizans’ın tamamen çürümüş, yıpranmış kof bir ağaç gibi gösterilmektedir. Halbuki, bu gibi yazarlar aslında ne gibi bir hataya düşmüş olduklarının farkında değillerdir veya maksatlı hareket etmektedirler. Zira Bizans, onların eserlerinde belirtmiş oldukları şekilde olsaydı; eşsiz Cihangir’in o dev başarısını gölgelenirdi. Daha doğrusu, önemini tamamen kaybederdi. Bu tamamen yanlış bir görüş ve yanlış bir tutumdur.... Büyük Cihangir Fatih Sultan Mehmed han, gayet kuvvetli bir düşmanı haklamış ve koca bir imparatorluğu tarihten silip atmıştır. Dev Bizans’ı tarih sahifelerine göçerten tek sebep, Muhteşem Fatih’in eşsiz dehası, yüce Türk Ordusunun iman gücünün üstünlüğü ve çelikten bileğidir.”
Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişmesi
Dabağyan ‘Fatih ve Fetih Olayı’ adlı eserinde Bizans’ın yıkılmasına Türkler kadar Ermeniler’in de sevindiğini söyler. Bunda en büyük tesir, Türklerin himayesine geçen Ermeniler’in Türklerden gördüğü dostluk ve himayedir: “Osman Gazi’nin 1326’da Bursa’yı zaptederek payitaht ilan etmesinden sonra, Türkler himayesinde bulunan Ermenilerin Ruhani Reislik Merkezi Bursa’ya nakledilmişti. Bursa’da bulunan Ermeniler, ekseriyetle İç Anadolu’dan gelme sanatkar, mimar, kalfa ve küçük zanaat erbapları idi. Sultan Fatih, Rumeli Hisarı’nın inşaasında bu zanaatkarlardan da faydalanmıştı.”
Dabağyan bir başka bağlantının daha altını çizer: “Ermenilerin Urartular, Sümerler ve Subarlar’la birlikte Gurlar yurdundan ilk gelen Türkler olduğunu açıklayan kaynaklar vardır. Ermeniler asırlarca Türklere her dalda şerefli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ne var ki Türkiye üzerinde gizli emeller peşinde olan İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi bir takım Batılı devletler, kendi menhus gayelerine erişebilmek maksadı ile din kardeşliği efsunu ile Ermenilerin fikrini çelip, mezheplere bölmüş ve zamanla kendi hakimiyetleri altına alarak Türkiye’ye karşı ayaklandırmışlardır. Ermenilerin bu hataları çok pahalıya mal olmuş ve perişan Ermeniler, göçebe gibi dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır.”
Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945
Levon Panos Dabağyan’ın eserlerinden biri de 2.Dünya Savaşı’nda Amerika’nın yaptığı bir katliamı anlatan ‘Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945’ adlı eseridir. Dabağyan eseri şöyle takdim eder: “Dünyayı kan ve göz yaşına boğan 2. Dünya Harbinin üzerinden bunca zaman geçti. Yeni Dünya Düzeninin haritasını çizen ve tarihini yazan galiplerdi. İnsanlığa, kırım ve katliamın tarihi galipler tarafından öğretildi. Galipler, beynelminel sermaye çevreleri ile onun jandarmalığını yapan ABD ve yandaşlarıydı. İnsanlar, 2. Dünya Harbinde aynı zamanda büyük bir insanlık ayıbı olan soykırımla tanıştı. Hemen herkes, soykırım dendiğinde Yahudileri hatırlamakta hemfikirdir. Oysa, 2. Dünya Harbi'nin tek ve gerçek soykırım kurbanları Asyalı kahraman bir millet olan Japonlar olmuştur. Ne var ki, tarihi hakikatleri ters yüz etmekte usta olan Yahudi ve Yahudi sermaye çevreleri Yeni Dünya Düzenin mimarı olabilmek için Asya'nın bu milli gücünü kırmak zorundaydı. Bunun için insanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en korkunç silahı olan atomu Japonlar üzerinde kullanmakta tereddüt etmemişlerdir.”
İnsanlık için son derece utanç verici olan atom bombası denemesiyle, Japonlar teslim olduğunda, Asya'nın bu şerefli milletinin şerefine uygun hareket etmekten başka çaresi kalmamıştı. Amiral Ugaki'nin 24 Kamikaze uçağıyla yaptığı intihar dalışları bunlardan sadece biridir. Bugüne kadar yazılan ve bilinen 2. Dünya Harp tarihlerinin tam tersine, Dabağyan’ın eserinde hakikatler apaçık ortaya çıkmaktadır. Kum Saati Yayınları’ndan neşredilen eseri, Erol Cihangir yayına hazırlamış.
Xxx
ESERLERİ
Pearl-Harbor'dan Hiroşima'ya 1941-1945
Levon Panos Dabağyan
Erol Cihangir
KUM SAATİ YAYINLARI
Dünyayı kan ve göz yaşına boğan 2. Dünya Harbinin üzerinden bunca zaman geçti. Yeni Dünya Düzeninin haritasını çizen ve tarihini yazan galiplerdi. İnsanlığa, kırım ve katliamın tarihi galipler tarfından öğretildi. Galipler, beynelminel sermaye çevreleri ile, onun jandarmalığını yapan ABD ve yandaşlarıydı. İnsanlar, 2. Dünya Harbinde aynı zamanda büyük bir insanlık ayıbı olan soykırımla tanıştı. Hemen herkes, soykırım dendiğinde Yahudileri hatırlamakta hemfikirdir. Oysa, 2. Dünya Harbi'nin tek ve gerçek soykırım kurbanları Asyalı kahraman bir millet olan Japonlar olmuştur. Ne varki, tarihi hakikatleri ters yüz etmekte usta olan Yahudi ve Yahudi sermaye çevreleri yeni Dünya Düzenin mimarı olabilmek için Asya'nın bu milli gücünü kırmak zorundaydı. Bunun için insanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en korkunç silâhı olan Atom'u Japonlar üzerinde denemekte tereddüt etmemiştir. İnsanlık için son derece utanç verici olan Atom Bombası denemesiyle, Japonlar teslim olduğunda, Asya'nın bu şerefli milletinin şerefine uygun hareket etmekten başka çaresi kalmamıştı. Pek çok ibret verici şeref sahnelerinden biri olan Amiral Ugaki'nin 24 Kamikaze uçağıyla yaptığı intihar dalışları bunlardan sadece biridir. İşte bu dalışlardan birisi: "Filo komutanı Amiral Ugaki, bir an Pasifik Okyanusunun uçsuz bucaksız enginliklerine baktıktan sonra, uçaklar arası telsizle hüzünlü fakat metin bir ifadeyle şu emri verdi:- Dikkat! Filo komutanından Filoya. Son görevinizi yapmaya hazır olun... Emrim: topyekün taarruz dalışıdır. Yaşasın İmparator. Başta Amiral Ugaki'nin uçağı olmak üzere, mesajı alan 24 uçaktan kurulu Kamikaze filosu, Pasifik'in sonsuz derinliklerine doğru pike yaptı. Vatanına ve geleneklerine son derece bağlı olan bu kahraman asker, emrindeki filo ile hayatına tam bir Kamikaze pilotu olarak son verdi. Bugüne kadar yazılan ve bilinen 2. Dünya Harp tarihlerinin tam tersine, fakat hakikatlerin çiğ parıltısını bu kitapta bulacaksınız.
Yayın Yılı: 2001; 375 sayfa; 3.HAMUR; 13,5x21 cm; KARTON KAPAK; ISBN:9758414089; Dili:TÜRKÇE
Dabağyan, 1933 yılında İstanbul’da doğdu. Levon Panos Dabağyan, ailesini şöyle tanıtıyor; “Krikor ve Siranuş adında Ermeni asıllı bir ailenin evladı olarak 11 Kasım 1933’de İstanbul’un Aksaray-Yenikapı’ semtinde, büyük devlet adamı Harutyun Amira Bezciyan’ın meşhur yalısında dünyaya geldim. Baba tarafım Van vilayetinden Kastamonu’nun Kadınsaray Köyü’ne yerleşmiş bir sülaleye (Karacıyanlar), ana tarafı ise Erzurum ve Van dolaylarından İstanbul’a takriben bir asır evvel göçüp Yenikapı semtine yerleşen Dabağyan’lardır. Ailevi bir sebepten dolayı Dabağyan soyadını alan Krikor Efendi, evlatlarına da aynı soyadını vermiştir.”
HAKKINDA YAZILANLAR
İzlenmesi gereken bir yazar: Levon Panos Dabağyan
Mahmut Çetin mcetin@biyografi.net
Levon Panos Dabağyan, eskilerin nev-i şahsına münhasır dediği bir kişilik. O, Türk Milletini, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetini seven bir kalem. Dabağyan, adından anlaşılacağı gibi Ermeni kökenli. Adını bildiğim, yazılarından istifade ettiğim bu güzel insana Tarih ve Düşünce dergisinde tanıma fırsatı buldum, sohbetinden istifade ettim.
Kimdir Dabağyan ?
Dabağyan, 1933 yılında İstanbul’da doğdu. Levon Panos Dabağyan, ailesini şöyle tanıtıyor; “Krikor ve Siranuş adında Ermeni asıllı bir ailenin evladı olarak 11 Kasım 1933’de İstanbul’un Aksaray-Yenikapı’ semtinde, büyük devlet adamı Harutyun Amira Bezciyan’ın meşhur yalısında dünyaya geldim. Baba tarafım Van vilayetinden Kastamonu’nun Kadınsaray Köyü’ne yerleşmiş bir sülaleye (Karacıyanlar), ana tarafı ise Erzurum ve Van dolaylarından İstanbul’a takriben bir asır evvel göçüp Yenikapı semtine yerleşen Dabağyan’lardır. Ailevi bir sebepten dolayı Dabağyan soyadını alan Krikor Efendi, evlatlarına da aynı soyadını vermiştir.” Dabağyan ailesi; Ermeni mezhebi olan Lusavoriçağan mezhebindendir.(1)
O bir milliyetçi
Dabağyan’ın bir başka yönü de CKMP’den MHP’ye Milliyetçi Hareket içinde görev alan bir vatansever olması. 1969 seçimlerinde Dündar Taşer’le birlikte MHP İstanbul milletvekili (ya da senatör) adayı olur. MHP’nin parti ampleminin seçilmesi sırasında “biz İslam milletiyiz hilal isteriz” diye üç hilalden yana görüş bildirir.
1967’de C.K.M.P’ye girmiştir. 1970’li yıllarda, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in isteğiyle Ortadoğu gazetesinde yazı yazmıştır. Levon Panos Dabağyan’ın, Yeni İstanbul, Babıali’de Sabah, Bugün, Hakikat, Yeşil Belde ve Tercüman gazetelerinde makale ve tefrikaları yayınlanmıştır. Dabağyan’ın 12 Eylül öncesinde Hergün gazetesinde ve Türk Edebiyatı gibi kültür ve sanat dergilerde de yazıları yayınlanmıştır.
Türkiye Ermenileri
Dabağyan, bir yazısında Türkiye’deki Ermeniler’i anlatırken, “Bütün Ermenileri düşman görmek tamamen yanlıştır ve de haksızlığın ta kendisidir. Zira, Türk vatanını en az bizler kadar seven ve dış ülkelere giden Türk insanına adeta kardeş gibi davranarak onları başı üstünde ağırlayan nice Ermeni mevcuttur” diyor.
Ermeni Meselesinin özü ya da “bir ölüme çare yok, anlatacağız”
Ermeni Meselesinin özünü Dabağyan’ın ağzından dinliyoruz: “Ermeni ve Türk masonları Türk tarihini, Osmanlı Ermenilerini tanıtmak istemezler. Bunu tanımayınca Ermeni gençler, Taşnak Partisini tanıyor.” Ermeni cemaatının Türkiye’deki durumunu anlatıyor: “Buradaki Ermeni’nin Türk düşmanlığı ile bir alakası yoktur.” Ermeni meselesini protesto etmek için Taksim’de kendini yakan Türk dostu Ermeni’yi hatırlatıyor. Milli Mücadele sırasında Anadolu’ya silah sevk eden ve bilahare Afyon milletvekili seçilen Berc Keresteciyan’dan Osman Gazi’ye uzanıyor: “Osman Gazi nur içinde yatsın. Ermeni kullarımı içinize alın, yoksa Bizans bunları bitirir. Ermeni Piskoposluğu Bursa’dadır. İstanbul’un fethinden sonra patriklik olur.” Dabağyan, Ermeni Meselesinin çözümsüz olduğuna inanmıyor “bir ölüme çare yok, anlatacağız.”
Dabağyan gayretlerini anlamayanlar ve kendisini eleştirenler için de bir çift sözü var: “Ya Rabbi sana şükürler olsun. Demek ki, bir değerim varmış ki, bana saldırıyorlar.” Levon Panos Dabağyan, değeri bilinmesi gereken bir yazar, bir araştırmacı, bir dost. O artık yazılarını Tarih ve Düşünce dergisinde neşrediyor.
Sinema yazıları
Dabağyan, Osmanlı Tarihi ve Ermeniler’le ilgili yazılarının yanında Türk Sineması ile de ilgileniyor. Onun bu yazılarından biri “Kültür Emperyalizminde Sinemanın Yeri”(2) başlığını taşır ki, bu yazı üst düzeyde bir milli şuurun ifadesidir.
Papalığa sızan gizli el !
Levon Panos Dabağyan derin tarih bilgisiyle gündemdeki olaylar arasında bağlantı kurarak, Türkiye Ermenileri içinde tarihi bir misyonu yerine getirmektedir. Onun İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar sırasında gündeme gelen olaylara da değişik bakış açısı getirir: “Vatikan 1962-1965 Sen Sinot Meclisi’nde alınan kararların dışına çıkmaya asla ve asla yanaşmamıştır. Bu inadındaki asıl sebep ise mezkur mecliste alınmış olan gizli kararlardı. Bunlardan bir tanesini aynen geçiyoruz ki, Vatikan’ın Siyonizm’e vermiş olduğu en büyük ödünlerden başlıcasıdır:
*Hristiyanlık dininde reform yapılacak ve böylece Hristiyanlık dini günün şartlarına uygun şekle getirilecek.
*Hz. İsa Museviler tarafından değil, Romalılar tarafından çarmıha gerilmiştir.
Bu madde gizli olarak kabul edilmiştir.”(3) Dabağyan, Papalık otoritesi içine Yahudi işbirlikçisi bir bakışın sızmasına dikkat çeker.
Azerbaycan-Ermenistan Çatışması ve Türkiye
Başta Karabağ olmak üzere Azerbaycan’daki Türk illerinin Ermenistan tarafından işgal edilmesi, bütün dünya Türklüğü açısından üzüntü verici bir durumdur. Türk-Ermeni ilişkilerinde Ermeni saldırganlığına karşı durulamadığı gibi, sonraki dönemde Türkiye ile diyalog kurmaya çalışan Levon der Petrosyan’ın uzlaşmacı yaklaşımı da boşlukta bırakılmıştır. Uzlaşmacı Petrosyan çözüm üretemeyince, sertlik yanlısı Rober Koçaryan’ın Ermenistan’ın başına geçmesine fırsat verilmiştir. Levon Panos Dabağyan, Türkiye’nin Pedrosyan’la diyalog kurarak, Ermenistan’ı kendi tarafına çekebilecekken bunu yapamadığını söyler.(4)
Bu çerçevede Ermenistan Eski Devlet Başkanı Levon der Petrosyan’ın, Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş ile de görüştüğünü hatırlayalım. Asıl problemin Türkiye Ermenileri ve Ermenistan ile ilgisi olmayan, Ermeni diasporasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Biz sorunlarımızı diyalogla aşmanın yolunu bulmalıyız. Bu minvalde Levon Panos Dabağyan’ın uyarıcı çalışmalarını, saygıyla karşılıyoruz.
KAYNAKLAR
(1)Ermeni Portreleri Hüdavendigar Onur Burak Y. İstanbul 1999 sf.49-50
(2)Kültür Emperyalizminde Sinemanın Yeri Levon Panos Dabağyan Türk Edebiyatı Mayıs 1981 s.91 sf.27-27
(3)Papa ve Siyonizm Levon Panos dabağyan Tarih ve Düşünce Haziran 2002 s.6 sf.54-55
(4)Ermeniler nasıl mesele yapılmaz Levon Panos Dabağyan Tarih ve Düşünce Mayıs 2002 s.5 sf34-36
xxx
Dabağyan’ın Eserleri
Mahmut Çetin mcetin@biyografi.net
Fatih ve Fetih Olayı
Levon Panos Dabağyan’ın ‘Fatih ve Fetih Olayı’, ‘Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945’ ve ‘Türkiye Ermenileri Tarihi’ adlı eserleri vardır. Dabağyan, İstanbul’un fethini anlatan ‘Fatih ve Fetih Olayı’ isimli eseri önsözde şöyle takdim ediyor: “.. bütün cihanın çehresini bir anda değiştirmiş olan, cihanşümul bir hadisenin özetini meydana getirmiş oldum.” Yazar kitabın yankılarını da şöyle anlatıyor: “1973’te pek yakın dostum, hatta manevi kardeşim olan, Aykurt Neşriyat sahibi Attila Atilhan Bey, Çağ Açan Hükümdar Fatih adlı eserimi tetkik etti ve derhal 5000 adet olarak bastı. Nihayet arzuma kavuştum. Lakin kitabım satılmaz diye düşünüyordum. Çünkü diğer yayınevleri tüm cesaretimi kırmışlardı. Daha evvel Attila Bey’e başvurmamamın tek sebebi ise, Attila Bey’in İstanbul’da olmayışındandı. Attila Bey bu hususta da bana cesaret verdi ve : ‘Ağabey hiç endişelenme. Allah’ın izniyle senin eserin satılacaktır. Sen merhum pederimin, ailemize yadigarısın. Kitabın satılması için elimden geleni yapacağım. Hiç merak etme Allah büyüktür’ dedi. Nitekim kısa bir zamanda umduğumun fevkinde satış oldu ve kitabın mevcudu tükendi.”
Levon Panos Dabağyan, İstanbul’un fethini küçültmek ve fethin muhteşem etkisini yıpratmak isteyenlere tepkili. O, gemilerin karadan çekilmediği vs. gibi fethin bilinen sembollerinin özellikle yıpratıldığını iddia ediyor. Dabağyan fethin tanımlanmasında yapılan önemli bir yanlışlığa da dikkat çekiyor: “Bizans’ın fethi hakkında yazılmış olan bazı eserlerde; Bizans’ın tamamen çürümüş, yıpranmış kof bir ağaç gibi gösterilmektedir. Halbuki, bu gibi yazarlar aslında ne gibi bir hataya düşmüş olduklarının farkında değillerdir veya maksatlı hareket etmektedirler. Zira Bizans, onların eserlerinde belirtmiş oldukları şekilde olsaydı; eşsiz Cihangir’in o dev başarısını gölgelenirdi. Daha doğrusu, önemini tamamen kaybederdi. Bu tamamen yanlış bir görüş ve yanlış bir tutumdur.... Büyük Cihangir Fatih Sultan Mehmed han, gayet kuvvetli bir düşmanı haklamış ve koca bir imparatorluğu tarihten silip atmıştır. Dev Bizans’ı tarih sahifelerine göçerten tek sebep, Muhteşem Fatih’in eşsiz dehası, yüce Türk Ordusunun iman gücünün üstünlüğü ve çelikten bileğidir.”
Türk-Ermeni İlişkilerinin Gelişmesi
Dabağyan ‘Fatih ve Fetih Olayı’ adlı eserinde Bizans’ın yıkılmasına Türkler kadar Ermeniler’in de sevindiğini söyler. Bunda en büyük tesir, Türklerin himayesine geçen Ermeniler’in Türklerden gördüğü dostluk ve himayedir: “Osman Gazi’nin 1326’da Bursa’yı zaptederek payitaht ilan etmesinden sonra, Türkler himayesinde bulunan Ermenilerin Ruhani Reislik Merkezi Bursa’ya nakledilmişti. Bursa’da bulunan Ermeniler, ekseriyetle İç Anadolu’dan gelme sanatkar, mimar, kalfa ve küçük zanaat erbapları idi. Sultan Fatih, Rumeli Hisarı’nın inşaasında bu zanaatkarlardan da faydalanmıştı.”
Dabağyan bir başka bağlantının daha altını çizer: “Ermenilerin Urartular, Sümerler ve Subarlar’la birlikte Gurlar yurdundan ilk gelen Türkler olduğunu açıklayan kaynaklar vardır. Ermeniler asırlarca Türklere her dalda şerefli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ne var ki Türkiye üzerinde gizli emeller peşinde olan İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi bir takım Batılı devletler, kendi menhus gayelerine erişebilmek maksadı ile din kardeşliği efsunu ile Ermenilerin fikrini çelip, mezheplere bölmüş ve zamanla kendi hakimiyetleri altına alarak Türkiye’ye karşı ayaklandırmışlardır. Ermenilerin bu hataları çok pahalıya mal olmuş ve perişan Ermeniler, göçebe gibi dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmışlardır.”
Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945
Levon Panos Dabağyan’ın eserlerinden biri de 2.Dünya Savaşı’nda Amerika’nın yaptığı bir katliamı anlatan ‘Pearl-Harbor’dan Hiroşima’ya 1941-1945’ adlı eseridir. Dabağyan eseri şöyle takdim eder: “Dünyayı kan ve göz yaşına boğan 2. Dünya Harbinin üzerinden bunca zaman geçti. Yeni Dünya Düzeninin haritasını çizen ve tarihini yazan galiplerdi. İnsanlığa, kırım ve katliamın tarihi galipler tarafından öğretildi. Galipler, beynelminel sermaye çevreleri ile onun jandarmalığını yapan ABD ve yandaşlarıydı. İnsanlar, 2. Dünya Harbinde aynı zamanda büyük bir insanlık ayıbı olan soykırımla tanıştı. Hemen herkes, soykırım dendiğinde Yahudileri hatırlamakta hemfikirdir. Oysa, 2. Dünya Harbi'nin tek ve gerçek soykırım kurbanları Asyalı kahraman bir millet olan Japonlar olmuştur. Ne var ki, tarihi hakikatleri ters yüz etmekte usta olan Yahudi ve Yahudi sermaye çevreleri Yeni Dünya Düzenin mimarı olabilmek için Asya'nın bu milli gücünü kırmak zorundaydı. Bunun için insanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en korkunç silahı olan atomu Japonlar üzerinde kullanmakta tereddüt etmemişlerdir.”
İnsanlık için son derece utanç verici olan atom bombası denemesiyle, Japonlar teslim olduğunda, Asya'nın bu şerefli milletinin şerefine uygun hareket etmekten başka çaresi kalmamıştı. Amiral Ugaki'nin 24 Kamikaze uçağıyla yaptığı intihar dalışları bunlardan sadece biridir. Bugüne kadar yazılan ve bilinen 2. Dünya Harp tarihlerinin tam tersine, Dabağyan’ın eserinde hakikatler apaçık ortaya çıkmaktadır. Kum Saati Yayınları’ndan neşredilen eseri, Erol Cihangir yayına hazırlamış.
Xxx
ESERLERİ
Pearl-Harbor'dan Hiroşima'ya 1941-1945
Levon Panos Dabağyan
Erol Cihangir
KUM SAATİ YAYINLARI
Dünyayı kan ve göz yaşına boğan 2. Dünya Harbinin üzerinden bunca zaman geçti. Yeni Dünya Düzeninin haritasını çizen ve tarihini yazan galiplerdi. İnsanlığa, kırım ve katliamın tarihi galipler tarfından öğretildi. Galipler, beynelminel sermaye çevreleri ile, onun jandarmalığını yapan ABD ve yandaşlarıydı. İnsanlar, 2. Dünya Harbinde aynı zamanda büyük bir insanlık ayıbı olan soykırımla tanıştı. Hemen herkes, soykırım dendiğinde Yahudileri hatırlamakta hemfikirdir. Oysa, 2. Dünya Harbi'nin tek ve gerçek soykırım kurbanları Asyalı kahraman bir millet olan Japonlar olmuştur. Ne varki, tarihi hakikatleri ters yüz etmekte usta olan Yahudi ve Yahudi sermaye çevreleri yeni Dünya Düzenin mimarı olabilmek için Asya'nın bu milli gücünü kırmak zorundaydı. Bunun için insanlık tarihinin bugüne kadar gördüğü en korkunç silâhı olan Atom'u Japonlar üzerinde denemekte tereddüt etmemiştir. İnsanlık için son derece utanç verici olan Atom Bombası denemesiyle, Japonlar teslim olduğunda, Asya'nın bu şerefli milletinin şerefine uygun hareket etmekten başka çaresi kalmamıştı. Pek çok ibret verici şeref sahnelerinden biri olan Amiral Ugaki'nin 24 Kamikaze uçağıyla yaptığı intihar dalışları bunlardan sadece biridir. İşte bu dalışlardan birisi: "Filo komutanı Amiral Ugaki, bir an Pasifik Okyanusunun uçsuz bucaksız enginliklerine baktıktan sonra, uçaklar arası telsizle hüzünlü fakat metin bir ifadeyle şu emri verdi:- Dikkat! Filo komutanından Filoya. Son görevinizi yapmaya hazır olun... Emrim: topyekün taarruz dalışıdır. Yaşasın İmparator. Başta Amiral Ugaki'nin uçağı olmak üzere, mesajı alan 24 uçaktan kurulu Kamikaze filosu, Pasifik'in sonsuz derinliklerine doğru pike yaptı. Vatanına ve geleneklerine son derece bağlı olan bu kahraman asker, emrindeki filo ile hayatına tam bir Kamikaze pilotu olarak son verdi. Bugüne kadar yazılan ve bilinen 2. Dünya Harp tarihlerinin tam tersine, fakat hakikatlerin çiğ parıltısını bu kitapta bulacaksınız.
Yayın Yılı: 2001; 375 sayfa; 3.HAMUR; 13,5x21 cm; KARTON KAPAK; ISBN:9758414089; Dili:TÜRKÇE
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Leyla Neyzi
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi
Lisans derecesini Antropoloji dalında 1982 yılında Stanford Üniversitesi'nden, doktora derecesini Gelişme Sosyolojisi dalında 1991 yılında Cornell Üniversitesi'nden aldı. 1992-1994 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi olarak görev yaptı. 1995-1996 yıllarında Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi'nin Sözlü Tarih Projesi'ni yönetti. Araştırma alanları kültürel kimlik, aile tarihi ve sözlü tarih olarak sıralanabilir. American Anthropology Association ve International Oral History Association üyesidir.
ESERLERİ
İstanbul'da Hatırlamak ve Unutmak: Birey, Bellek ve Aidiyet (Istanbul: Tarih Vakfi Yurt yayınları, 1999), Küçük Hanım'dan Rubu Asırlık Adama: Nezihe Neyzi'den Oğlu Nezih Neyzi'ye Mektuplar (İstanbul: Sel Yayıncılık) ve "Gülümser's Story: Life History Narratives, Memory and Belonging in Turkey (New Perspectives on Turkey 20 Spring 1999: 1-26) sayılabilir.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi
Lisans derecesini Antropoloji dalında 1982 yılında Stanford Üniversitesi'nden, doktora derecesini Gelişme Sosyolojisi dalında 1991 yılında Cornell Üniversitesi'nden aldı. 1992-1994 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi olarak görev yaptı. 1995-1996 yıllarında Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi'nin Sözlü Tarih Projesi'ni yönetti. Araştırma alanları kültürel kimlik, aile tarihi ve sözlü tarih olarak sıralanabilir. American Anthropology Association ve International Oral History Association üyesidir.
ESERLERİ
İstanbul'da Hatırlamak ve Unutmak: Birey, Bellek ve Aidiyet (Istanbul: Tarih Vakfi Yurt yayınları, 1999), Küçük Hanım'dan Rubu Asırlık Adama: Nezihe Neyzi'den Oğlu Nezih Neyzi'ye Mektuplar (İstanbul: Sel Yayıncılık) ve "Gülümser's Story: Life History Narratives, Memory and Belonging in Turkey (New Perspectives on Turkey 20 Spring 1999: 1-26) sayılabilir.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Lord El-Faruk Headley
İngiliz Hacı Lord El-Faruk Headley
Bir lord olan Headley Asaletmeab ünvanına sahipdir. Sir George Allanson, 1855 tarihinde doğmuş olup, İngiltere’nin en eski ailelerinden birinden gelmiştir. İngiltere’de bir çok mühim siyasi vazifelerde bulunmuş, aynı zamanda yazar olarak da şöhret yapmıştır. Cambridge Üniversitesinden mezundur. 1877 senesinde lord payesini kazanmıştır. İngiliz ordusunda yarbay olarak vazife yapmıştır. Asıl mesleği mühendislik olmasına rağmen, kuvvetli bir kaleme sahipdir. “Bir Avrupalının gözü açılıp müslüman oluyor” adlı eseri, neşrettiği kitaplar arasında en meşhurudur. Lord Headley, 1913 senesinde müslüman olmuş, Hacca gitmiş, Şeyh Rahmetullah-ı Faruk adını almıştır. 1928 senesinde Hindistan’ı da ziyaret etmiştir.
Niçin müslüman oldum?
Belki bazı dostlarım ve arkadaşlarım, benim müslüman dostlarımın etkisi altında kalarak, müslüman olduğumu zannederler. Halbuki mesele hiç de böyle değildir.Müslümanlığı kabul etmem, uzun seneler süren tetkik ve tefekkür neticesidir. Ben, İslam dinini, ancak çok iyi inceledikden ve onun hakkında tam bir kanaat sahibi oldukdan sonra, müslümanlarla temas ettim ve onların da kendi dinleri hakkında tıpkı benim gibi iman ettiklerini görerek, iyi bir dine girdiğimi anladım ve çok sevindim.
Kuran-ı Kerim, bir insanın bütün kalbi ile iman ederek, İslamiyeti kabul etmesini emreder ve istemeyerek zorla dine girmeği reddeder. İsa aleyhisselam da, kendi havarilerine, “Her hangi bir yere gitdiğiniz zaman oradakiler sizi kabul etmez ve dinlemezlerse, siz hemen oradan ayrılın, onları zorlamayın” demişdir. (St. Mark, 6-11)
Ben hayatda bir çok mutaassıp protestanlar gördüm ki, katolik talebe yurtlarına giderek, katolik talebeleri zorla protestan yapmağa çalışıyorlardı. Bu lüzumsuz gayretler ve zorlamalar, birçok kavgalara, dargınlıklara, anlaşmazlıklara sebep oluyor, insanları birbirine düşman yapıyordu. Aynı manasız işleri, hıristiyan misyonerler, müslümanlara karşı tatbik ettiler. Müslümanları hıristiyan yapmak için, her şeyi göze aldılar. Onları türlü türlü vasıtalarla aldatmağa çalıştılar.
Para, iş, mevki vaad ettiler. Halbuki, bu zavallı gafiller bilmiyorlardı ki, İsa aleyhisselamın hakiki emirlerini en iyi tatbik ve tasdik eden din, İslamiyettir.Hıristiyanlık o kadar bozulmuştur ki, İsa aleyhisselamın telkin ettiği hakiki nasraniyet ortadan kaybolmuş, onun telkin ettiği bütün insani hususlar unutulmuştur. Bunlar, bugün ancak İslamiyetde vardır. O halde, ben müslüman olmakla hakiki, temiz nasraniyete de kavuştum. Çünkü İsa aleyhisselamın emrettiği kardeşlik, birbirine bağlılık, merhamet, hüsn-i zan, eli açıklık, bugünkü hıristiyanlarda değil, ancak müslümanlarda vardır. Size ufak bir misal vereyim.Hıristiyan Atnasyan “athnasian” fırkası, hıristiyanlığın esasının üç tanrıya “teslise” inanmak olduğunu ve her hangi bir kimse aklından buna karşı ufacık bir şüphe bile geçirse, derhal mahvolacağını ve eğer bir kimse dünya ve ahiretde selamete kavuşmak isterse, muhakkak “Tanrı, Tanrının oğlu ve Ruh-ul-kuds” gibi üç ilaha inanmak mecburiyetinde bulunduğunu tekrarlayıp durmakdadır.
Başka bir misal daha... Müslüman olduğum zaman, bana birisi bir mektup yazdı. Bu mektupta, “Siz, müslüman olmakla mahvoldunuz artık. Sizi kimse kurtaramaz. Çünkü, Allahın ilahlığına inanmıyorsunuz” diyordu. Bu zavallı adam, benim artık Allahu tealaya inanmadığımı sanıyordu. Çünkü, onun kanaatine göre, Allahu tealanın ilah olabilmesi için, muhakkak üçlü olması lazımdı.Halbuki bu ahmak bilmiyordu ki, İsa aleyhisselam da, temiz nasraniyeti tebliğe başladığı zaman, Allahu tealanın bir olduğundan bahsetmiş, hiç bir zaman, Onun oğlu olduğunu iddia etmemişti. İslamiyet, “Ancak bir tek Allah vardır” demekle saf nasraniyetin esas kaidesini ortaya koymuştu. Bugün, aklı başında olan bir insanın, bir tek Allahın varlığına inanması kadar mantıki bir şey yoktur. Ben, müslüman olmakla hakiki tek Allaha inanıyorum ve İsa aleyhisselamdan sonra, onun temiz dinine eklenen birçok yalanları reddediyorum. Bu mektubu yazan ve onun gibi düşünen insanlara, ancak acımak lazımdır. Bugün hıristiyanlar, günden güne dinlerini terk ederek ateist “dinsiz” olmaktadırlar. Zira bugünkü hıristiyanlık, normal, kültürlü bir insanı artık tatmin edememektedir. İnsanlar, körü körüne efsanelere inanmamakta, hıristiyanlık akidelerini şüphe ile karşılamaktadır. Buna karşılık, ben bütün hayatım müddetince, hakiki bir müslümanın, dininden şüphe ettiğini duymadım. Zira İslam dini, insanların bütün ruhi ve bedeni ihtiyaçlarını, en mükemmel ve mantıki tarzda tatmin etmektedir.
Şuna eminim ki, binlerce hıristiyan erkek ve kadın, İslam dinini incelemiş ve onu tamamiyle benimsemiştir. Fakat, resmen müslüman olunca, işlerini, memuriyetlerini kaybedecekleri ve ahbapları tarafından alaya alınacaklar korkusuyla bir türlü müslüman olmağa cesaret edememektedirler. Bizim mekteplerimizde, hala İslamiyet, Allahu tealaya inanmıyanların dini olarak öğretilmektedir.Ben bütün arkadaşlarımın, ahbaplarımın beni “Ruhu mahvolmuş bir insan” olarak lanet edeceklerini göze alarak müslüman oldum ve yirmi senedir İslamiyete iki elle sarılmış bulunmakdayım.
Müslümanlığı neden kabul ettiğimi böylece kısaca anlatdıkdan sonra, tekrar edeyim ki, ben müslüman olmakla, aynı zamanda, çok daha doğru ve temiz bir İsevi olmağı da başardım. Diğer hıristiyanlara da bir misal olmak isterim.Müslüman olmak, onları hıristiyanlığa düşman yapmaz, aksine onlara hakiki İseviliğin ne olduğunu öğretir ve onları yükseltir.
İngiliz Hacı Lord El-Faruk Headley
Bir lord olan Headley Asaletmeab ünvanına sahipdir. Sir George Allanson, 1855 tarihinde doğmuş olup, İngiltere’nin en eski ailelerinden birinden gelmiştir. İngiltere’de bir çok mühim siyasi vazifelerde bulunmuş, aynı zamanda yazar olarak da şöhret yapmıştır. Cambridge Üniversitesinden mezundur. 1877 senesinde lord payesini kazanmıştır. İngiliz ordusunda yarbay olarak vazife yapmıştır. Asıl mesleği mühendislik olmasına rağmen, kuvvetli bir kaleme sahipdir. “Bir Avrupalının gözü açılıp müslüman oluyor” adlı eseri, neşrettiği kitaplar arasında en meşhurudur. Lord Headley, 1913 senesinde müslüman olmuş, Hacca gitmiş, Şeyh Rahmetullah-ı Faruk adını almıştır. 1928 senesinde Hindistan’ı da ziyaret etmiştir.
Niçin müslüman oldum?
Belki bazı dostlarım ve arkadaşlarım, benim müslüman dostlarımın etkisi altında kalarak, müslüman olduğumu zannederler. Halbuki mesele hiç de böyle değildir.Müslümanlığı kabul etmem, uzun seneler süren tetkik ve tefekkür neticesidir. Ben, İslam dinini, ancak çok iyi inceledikden ve onun hakkında tam bir kanaat sahibi oldukdan sonra, müslümanlarla temas ettim ve onların da kendi dinleri hakkında tıpkı benim gibi iman ettiklerini görerek, iyi bir dine girdiğimi anladım ve çok sevindim.
Kuran-ı Kerim, bir insanın bütün kalbi ile iman ederek, İslamiyeti kabul etmesini emreder ve istemeyerek zorla dine girmeği reddeder. İsa aleyhisselam da, kendi havarilerine, “Her hangi bir yere gitdiğiniz zaman oradakiler sizi kabul etmez ve dinlemezlerse, siz hemen oradan ayrılın, onları zorlamayın” demişdir. (St. Mark, 6-11)
Ben hayatda bir çok mutaassıp protestanlar gördüm ki, katolik talebe yurtlarına giderek, katolik talebeleri zorla protestan yapmağa çalışıyorlardı. Bu lüzumsuz gayretler ve zorlamalar, birçok kavgalara, dargınlıklara, anlaşmazlıklara sebep oluyor, insanları birbirine düşman yapıyordu. Aynı manasız işleri, hıristiyan misyonerler, müslümanlara karşı tatbik ettiler. Müslümanları hıristiyan yapmak için, her şeyi göze aldılar. Onları türlü türlü vasıtalarla aldatmağa çalıştılar.
Para, iş, mevki vaad ettiler. Halbuki, bu zavallı gafiller bilmiyorlardı ki, İsa aleyhisselamın hakiki emirlerini en iyi tatbik ve tasdik eden din, İslamiyettir.Hıristiyanlık o kadar bozulmuştur ki, İsa aleyhisselamın telkin ettiği hakiki nasraniyet ortadan kaybolmuş, onun telkin ettiği bütün insani hususlar unutulmuştur. Bunlar, bugün ancak İslamiyetde vardır. O halde, ben müslüman olmakla hakiki, temiz nasraniyete de kavuştum. Çünkü İsa aleyhisselamın emrettiği kardeşlik, birbirine bağlılık, merhamet, hüsn-i zan, eli açıklık, bugünkü hıristiyanlarda değil, ancak müslümanlarda vardır. Size ufak bir misal vereyim.Hıristiyan Atnasyan “athnasian” fırkası, hıristiyanlığın esasının üç tanrıya “teslise” inanmak olduğunu ve her hangi bir kimse aklından buna karşı ufacık bir şüphe bile geçirse, derhal mahvolacağını ve eğer bir kimse dünya ve ahiretde selamete kavuşmak isterse, muhakkak “Tanrı, Tanrının oğlu ve Ruh-ul-kuds” gibi üç ilaha inanmak mecburiyetinde bulunduğunu tekrarlayıp durmakdadır.
Başka bir misal daha... Müslüman olduğum zaman, bana birisi bir mektup yazdı. Bu mektupta, “Siz, müslüman olmakla mahvoldunuz artık. Sizi kimse kurtaramaz. Çünkü, Allahın ilahlığına inanmıyorsunuz” diyordu. Bu zavallı adam, benim artık Allahu tealaya inanmadığımı sanıyordu. Çünkü, onun kanaatine göre, Allahu tealanın ilah olabilmesi için, muhakkak üçlü olması lazımdı.Halbuki bu ahmak bilmiyordu ki, İsa aleyhisselam da, temiz nasraniyeti tebliğe başladığı zaman, Allahu tealanın bir olduğundan bahsetmiş, hiç bir zaman, Onun oğlu olduğunu iddia etmemişti. İslamiyet, “Ancak bir tek Allah vardır” demekle saf nasraniyetin esas kaidesini ortaya koymuştu. Bugün, aklı başında olan bir insanın, bir tek Allahın varlığına inanması kadar mantıki bir şey yoktur. Ben, müslüman olmakla hakiki tek Allaha inanıyorum ve İsa aleyhisselamdan sonra, onun temiz dinine eklenen birçok yalanları reddediyorum. Bu mektubu yazan ve onun gibi düşünen insanlara, ancak acımak lazımdır. Bugün hıristiyanlar, günden güne dinlerini terk ederek ateist “dinsiz” olmaktadırlar. Zira bugünkü hıristiyanlık, normal, kültürlü bir insanı artık tatmin edememektedir. İnsanlar, körü körüne efsanelere inanmamakta, hıristiyanlık akidelerini şüphe ile karşılamaktadır. Buna karşılık, ben bütün hayatım müddetince, hakiki bir müslümanın, dininden şüphe ettiğini duymadım. Zira İslam dini, insanların bütün ruhi ve bedeni ihtiyaçlarını, en mükemmel ve mantıki tarzda tatmin etmektedir.
Şuna eminim ki, binlerce hıristiyan erkek ve kadın, İslam dinini incelemiş ve onu tamamiyle benimsemiştir. Fakat, resmen müslüman olunca, işlerini, memuriyetlerini kaybedecekleri ve ahbapları tarafından alaya alınacaklar korkusuyla bir türlü müslüman olmağa cesaret edememektedirler. Bizim mekteplerimizde, hala İslamiyet, Allahu tealaya inanmıyanların dini olarak öğretilmektedir.Ben bütün arkadaşlarımın, ahbaplarımın beni “Ruhu mahvolmuş bir insan” olarak lanet edeceklerini göze alarak müslüman oldum ve yirmi senedir İslamiyete iki elle sarılmış bulunmakdayım.
Müslümanlığı neden kabul ettiğimi böylece kısaca anlatdıkdan sonra, tekrar edeyim ki, ben müslüman olmakla, aynı zamanda, çok daha doğru ve temiz bir İsevi olmağı da başardım. Diğer hıristiyanlara da bir misal olmak isterim.Müslüman olmak, onları hıristiyanlığa düşman yapmaz, aksine onlara hakiki İseviliğin ne olduğunu öğretir ve onları yükseltir.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Mahir Kaynak
1934 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra 1948’de Kuleli Askeri Lisesi’ne gitti. 1953’te Harp Okulu’nu bitirdi. 1967’de askerlikten ayrıldı. 1961’de mezun olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistanlık yaptı. 1965’te doktor, 1971’de doçent oldu.Mahir Kaynak, o dönemlerde gizlice Milli İstihbarat Teşkilatı'na (MİT) girdi. Kaynak, 1980 yılında da MİT'ten emekli oldu. 1989’da iktisat profesörü oldu. 1971 yılında MİT’e tayin edilen Mahir Kaynak, 1993 yılında Gazi Üniversitesi’nden emekliye ayrıldı. Yayımlanmış dört kitabı ve makaleleri bulunan Kaynak evli ve üç çocuk babası.
ESERLERİ
Kaynak'ın 1996'da yayımlanan "Olaylar ve Çözümlemeler", "Osiyero Nero Öldü" ve 1999'da yayımlanan "Komplo Yok" 2001 yılında yayınlanan Yel Üfürdü sel Götürdü adlı kitapları bulunuyor.
Komplo Yok
Mahir Kaynak
Timaş Yayınları; Şubat 1999
Gerçekler sadece gördüklerimizden ibaret değildir. Bizim gördüklerimiz, gerçeklerin sahneye vuran gölgeleri de olabilir. Öyleyse repliklere takılıp kalmak yerine -en azından zihnen- perdeyi aralamak için sorular sormuk ve düşünmek gerekiyor. Bir dönem, medya tarafından yoğun ilgi gören ve söyledikleriyle farklı bir çizgi sunan Mahir Kaynak'ın suskunluk dönemi bu kitapla bozuluyor. Bir kenarda kalmasına ve unutulup gitmesine razı olmadığımız, 1994'den 1998'e kadar olan dönemde Türkiye'nin seyrine ve Türkiye gerçeklerinin perde arkasına ışık tutan yazılardan oluşan bu kitabı, zevkle okuyacaksınız.
( Arka Kapak)
Osiero Nero Öldü
Mahir Kaynak
Dergâh Yayınları; Temmuz 1995,
... Elinizdeki denemelerin yazarı Mahir Kaynak'ın hayatı da askeri darbelerle yakından alakalı. 12 Mart'ın zorlu yolları onu bir şekilde kenara itip yalnızlığa sürüklerken 12 Eylül sonrasının daha da zor şartları ona yeni bir yaşama ve mücadele alanı açtı. Mücadeleden çekilmediğini, memleketinin meseleleri üzerine kafa yormaktan, dünyayı takip etmekten, mesleklerine uygun olarak kısa ve uzun vadeli çözümler üretmekten ve bunları küçümsenemeyecek bir cesaretle açıklamaktan uzaklaşmadığını gösterdi. Paylaşırsınız veya paylaşmazsınız, o ayrı. Ama müstağni kalamazsınız. Ayrı ayrı yayınlanmış bu yazıları bir kitap haline getirerek okuyuculara sunuyoruz.
(Önsöz)
HAKKINDA YAZILANLAR
Keskin anılar
Mahir Kaynak
Türkiye 15 mart 2001
Mahir Kaynak... Türk siyasi tarihinin son yıllardaki en renkli simalarından. Sadece siyasi yorumlarıyla değil, istihbarat ve stratejik konulardaki uzmanlığı ile de gündemde kalan Kaynak, bilgilerini, birikimlerini ve fikirlerini ülke için kullanmaya çalışan eski bir MİT mensubu...
Daha önce “Olaylar ve Çözümler”, “Osiero Nero Öldü”, “Komplo Yok” ve “Bir.. İki.. Üç..” isimli kitaplarıyla gündeme gelen Mahir Kaynak’ın, “Yel Üfürdü Su Götürdü” isimli eseri Babıali Kültür Yayıncılık tarafından piyasaya çıkarıldı.
Çocuktu, büyüdü
Kitap, Mahir Kaynak’ın daha önce ele aldığı konulardan farklı bir anlayışla hazırlanmış. Ülkenin stratejik önemi, tarihi geçmişi ve karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden çok, tipik bir Türk insanı; yani Mahir Kaynak otobiyografisi ile karşı karşıyayız. Anne-babası, çocukluğu, aldığı eğitim, görevleri, evliliği, çocukları, MİT’e intisabı da bu cümleden olarak sunulan Kaynak’ın, bugüne kadar bilinmeyen özellikleri yine kendi ağzından yansıtılıyor. Zaten konuları da “Çocukluğum”, “Askerlik Hayatım”, “Akademik Hayatım”, “Mit’çi Kimliğim”, “Teşkilattaki Günlerim” ve “Teşkilat Sonrası” başlıklarıyla ayırıyor.
İronik ve objektif
Kitaptaki otobiyografik hatıralar, bir insanın kendi hayatına ironik ve objektif bir yaklaşımda bulunma denemesi. Hatıralarında üniversite, MİT ve siyaset kurumu hakkında tecrübeli bir istihbaratçı olarak önemli açıklamalarda da bulunuyor. Özetle, 1971’de Madanoğlu cuntasının nasıl çökertildiği, MİT’in yanılgı ve iç çekişmeleri, 70’li yıllarda ABD-Türkiye rekabeti, Hiram Abas’la birlikte MİT’teki teşkilatı nasıl ortaya çıkardıkları, Aydın Menderes’in kurduğu Büyük Değişim Partisi Genel Başkan Yardımcılığı’nı neden bıraktığı, üniversitenin bilimi kalkan yapan siyasi bir kurum kimliğine nasıl büründüğü sebep-sonuç ilişkisini de göz önünde bulundurularak sunuluyor.
Mahir Kaynak’ı kırılganlıkları, hayal kırıklıkları ve sevinçleri ile de ele alan kitapla ilgili söyleyecek çok şey var elbette, ama en iyisi alıp okumak, bir okuyucu olarak kendi yorumunuzu yapmak...
Kitaptan alıntılar
*Uysal ve uslu bir çocuktum. Sorun çıkarmaz ve gücümün yettiğince ev işlerine yardımcı olurdum. Tek kusurum kesin yasakları arada bir delmekti. Kopan fırtınayı sinerek ve sessiz kalarak atlatırdım.
* Teşkilat’ın benden istediği ilk iş, ülkede solun sebebiyet verdiği kargaşada TKP’yi, dolayısıyla Rusya’yı bulmaktı. Benim TKP için uygun bir yem olduğumu, günün birinde mutlaka çengel atacaklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle solun bütün cephe örgütlerine girdim. Beni daha aşırı solcu iken, MİT tarafından avlanmış sananlara şunu söylemek isterim: Ben komünist cephe örgütlerine, verilen görev gereği girdim.
* Ölüm büyük bir korkudur. Bunu herkes duyar. Önemli olan bunun altında ezilmemektir. Şu satırları yazarken, ilginç bir rastlantı, telefon çaldı ve tanıdık teröristlerin hedefi haline geldiğimi, dikkat etmemi söyledi. Her insan korkar ama korkuya teslim olmak ölmekten de kötüdür.
* Hayatımın geneline baktığımda şunu söyleyebilirim: Bir şeyler yapmaya çalıştım ama “yel üfürdü, su götürdü” ve geriye pek bir şey kalmadı.
GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM
Yel Üfürdü Mit Köpürdü !
MİT, Mahir Kaynak'a "sırları ifşa etmek"ten dava açtı
haberline.com 25 mayıs 2001
İstanbul - Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eski mensubu Mustafa Mahir Kaynak ve yayıncı Rahim Er hakkında, ``Yer Üfürdü Su Götürdü`` adlı kitapta ``MİT`in görev ve faaliyetlerine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri ifşa ettikleri`` iddiasıyla dava açıldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı`nca hazırlanan iddianamede, MİT Müsteşarlığı`nın 23 Mart 2001 tarihli suç duyurusunda, eski MİT mensubu Mustafa Mahir Kaynak`ın kaleme aldığı ve Yönetim Kurulu Başkanlığı ile Genel Müdürlüğü`nü Rahim Er`in yaptığı Babıali Kültür Yayıncılığı A.Ş. tarafından ilk baskısı gerçekleştirilen ``Yel Üfürdü Su Götürdü`` adlı 142 sayfalık kitabın, ``Çocukluğum``, ``Askerlik hayatım``, ``Akademik hayatım``, ``MİT`çi kimliğim``, ``Teşkilattaki günlerim`` ve ``Teşkilat sonrası`` başlıklı 6 bölümden oluştuğunun belirtildiği kaydedildi. Suç duyurusunda, bunlardan ``Mitçi kimliğim`` ve ``Teşkilattaki günlerim`` başlıklı bölümlerde yer alan bilgilerin, MİT`in görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunun öne sürüldüğü anlatılan iddianamede, MİT`in aynı suç duyurusuyla birlikte Kaynak`ın 16 Aralık 1971 tarihinde imzaladığı ``Ant İçme Belgesi`` ve 2 Aralık 1980 tarihli ``Ayrılış Andı``nın da savcılığa gönderildiği belirtildi. İddianamede, bu belgelerde gizliliğe riayet edilmesi, yazılı hususlara titizlikle uyulması gerektiği belirtilmesine rağmen bunlara uyulmayarak MİT`e ait gizli bilgileri ifşa edildiğinin öne sürüldüğü kaydedildi.
İddianamede, Kaynak`ın savcılıkca alınan ifadesinde ise kitapta yer alan bilgilerin daha önceden basın organlarında yayınlanan ve kamuoyunca bilinen hususlar olduğunu, gizliliğe riayet ettiğini ve kamuoyunca bilinen bilgilerin ``Gizli bilgileri ifşa etmek`` olarak yorumlanamayacağını söylediği ve çeşitli gazetelerde yer alan yazıların fotokopilerini de örnek olarak sunduğu ifade edildi. Kitapta yer alan bilgilerle Kaynak tarafından verilen dokümanların karşılaştırıldığı anlatılan iddianamede, bir kısım bilgilerin daha önceden basın organlarında yayınlandığının görüldüğü, ancak kitap ile bu dokümanlarda yer alan bilgilerin tam olarak örtüşmediği ve kamuoyunca bilinmeyen bazı olaylara da bu kitapta yer verildiği öne sürüldü.
İddianamede, bu nedenle Kaynak ve Er`in, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu`nun 27. maddesi uyarınca ``MİT`in görev ve faaliyetlerine ilişkin olup gizli kalması gereken malumatları ifşa etmek`` suçundan 7.5`ar yıldan az olmamak üzere ağır hapis cezalarına çarptırılmaları talep edildi.
1934 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra 1948’de Kuleli Askeri Lisesi’ne gitti. 1953’te Harp Okulu’nu bitirdi. 1967’de askerlikten ayrıldı. 1961’de mezun olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistanlık yaptı. 1965’te doktor, 1971’de doçent oldu.Mahir Kaynak, o dönemlerde gizlice Milli İstihbarat Teşkilatı'na (MİT) girdi. Kaynak, 1980 yılında da MİT'ten emekli oldu. 1989’da iktisat profesörü oldu. 1971 yılında MİT’e tayin edilen Mahir Kaynak, 1993 yılında Gazi Üniversitesi’nden emekliye ayrıldı. Yayımlanmış dört kitabı ve makaleleri bulunan Kaynak evli ve üç çocuk babası.
ESERLERİ
Kaynak'ın 1996'da yayımlanan "Olaylar ve Çözümlemeler", "Osiyero Nero Öldü" ve 1999'da yayımlanan "Komplo Yok" 2001 yılında yayınlanan Yel Üfürdü sel Götürdü adlı kitapları bulunuyor.
Komplo Yok
Mahir Kaynak
Timaş Yayınları; Şubat 1999
Gerçekler sadece gördüklerimizden ibaret değildir. Bizim gördüklerimiz, gerçeklerin sahneye vuran gölgeleri de olabilir. Öyleyse repliklere takılıp kalmak yerine -en azından zihnen- perdeyi aralamak için sorular sormuk ve düşünmek gerekiyor. Bir dönem, medya tarafından yoğun ilgi gören ve söyledikleriyle farklı bir çizgi sunan Mahir Kaynak'ın suskunluk dönemi bu kitapla bozuluyor. Bir kenarda kalmasına ve unutulup gitmesine razı olmadığımız, 1994'den 1998'e kadar olan dönemde Türkiye'nin seyrine ve Türkiye gerçeklerinin perde arkasına ışık tutan yazılardan oluşan bu kitabı, zevkle okuyacaksınız.
( Arka Kapak)
Osiero Nero Öldü
Mahir Kaynak
Dergâh Yayınları; Temmuz 1995,
... Elinizdeki denemelerin yazarı Mahir Kaynak'ın hayatı da askeri darbelerle yakından alakalı. 12 Mart'ın zorlu yolları onu bir şekilde kenara itip yalnızlığa sürüklerken 12 Eylül sonrasının daha da zor şartları ona yeni bir yaşama ve mücadele alanı açtı. Mücadeleden çekilmediğini, memleketinin meseleleri üzerine kafa yormaktan, dünyayı takip etmekten, mesleklerine uygun olarak kısa ve uzun vadeli çözümler üretmekten ve bunları küçümsenemeyecek bir cesaretle açıklamaktan uzaklaşmadığını gösterdi. Paylaşırsınız veya paylaşmazsınız, o ayrı. Ama müstağni kalamazsınız. Ayrı ayrı yayınlanmış bu yazıları bir kitap haline getirerek okuyuculara sunuyoruz.
(Önsöz)
HAKKINDA YAZILANLAR
Keskin anılar
Mahir Kaynak
Türkiye 15 mart 2001
Mahir Kaynak... Türk siyasi tarihinin son yıllardaki en renkli simalarından. Sadece siyasi yorumlarıyla değil, istihbarat ve stratejik konulardaki uzmanlığı ile de gündemde kalan Kaynak, bilgilerini, birikimlerini ve fikirlerini ülke için kullanmaya çalışan eski bir MİT mensubu...
Daha önce “Olaylar ve Çözümler”, “Osiero Nero Öldü”, “Komplo Yok” ve “Bir.. İki.. Üç..” isimli kitaplarıyla gündeme gelen Mahir Kaynak’ın, “Yel Üfürdü Su Götürdü” isimli eseri Babıali Kültür Yayıncılık tarafından piyasaya çıkarıldı.
Çocuktu, büyüdü
Kitap, Mahir Kaynak’ın daha önce ele aldığı konulardan farklı bir anlayışla hazırlanmış. Ülkenin stratejik önemi, tarihi geçmişi ve karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden çok, tipik bir Türk insanı; yani Mahir Kaynak otobiyografisi ile karşı karşıyayız. Anne-babası, çocukluğu, aldığı eğitim, görevleri, evliliği, çocukları, MİT’e intisabı da bu cümleden olarak sunulan Kaynak’ın, bugüne kadar bilinmeyen özellikleri yine kendi ağzından yansıtılıyor. Zaten konuları da “Çocukluğum”, “Askerlik Hayatım”, “Akademik Hayatım”, “Mit’çi Kimliğim”, “Teşkilattaki Günlerim” ve “Teşkilat Sonrası” başlıklarıyla ayırıyor.
İronik ve objektif
Kitaptaki otobiyografik hatıralar, bir insanın kendi hayatına ironik ve objektif bir yaklaşımda bulunma denemesi. Hatıralarında üniversite, MİT ve siyaset kurumu hakkında tecrübeli bir istihbaratçı olarak önemli açıklamalarda da bulunuyor. Özetle, 1971’de Madanoğlu cuntasının nasıl çökertildiği, MİT’in yanılgı ve iç çekişmeleri, 70’li yıllarda ABD-Türkiye rekabeti, Hiram Abas’la birlikte MİT’teki teşkilatı nasıl ortaya çıkardıkları, Aydın Menderes’in kurduğu Büyük Değişim Partisi Genel Başkan Yardımcılığı’nı neden bıraktığı, üniversitenin bilimi kalkan yapan siyasi bir kurum kimliğine nasıl büründüğü sebep-sonuç ilişkisini de göz önünde bulundurularak sunuluyor.
Mahir Kaynak’ı kırılganlıkları, hayal kırıklıkları ve sevinçleri ile de ele alan kitapla ilgili söyleyecek çok şey var elbette, ama en iyisi alıp okumak, bir okuyucu olarak kendi yorumunuzu yapmak...
Kitaptan alıntılar
*Uysal ve uslu bir çocuktum. Sorun çıkarmaz ve gücümün yettiğince ev işlerine yardımcı olurdum. Tek kusurum kesin yasakları arada bir delmekti. Kopan fırtınayı sinerek ve sessiz kalarak atlatırdım.
* Teşkilat’ın benden istediği ilk iş, ülkede solun sebebiyet verdiği kargaşada TKP’yi, dolayısıyla Rusya’yı bulmaktı. Benim TKP için uygun bir yem olduğumu, günün birinde mutlaka çengel atacaklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle solun bütün cephe örgütlerine girdim. Beni daha aşırı solcu iken, MİT tarafından avlanmış sananlara şunu söylemek isterim: Ben komünist cephe örgütlerine, verilen görev gereği girdim.
* Ölüm büyük bir korkudur. Bunu herkes duyar. Önemli olan bunun altında ezilmemektir. Şu satırları yazarken, ilginç bir rastlantı, telefon çaldı ve tanıdık teröristlerin hedefi haline geldiğimi, dikkat etmemi söyledi. Her insan korkar ama korkuya teslim olmak ölmekten de kötüdür.
* Hayatımın geneline baktığımda şunu söyleyebilirim: Bir şeyler yapmaya çalıştım ama “yel üfürdü, su götürdü” ve geriye pek bir şey kalmadı.
GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM
Yel Üfürdü Mit Köpürdü !
MİT, Mahir Kaynak'a "sırları ifşa etmek"ten dava açtı
haberline.com 25 mayıs 2001
İstanbul - Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eski mensubu Mustafa Mahir Kaynak ve yayıncı Rahim Er hakkında, ``Yer Üfürdü Su Götürdü`` adlı kitapta ``MİT`in görev ve faaliyetlerine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri ifşa ettikleri`` iddiasıyla dava açıldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı`nca hazırlanan iddianamede, MİT Müsteşarlığı`nın 23 Mart 2001 tarihli suç duyurusunda, eski MİT mensubu Mustafa Mahir Kaynak`ın kaleme aldığı ve Yönetim Kurulu Başkanlığı ile Genel Müdürlüğü`nü Rahim Er`in yaptığı Babıali Kültür Yayıncılığı A.Ş. tarafından ilk baskısı gerçekleştirilen ``Yel Üfürdü Su Götürdü`` adlı 142 sayfalık kitabın, ``Çocukluğum``, ``Askerlik hayatım``, ``Akademik hayatım``, ``MİT`çi kimliğim``, ``Teşkilattaki günlerim`` ve ``Teşkilat sonrası`` başlıklı 6 bölümden oluştuğunun belirtildiği kaydedildi. Suç duyurusunda, bunlardan ``Mitçi kimliğim`` ve ``Teşkilattaki günlerim`` başlıklı bölümlerde yer alan bilgilerin, MİT`in görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunun öne sürüldüğü anlatılan iddianamede, MİT`in aynı suç duyurusuyla birlikte Kaynak`ın 16 Aralık 1971 tarihinde imzaladığı ``Ant İçme Belgesi`` ve 2 Aralık 1980 tarihli ``Ayrılış Andı``nın da savcılığa gönderildiği belirtildi. İddianamede, bu belgelerde gizliliğe riayet edilmesi, yazılı hususlara titizlikle uyulması gerektiği belirtilmesine rağmen bunlara uyulmayarak MİT`e ait gizli bilgileri ifşa edildiğinin öne sürüldüğü kaydedildi.
İddianamede, Kaynak`ın savcılıkca alınan ifadesinde ise kitapta yer alan bilgilerin daha önceden basın organlarında yayınlanan ve kamuoyunca bilinen hususlar olduğunu, gizliliğe riayet ettiğini ve kamuoyunca bilinen bilgilerin ``Gizli bilgileri ifşa etmek`` olarak yorumlanamayacağını söylediği ve çeşitli gazetelerde yer alan yazıların fotokopilerini de örnek olarak sunduğu ifade edildi. Kitapta yer alan bilgilerle Kaynak tarafından verilen dokümanların karşılaştırıldığı anlatılan iddianamede, bir kısım bilgilerin daha önceden basın organlarında yayınlandığının görüldüğü, ancak kitap ile bu dokümanlarda yer alan bilgilerin tam olarak örtüşmediği ve kamuoyunca bilinmeyen bazı olaylara da bu kitapta yer verildiği öne sürüldü.
İddianamede, bu nedenle Kaynak ve Er`in, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu`nun 27. maddesi uyarınca ``MİT`in görev ve faaliyetlerine ilişkin olup gizli kalması gereken malumatları ifşa etmek`` suçundan 7.5`ar yıldan az olmamak üzere ağır hapis cezalarına çarptırılmaları talep edildi.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Mahmut Makal
ESERLERİ
Bizim Köy
Mahmut Makal
Çağdaş Yayınları / Tarih-Anı-Gezi-Olay Dizisi
... Köyün iç yüzünü olduğu gibi aksettiren bu yazılar köy davasını ele alacak olanlar için bir ayna vazifesi görecek, onları yanlış yollara sapmaktan kurtaracaktır. Bu bakımdan çalışmaların, memleket için çok hayırlı olacaktır. Gerçeği olduğu gibi görerek buna dayanan işler yapılırsa çetin zannedilen sorunları çözmek kolaylaşır. Yazılarında birçok insanlar için yüzyıllar boyunca meçhul kalmış ve bu nedenden çözülmez bir düğüm sanılan sorunları açık açık arka arkaya dizişin, köylerin kalkınması hesabına iş yapmak isteyenlere ne büyük kolaylıklar hazırlamaktadır. Bu yazılarda, ayrıca bizim henüz pek alışık olmadığımız bir üslup ve eda şekli vardır ki, köy dilinin ulusal edebiyatımıza mal olması için böyle yazılara pek muhtacız. Onun için bu bakımdan da hizmetin büyüktür."
-İsmail Hakkı Tonguç-
Bizim Köy
50.Yıl
Mahmut Makal
Güldikeni Yayınları / Makal Dizisi
Bu kitabı okuyan hiçbir milliyetçi ve devrimci Türk, vicdan azabından değil de gönül üzüntüsünden birkaç gece kurtulamaz. Bu kitap, bir milliyetçi ve devrimci Türk'e, onu okutmamak ve unutturmak değil, bütün atılışlarımızla, irademizin ve aklımızın bütün gücü ile, bu geriliği, bu yoksulluğu ve bu kimsesizliği ortadan kaldırmak aşkını verir. Ziraat Enstitüsü'nün, Tıp Fakültesi'nin, Yüksek Mühendis Mektebi'nin, Siyasi İlimler Mektebi'nin ve Üniversite kollarının hepsinde öğretmenin bu kitabını okuturdum. Bu kitap üzerine tezler hazırlatırdım... -Falih Rıfkı Atay (Ulus)-
Mahmut Makal yeryüzünde kültüre hizmet etmiş, dünyayı daha iyiye ve daha güzele götürmek için çaba harcamış dört kişiden biridir. Eskiden İstanbul İstanbul'du, taşra da taşra. Romancı, yazar, şair adam kentsoylu olmalıydı. Makal bu çerçeveyi parçaladığında bomba patlamıştı. -İlhan Selçuk (Cumhuriyet)-
Bizim Köy, 1950'de bir başyapıttı. 1995'te de bir başyapıt. Anlatılan nesne ya da olayın kendisi sanılacak ölçüde yalın anlatımıyla, sıradanı şiire dönüştüren gözlem gücüyle, yoksulun o soylu ve varla yok arası gülümsemesiyle donanmış genç anlatımcının duyarlı olduğu kadar da nesnel yaklaşımıyla, Bizim Köy yazınımızda bir doruktur...
-Prof. Tahsin Yücel (Cumhuriyet)-
Böyle bir kitap, durumu dolayısıyla her türlü edebiyat sorununu aşmasına karşın, amacının bambaşka olmasına, sonuçlarının da Türkiye'de birçok aydının, politikacının görüşünü değiştirme olasılığı bulunmasına karşın, Makal'ın yalnızca bir tanık, rastlantıların yazar yaptığı bir sanatçı olmadığını ısrarla belirtmek gerekir. Mahmut Makal, güçlü, açık, keskin bir deyişle yazıyor. Ama bu deyiş, çoğunlukla, gerçek yazarı belirten, anlatılmaz bir büyü sezdiren, kekre bir şiire erişiyor... Tunus (Action)
ESERLERİ
Bizim Köy
Mahmut Makal
Çağdaş Yayınları / Tarih-Anı-Gezi-Olay Dizisi
... Köyün iç yüzünü olduğu gibi aksettiren bu yazılar köy davasını ele alacak olanlar için bir ayna vazifesi görecek, onları yanlış yollara sapmaktan kurtaracaktır. Bu bakımdan çalışmaların, memleket için çok hayırlı olacaktır. Gerçeği olduğu gibi görerek buna dayanan işler yapılırsa çetin zannedilen sorunları çözmek kolaylaşır. Yazılarında birçok insanlar için yüzyıllar boyunca meçhul kalmış ve bu nedenden çözülmez bir düğüm sanılan sorunları açık açık arka arkaya dizişin, köylerin kalkınması hesabına iş yapmak isteyenlere ne büyük kolaylıklar hazırlamaktadır. Bu yazılarda, ayrıca bizim henüz pek alışık olmadığımız bir üslup ve eda şekli vardır ki, köy dilinin ulusal edebiyatımıza mal olması için böyle yazılara pek muhtacız. Onun için bu bakımdan da hizmetin büyüktür."
-İsmail Hakkı Tonguç-
Bizim Köy
50.Yıl
Mahmut Makal
Güldikeni Yayınları / Makal Dizisi
Bu kitabı okuyan hiçbir milliyetçi ve devrimci Türk, vicdan azabından değil de gönül üzüntüsünden birkaç gece kurtulamaz. Bu kitap, bir milliyetçi ve devrimci Türk'e, onu okutmamak ve unutturmak değil, bütün atılışlarımızla, irademizin ve aklımızın bütün gücü ile, bu geriliği, bu yoksulluğu ve bu kimsesizliği ortadan kaldırmak aşkını verir. Ziraat Enstitüsü'nün, Tıp Fakültesi'nin, Yüksek Mühendis Mektebi'nin, Siyasi İlimler Mektebi'nin ve Üniversite kollarının hepsinde öğretmenin bu kitabını okuturdum. Bu kitap üzerine tezler hazırlatırdım... -Falih Rıfkı Atay (Ulus)-
Mahmut Makal yeryüzünde kültüre hizmet etmiş, dünyayı daha iyiye ve daha güzele götürmek için çaba harcamış dört kişiden biridir. Eskiden İstanbul İstanbul'du, taşra da taşra. Romancı, yazar, şair adam kentsoylu olmalıydı. Makal bu çerçeveyi parçaladığında bomba patlamıştı. -İlhan Selçuk (Cumhuriyet)-
Bizim Köy, 1950'de bir başyapıttı. 1995'te de bir başyapıt. Anlatılan nesne ya da olayın kendisi sanılacak ölçüde yalın anlatımıyla, sıradanı şiire dönüştüren gözlem gücüyle, yoksulun o soylu ve varla yok arası gülümsemesiyle donanmış genç anlatımcının duyarlı olduğu kadar da nesnel yaklaşımıyla, Bizim Köy yazınımızda bir doruktur...
-Prof. Tahsin Yücel (Cumhuriyet)-
Böyle bir kitap, durumu dolayısıyla her türlü edebiyat sorununu aşmasına karşın, amacının bambaşka olmasına, sonuçlarının da Türkiye'de birçok aydının, politikacının görüşünü değiştirme olasılığı bulunmasına karşın, Makal'ın yalnızca bir tanık, rastlantıların yazar yaptığı bir sanatçı olmadığını ısrarla belirtmek gerekir. Mahmut Makal, güçlü, açık, keskin bir deyişle yazıyor. Ama bu deyiş, çoğunlukla, gerçek yazarı belirten, anlatılmaz bir büyü sezdiren, kekre bir şiire erişiyor... Tunus (Action)
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Martin Lings
Martin Lings (Ebubekir Siraceddin), 1909 yılında İngiltere’de doğdu. Önceleri protestandı, sonra ateist oldu. Oxford Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı okudu. Yirmibeş yaşlarında diğer dünya dinlerini incelemeye başladı. 1938’de tanıştığı Kuzey Afrika’lı müslümanlar vasıtasıyla büyük sufi Şeyh Ahmed Alevî eş-Şazelî ile buluştu, müslüman oldu. Ebubekir Siraceddin adını aldı. 1939 yılında Mısır’a gitti. Burada Kahire Üniversitesi’nde, özellikle Shakespeare üzerine on iki yıl ders verdi. 1948’de tekrar İngiltere’ye döndü. Londra Üniversitesi’nden Arap dili diploması aldı. 1955 yılından itibaren İngiliz Müzesi doğu elyazmalarının (özellikle Arapça) tasnifinde bulundu. Şimdilerde emekli, ve güney İngiltere’de yaşamını sürdürmektedir.
ESERLERİ: Antik İnançlar Modern Hurafeler, Yirminci Yüzyılda Bir Veli, Tasavvuf Nedir? ve son eseri Onbirinci Saat Türkçeye çevrildi. Hz. Muhammed’in Hayatı ile yazar, Pakistan devletince her yıl verilen “Siret Ödülü”nü kazandı. Eser belli başlı birçok dile çevrilmiş ve büyük ilgi toplamıştır. Yazarın ayrıca Türkçeye çevrilmemiş Book of Certainty, Shakespeare in the Light of Sacred Art, Quranic Arts of Calligraphy and Illumination isimli kitapları vardır. İyi bir şair de olan Lings’in iki de şiir kitabı vardır. Yazdığı makaleler, Studies in Comparative Religion, The Islamic Quarterly gibi dergilerin yanı sıra, The New Encyclopaedia of Islam ve Encyclopaedia Britannica gibi belli başlı ansiklopedilerde yer aldı.
Martin Lings (Ebubekir Siraceddin), 1909 yılında İngiltere’de doğdu. Önceleri protestandı, sonra ateist oldu. Oxford Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı okudu. Yirmibeş yaşlarında diğer dünya dinlerini incelemeye başladı. 1938’de tanıştığı Kuzey Afrika’lı müslümanlar vasıtasıyla büyük sufi Şeyh Ahmed Alevî eş-Şazelî ile buluştu, müslüman oldu. Ebubekir Siraceddin adını aldı. 1939 yılında Mısır’a gitti. Burada Kahire Üniversitesi’nde, özellikle Shakespeare üzerine on iki yıl ders verdi. 1948’de tekrar İngiltere’ye döndü. Londra Üniversitesi’nden Arap dili diploması aldı. 1955 yılından itibaren İngiliz Müzesi doğu elyazmalarının (özellikle Arapça) tasnifinde bulundu. Şimdilerde emekli, ve güney İngiltere’de yaşamını sürdürmektedir.
ESERLERİ: Antik İnançlar Modern Hurafeler, Yirminci Yüzyılda Bir Veli, Tasavvuf Nedir? ve son eseri Onbirinci Saat Türkçeye çevrildi. Hz. Muhammed’in Hayatı ile yazar, Pakistan devletince her yıl verilen “Siret Ödülü”nü kazandı. Eser belli başlı birçok dile çevrilmiş ve büyük ilgi toplamıştır. Yazarın ayrıca Türkçeye çevrilmemiş Book of Certainty, Shakespeare in the Light of Sacred Art, Quranic Arts of Calligraphy and Illumination isimli kitapları vardır. İyi bir şair de olan Lings’in iki de şiir kitabı vardır. Yazdığı makaleler, Studies in Comparative Religion, The Islamic Quarterly gibi dergilerin yanı sıra, The New Encyclopaedia of Islam ve Encyclopaedia Britannica gibi belli başlı ansiklopedilerde yer aldı.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Mehmed Çavuşoğlu
Yazar ve edebiyat tarihçisi. 15 Ocak 1936 tarihinde Ordu’nun Perşembe ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Perşembe’nin Saray Köyü’nde (1945), orta öğrenimini Ordu Ortaokulu, Afyon Lisesi ve Haydarpaşa Lisesinde tamamladı (1956).İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı bitirdi (1962). Eski Türk Edebiyatı Kürsüsünde Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ın yanında asistan (1962), doçent (1973), prof. (1985), Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu (1985-1987). 15 Temmuz 1987 tarihinde öldü.Lise ve üniversite öğrenciliği yıllarında şiirle uğraştı. Çeşitli dergilerde yayımladı. Divan Edebiyatı ile ilgili makaleler yazdı.
ESERLERİ
Necati Bey Divanının Tahlili (Doktora tezi-1971), Necati Bey Divanı Seçmeler (1973),Yahya Bey Divanı (1977), Amri Divanı (1979), Yahya Beyin Yusuf ve Zeliha Mesnevisi (1979), Vasfi Divanı (1980), Divanlar Arasında (1982), Yahya Bey ve Divanından Örnekler (1983), Zati Divanı (gazeller kısmı, 3. Cilt;M. Ali Tanyeli ile birlikte, 1987), Hayati Bey ve Divanından Örnekler (1987). Üsküplü İshak Çelebi’nin Divanı’nın tenkitli basımı ise (Ali Tanyeri ile birlikte) ölümünden sonra yayımlandı (1990).
Yazar ve edebiyat tarihçisi. 15 Ocak 1936 tarihinde Ordu’nun Perşembe ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Perşembe’nin Saray Köyü’nde (1945), orta öğrenimini Ordu Ortaokulu, Afyon Lisesi ve Haydarpaşa Lisesinde tamamladı (1956).İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı bitirdi (1962). Eski Türk Edebiyatı Kürsüsünde Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ın yanında asistan (1962), doçent (1973), prof. (1985), Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu (1985-1987). 15 Temmuz 1987 tarihinde öldü.Lise ve üniversite öğrenciliği yıllarında şiirle uğraştı. Çeşitli dergilerde yayımladı. Divan Edebiyatı ile ilgili makaleler yazdı.
ESERLERİ
Necati Bey Divanının Tahlili (Doktora tezi-1971), Necati Bey Divanı Seçmeler (1973),Yahya Bey Divanı (1977), Amri Divanı (1979), Yahya Beyin Yusuf ve Zeliha Mesnevisi (1979), Vasfi Divanı (1980), Divanlar Arasında (1982), Yahya Bey ve Divanından Örnekler (1983), Zati Divanı (gazeller kısmı, 3. Cilt;M. Ali Tanyeli ile birlikte, 1987), Hayati Bey ve Divanından Örnekler (1987). Üsküplü İshak Çelebi’nin Divanı’nın tenkitli basımı ise (Ali Tanyeri ile birlikte) ölümünden sonra yayımlandı (1990).
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
5 sayfadaki 7 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7
5 sayfadaki 7 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz