Yazarlarin Biyografileri
2 posters
4 sayfadaki 7 sayfası
4 sayfadaki 7 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Haldun Taner
İstanbul^da doğdu (1915). Mütareke yıllarında Kurtuluş Savaşı başlamadan önce yazıları, dersleri ve nutuklarıyla, Türkiye^nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü hukuki gerekçeleriyle savunan ilk kişi olan Prof. Ahmed Selahattin^in oğludur. Galatasaray^da, Heidelberg Üniversitesi^nde ve İstanbul Üniversitesi^nde okudu. 1950^den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi^nde, Gazetecilik Enstitüsü^nde, LCC Tiyatro Okulu^nda binlerce öğrenci yetiştirdi. 7 Mayıs 1986^da İstanbul^da öldü.
ESERLERİ:
Tiyatro:
Ayışığında Şamata, Eşeğin Gölgesi, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Günün adamı-Dışardakiler, Haldun Taner Kabare, Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Vatan Kurtaran Şaban, Ve Değirmen Dönerdi-Lütfen Dokunmayın.
Deneme:
Berlin Mektupları, Çok Güzelsin Gitme dur, Hak dostum Diye başlayalım Söze, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Koyma Akıl Oyma Akıl,Önce İnsan.
Hikaye:
Kızıl Saçlı Amazon, Onikiye Bir Var, Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, Yalıda Sabah.
İstanbul^da doğdu (1915). Mütareke yıllarında Kurtuluş Savaşı başlamadan önce yazıları, dersleri ve nutuklarıyla, Türkiye^nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü hukuki gerekçeleriyle savunan ilk kişi olan Prof. Ahmed Selahattin^in oğludur. Galatasaray^da, Heidelberg Üniversitesi^nde ve İstanbul Üniversitesi^nde okudu. 1950^den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi^nde, Gazetecilik Enstitüsü^nde, LCC Tiyatro Okulu^nda binlerce öğrenci yetiştirdi. 7 Mayıs 1986^da İstanbul^da öldü.
ESERLERİ:
Tiyatro:
Ayışığında Şamata, Eşeğin Gölgesi, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Günün adamı-Dışardakiler, Haldun Taner Kabare, Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Vatan Kurtaran Şaban, Ve Değirmen Dönerdi-Lütfen Dokunmayın.
Deneme:
Berlin Mektupları, Çok Güzelsin Gitme dur, Hak dostum Diye başlayalım Söze, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, Koyma Akıl Oyma Akıl,Önce İnsan.
Hikaye:
Kızıl Saçlı Amazon, Onikiye Bir Var, Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, Yalıda Sabah.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Halikarnas Balıkçısı
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Halikarnas Balıkçısı 1890'da doğdu. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi'nde, ortaöğrenimini Robert Koleji'nde yaptı (1904). Oxford Üniversitesi'nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi. İstanbul'a dönünce Resimli Ay, İnci vb. dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi (1910 - 1925). Cumhuriyetten sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden üç yıl kalebentlikle Bodrum'a sürüldü. Cezasının son yarısını İstanbul'da geçirdikten sonra yeniden döndüğü Bodrum'da kaldı. 1947'de İzmir'e yerleşen Halikarnas Balıkçısı, 13 Ekim 1973'de bu kentte öldü. Çok sevdiği Bodrum'a gömüldü.
ESERLERİ:
Roman:Agata Burina Burinata, Bulamaç, Deniz Gurbetçileri, Ötelerin Çocukları, Turgut Reis, Uluç Reis.
Deneme:Altıncı Kıta Akdeniz, Düşün Yazıları, Anadolu Efsaneleri, Hey Koca yurt, Anadolu Tanrıları, Merhaba Anadolu, Anadolu’nun Sesi, Arşipel, Sonsuzluk Sessiz Büyür.
Hikaye:Gençlik Denizlerinde, Egeden Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Çiçeklerin Düğünü, Dalgıçlar, Mavi Sürgün, Parmak Damgası.
Çocuk Kitapları: Denizin Çağrısı, Gülen Ada, Yol Ver Deniz
Hakkında Yazılanlar
Fahr El Nissa Zeid
Dinçer Erimez, Sezer Tansuğ
Artist Yayın
Fahr el nissa Zeid, ruhunun kaos sonsuzluğunda ısrarlı arayışlarla yoğun elmas renklerden, ışık çizgilerden oluşan kehkeşanlı, meçhul dünyalar resimledi.Kompozisyonlarında, doğu ve batı sanatının özdeş ruhunu oluşturduğu övgülerini aldı.Resim sanatında soyut, nonfigüratif veya bir başka belirgin sınıfa konamayacak, şaşırtıcı zigzaglar çizen mistik esinlemeler dolu şairane bir mizaç; bağımsız, kural dışı, özgün ve kendi başına bir sanatçı olarak tanımlandı Fahr el nissa Zeid.
Bu kitap, sanatın unutulmaz isimlerinden birini, Fahr el nissa Zeid'i yeniden sergiliyor.
2.Şakir Paşa Ailesi
(A Turkish Tapestry)
Şirin Devrim
Doğan Kitapçılık / Anı Dizisi
II. Abdülhamid'in sadrazamı olan Cevad Paşa sözünü esirgemeyen, şahsiyet sahibi bir devlet adamıdır. Ancak bir komplo düzenlediğinden kuşkulanan Padişah onu sadrazamlıktan azleder. Bunun üzerine Şakir Paşa, kardeşinin uğradığı haksızlığı sineye çekemediği için II. Abdülhamid'in verdiği konakta oturmayı reddederek Büyükada'daki köşküne çekilir.
Şakir Paşa'nın torunu Şirin Devrim'in çocukluğunun geçtiği bu köşkte kimler yaşamaz ki... Başta Şirin Devrim'in annesi ressam Fahrünnisa (Zeyd) olmak üzere, Füreya (Koral), Aliye (Berger), Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Suat Şakir, İzzet Melih (Devrim), Nejad Devrim vd...
İçlerinden kimileri dünya çapında ün kazanan bu sanatça ailenin yaşamı, Osmanlı'nın son dönemleri ile Kurtuluş Savaşı yılları ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına denk düşer. Şakir Paşa ailesinin bu yaşam serüveni bizleri eski İstanbul atmosferine götürüyor. Anıların tatlı esintisi içinde, birçok tarihi şahsiyetle karşı karşıya geliyoruz; Atatürk'ten Kral Gazi'ye, Hitler'den
Kraliçe Elizabeth'e, Kral Hüseyin'e kadar...
Daha önce İngiltere ve Amerika'da yayımlanan ve Batılı okurlarca ilgiyle karşılanan Şakir Paşa ailesinin yaşamöyküsü, elden geçirilmiş 7. baskısıyla yeniden Türk okurunun karşısında
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Halikarnas Balıkçısı 1890'da doğdu. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi'nde, ortaöğrenimini Robert Koleji'nde yaptı (1904). Oxford Üniversitesi'nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi. İstanbul'a dönünce Resimli Ay, İnci vb. dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi (1910 - 1925). Cumhuriyetten sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden üç yıl kalebentlikle Bodrum'a sürüldü. Cezasının son yarısını İstanbul'da geçirdikten sonra yeniden döndüğü Bodrum'da kaldı. 1947'de İzmir'e yerleşen Halikarnas Balıkçısı, 13 Ekim 1973'de bu kentte öldü. Çok sevdiği Bodrum'a gömüldü.
ESERLERİ:
Roman:Agata Burina Burinata, Bulamaç, Deniz Gurbetçileri, Ötelerin Çocukları, Turgut Reis, Uluç Reis.
Deneme:Altıncı Kıta Akdeniz, Düşün Yazıları, Anadolu Efsaneleri, Hey Koca yurt, Anadolu Tanrıları, Merhaba Anadolu, Anadolu’nun Sesi, Arşipel, Sonsuzluk Sessiz Büyür.
Hikaye:Gençlik Denizlerinde, Egeden Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Çiçeklerin Düğünü, Dalgıçlar, Mavi Sürgün, Parmak Damgası.
Çocuk Kitapları: Denizin Çağrısı, Gülen Ada, Yol Ver Deniz
Hakkında Yazılanlar
Fahr El Nissa Zeid
Dinçer Erimez, Sezer Tansuğ
Artist Yayın
Fahr el nissa Zeid, ruhunun kaos sonsuzluğunda ısrarlı arayışlarla yoğun elmas renklerden, ışık çizgilerden oluşan kehkeşanlı, meçhul dünyalar resimledi.Kompozisyonlarında, doğu ve batı sanatının özdeş ruhunu oluşturduğu övgülerini aldı.Resim sanatında soyut, nonfigüratif veya bir başka belirgin sınıfa konamayacak, şaşırtıcı zigzaglar çizen mistik esinlemeler dolu şairane bir mizaç; bağımsız, kural dışı, özgün ve kendi başına bir sanatçı olarak tanımlandı Fahr el nissa Zeid.
Bu kitap, sanatın unutulmaz isimlerinden birini, Fahr el nissa Zeid'i yeniden sergiliyor.
2.Şakir Paşa Ailesi
(A Turkish Tapestry)
Şirin Devrim
Doğan Kitapçılık / Anı Dizisi
II. Abdülhamid'in sadrazamı olan Cevad Paşa sözünü esirgemeyen, şahsiyet sahibi bir devlet adamıdır. Ancak bir komplo düzenlediğinden kuşkulanan Padişah onu sadrazamlıktan azleder. Bunun üzerine Şakir Paşa, kardeşinin uğradığı haksızlığı sineye çekemediği için II. Abdülhamid'in verdiği konakta oturmayı reddederek Büyükada'daki köşküne çekilir.
Şakir Paşa'nın torunu Şirin Devrim'in çocukluğunun geçtiği bu köşkte kimler yaşamaz ki... Başta Şirin Devrim'in annesi ressam Fahrünnisa (Zeyd) olmak üzere, Füreya (Koral), Aliye (Berger), Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Suat Şakir, İzzet Melih (Devrim), Nejad Devrim vd...
İçlerinden kimileri dünya çapında ün kazanan bu sanatça ailenin yaşamı, Osmanlı'nın son dönemleri ile Kurtuluş Savaşı yılları ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına denk düşer. Şakir Paşa ailesinin bu yaşam serüveni bizleri eski İstanbul atmosferine götürüyor. Anıların tatlı esintisi içinde, birçok tarihi şahsiyetle karşı karşıya geliyoruz; Atatürk'ten Kral Gazi'ye, Hitler'den
Kraliçe Elizabeth'e, Kral Hüseyin'e kadar...
Daha önce İngiltere ve Amerika'da yayımlanan ve Batılı okurlarca ilgiyle karşılanan Şakir Paşa ailesinin yaşamöyküsü, elden geçirilmiş 7. baskısıyla yeniden Türk okurunun karşısında
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Halit Çelenk
Halit Çelenk 1922 yılında Antakya'da doğdu. İlkokulu aynı kentteki Mektebi Sultani'de, ortaokul ve liseyi Mandacı Fransızların yönetimindeki Antakya Lisesinde okudu. 1944'te İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Aynı yıl sınıf arkadaşı Şekibe Sayar'la evlendi. 1948'de Samsun'da avukatlığa başladı. 1962 Ekiminde eşi Şekibe Çelenk'le birlikte Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu, Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Avukatlığa başladığı günden itibaren haksızlığa uğrayan, ezilen, sömürülen, işkence gören, tutuklanan, yargılanan işçilerin, öğrencilerin, gençlerin, yazarların, sanatçıların, parti, sendika, dernek, vakıf yöneticilerinin savunmalarını üstlendi. THKO, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının savunmalarını üstlendi, Deniz'lerin infazında yanlarında bulundu. Kendisi de çeşitli davalarda yargılanan, gözaltına alınan Çelenk, Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu İkinci Başkanlığı yaptı. İnsan Hakları Vakfı kurucuları arasında yer aldı. Aziz Nesin'in öncülüğünü yaptığı Aydınlar Dilekçesi'ni kaleme alanlar arasındaydı; SBP kuruluş çalışmalarında bulundu.
ESERLERİ
1.Barış Savaşçıları
Anılar
Halit Çelenk
Tekin Yayınevi
Ülkemizde hakça bir düzenin gerçekleşmesi doğrultusunda verilen savaşımların uzun bir geçmişi var. Bu dikenli yolda, zindanlarda çürüyenler, öldürülenler, işkence görenler var. İnancı uğruna gencecik yaşamlarını veren, sehpa altında bile davalarını savunanlar var. Yargısız infazlarda faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitirenler, Kayıplar adı altında yokedilenler var...
2.Umut Hangi Dağın Ardında
Halit Çelenk
Çağdaş Yayınları
Ben bir savunmanım. Güzel insanları savundum. halkını seven, onların "Bir orman gibi kardeşçesine" yaşaması için gencecik yaşamlarını veren insanları. Özgürlüklerini, yaşanmamış yemyeşil yıllarını ortaya koyan insanları. Hakça toplumsal bir düzene giden yola ışık saçan insanları savundum. Onlar bir çiçek gibi arı, taze ve renkliydiler. İnsan olmaktı suçları.
İnsanları sevmekti, baskısız, sömürüsüz, özgür bir dünya istemekti. Her biri birer dünyaydı. İdealleri için öldüler, idam edildiler, hapis yattılar. Ben bu güzel insanları savunarak, onlarla beraber, insan sevgisini, barış dolu, özgür ve mutlu bir dünyayı savundum. Bu güzel insanları seviyorum. Bir yaşam bu sevgiyle geçti. kendilerini tüm insanlığa adayanlara bir yaşam
vermek çok mu?
3.Beş Kapı Beş Kilit
Anılar
Halit Çelenk
Tekin Yayınevi
Ezilen sınıf ve halklar bugüne kadar yenilmedi. Önünde sonunda yendi. Çünkü yenilemez. Tarihsel gelişme doğrultusu ezilenlerden yana. Bu bir doğa yasası, toplum yasası. Bunu anlamayanlar, anlamazlıktan gelenler, çıkarları anlamalarına engel olanlar, kendi iğrenç çıkarları ve kişilikleriyle tarihin mezarlığına göçüp gidecekler. Ama "Mazlum milletler" ezilen sınıflar
yaşayacak. Bu sonu hiç bir güç önleyemeyecek.Bir maymun sırıtmasından insanca bir gülüşün çıkışı bile bunu anlatmaya yeter.
4.İdam Gecesi Anıları
Halit Çelenk
Tekin Kitabevi
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın "merhaba kainat" "dedikleri" sabahın, 6 Mayıs 1972 sabahının üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçti. Toplumların tarihi bir yana, insan ömrü açısından bile kısa bir süredir bu. Tarihin soğukluğuna gömülmeye, duygusallıktan arınmaya yetmeyecek kadar kısa.
"İdam Gecesi Anıları" birinci elden bir tanıklık. Bu tanığın, dava boyunca ve son sözlerini haykırdıklarında yanlarında olan Halit Çelenk oluşu, Anılar'ı belgesel kılıyor. Yalnız siyasal değil, hukuksal yönden de hayli tartışmalı olan ve artık bulunamayacak olan "karar" metinlerinin de bu kitapta içerilmiş olması, bu belgeselliği güçlendiriyor
Halit Çelenk 1922 yılında Antakya'da doğdu. İlkokulu aynı kentteki Mektebi Sultani'de, ortaokul ve liseyi Mandacı Fransızların yönetimindeki Antakya Lisesinde okudu. 1944'te İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Aynı yıl sınıf arkadaşı Şekibe Sayar'la evlendi. 1948'de Samsun'da avukatlığa başladı. 1962 Ekiminde eşi Şekibe Çelenk'le birlikte Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu, Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Avukatlığa başladığı günden itibaren haksızlığa uğrayan, ezilen, sömürülen, işkence gören, tutuklanan, yargılanan işçilerin, öğrencilerin, gençlerin, yazarların, sanatçıların, parti, sendika, dernek, vakıf yöneticilerinin savunmalarını üstlendi. THKO, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının savunmalarını üstlendi, Deniz'lerin infazında yanlarında bulundu. Kendisi de çeşitli davalarda yargılanan, gözaltına alınan Çelenk, Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu İkinci Başkanlığı yaptı. İnsan Hakları Vakfı kurucuları arasında yer aldı. Aziz Nesin'in öncülüğünü yaptığı Aydınlar Dilekçesi'ni kaleme alanlar arasındaydı; SBP kuruluş çalışmalarında bulundu.
ESERLERİ
1.Barış Savaşçıları
Anılar
Halit Çelenk
Tekin Yayınevi
Ülkemizde hakça bir düzenin gerçekleşmesi doğrultusunda verilen savaşımların uzun bir geçmişi var. Bu dikenli yolda, zindanlarda çürüyenler, öldürülenler, işkence görenler var. İnancı uğruna gencecik yaşamlarını veren, sehpa altında bile davalarını savunanlar var. Yargısız infazlarda faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitirenler, Kayıplar adı altında yokedilenler var...
2.Umut Hangi Dağın Ardında
Halit Çelenk
Çağdaş Yayınları
Ben bir savunmanım. Güzel insanları savundum. halkını seven, onların "Bir orman gibi kardeşçesine" yaşaması için gencecik yaşamlarını veren insanları. Özgürlüklerini, yaşanmamış yemyeşil yıllarını ortaya koyan insanları. Hakça toplumsal bir düzene giden yola ışık saçan insanları savundum. Onlar bir çiçek gibi arı, taze ve renkliydiler. İnsan olmaktı suçları.
İnsanları sevmekti, baskısız, sömürüsüz, özgür bir dünya istemekti. Her biri birer dünyaydı. İdealleri için öldüler, idam edildiler, hapis yattılar. Ben bu güzel insanları savunarak, onlarla beraber, insan sevgisini, barış dolu, özgür ve mutlu bir dünyayı savundum. Bu güzel insanları seviyorum. Bir yaşam bu sevgiyle geçti. kendilerini tüm insanlığa adayanlara bir yaşam
vermek çok mu?
3.Beş Kapı Beş Kilit
Anılar
Halit Çelenk
Tekin Yayınevi
Ezilen sınıf ve halklar bugüne kadar yenilmedi. Önünde sonunda yendi. Çünkü yenilemez. Tarihsel gelişme doğrultusu ezilenlerden yana. Bu bir doğa yasası, toplum yasası. Bunu anlamayanlar, anlamazlıktan gelenler, çıkarları anlamalarına engel olanlar, kendi iğrenç çıkarları ve kişilikleriyle tarihin mezarlığına göçüp gidecekler. Ama "Mazlum milletler" ezilen sınıflar
yaşayacak. Bu sonu hiç bir güç önleyemeyecek.Bir maymun sırıtmasından insanca bir gülüşün çıkışı bile bunu anlatmaya yeter.
4.İdam Gecesi Anıları
Halit Çelenk
Tekin Kitabevi
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın "merhaba kainat" "dedikleri" sabahın, 6 Mayıs 1972 sabahının üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçti. Toplumların tarihi bir yana, insan ömrü açısından bile kısa bir süredir bu. Tarihin soğukluğuna gömülmeye, duygusallıktan arınmaya yetmeyecek kadar kısa.
"İdam Gecesi Anıları" birinci elden bir tanıklık. Bu tanığın, dava boyunca ve son sözlerini haykırdıklarında yanlarında olan Halit Çelenk oluşu, Anılar'ı belgesel kılıyor. Yalnız siyasal değil, hukuksal yönden de hayli tartışmalı olan ve artık bulunamayacak olan "karar" metinlerinin de bu kitapta içerilmiş olması, bu belgeselliği güçlendiriyor
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Halit Ziya Uşaklıgil
Halid Ziya’nın ailesi, "Uşak’ta helvacılıkla uğraşırken, İzmir’e göçerek "Uşşakizadeler" diye anılmaya başlayan zengin bir ailedir. Bu aile, işleri çok gelişince İstanbul’a da bir şube açtı ve bu şubeyi sermayesiyle birlikte oğul Hacı Halil Efendi’ye verdi. Halid Ziya, Hacı Halil Efendi’nin üçüncü çocuğu olarak 1866’da İstanbul’da doğdu. İstanbul’da ilk mektep, askeri rüşdiye... (1873-1878) Babasının işleri kötü gitmeye başlayınca Halid Ziya annesiyle birlikte İzmir’e dedesinin yanına gönderildi. Öğrenimini İzmir Rüşdiyesi’nde sürdürdü. (1878) Bu arada babasının işlerini düzene koyup İzmir’e gelişi ve yeni bir ticaretevi açışıyla sığıntı olma düşüncesini de zihninden atan Halid Ziya, ikinci bir okula hazırlık için Frenk Mahallesi’nin Alioti bölümündeki Auguste de Jaba adlı avukatın emrine verildi.
Halid Ziya, babasının katibi olarak işe başladı, bu iş edebiyat merakıyla pek bağdaşmadığından yeni iş tavsiyelerini dikkate aldı, ancak İstanbul’da hariciyeci olmak için yaptığı başvuru sonuçsuz kaldı. İzmir’e dönüşünde Rüşdiye öğretmenliğine başladı ve akabinde Osmanlı Bankası’na girdi. İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nün başkatiplik teklifini kabul ederek İzmir’den ayrıldı (1893). Reji’deki çalışma günlerinde Servet-i Fünun’a da katılarak edebi faaliyetlerini yoğunlaştıran Halid Ziya, Meşrutiyet’ten sonra bir süre Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Batı edebiyatı okuttu sonra Mabeyn Başkatibi oldu (1909). Buradan ayrıldıktan sonra memuriyete dönmeyen ve tüm zamanlarını edebiyata veren Halid Ziya 23 Mayıs 1945 tarihinde İstanbul’da öldü.
ESERLERİ
Romanları:Nemide,Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar
Hikayeleri:Bir İzdivacın Tarih-i Muâşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nâkıl (4 Cilt yerli ve yabancı öyküler), Bu Muydu?, Heyhat, Küçük Fıkralar (3 Cilt), Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dair, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi.
Hatırıları:Kırk Yıl, Bir Acı Hikaye, Saray ve Ötesi.
Deneme:Sanata Dair
Halid Ziya’nın ailesi, "Uşak’ta helvacılıkla uğraşırken, İzmir’e göçerek "Uşşakizadeler" diye anılmaya başlayan zengin bir ailedir. Bu aile, işleri çok gelişince İstanbul’a da bir şube açtı ve bu şubeyi sermayesiyle birlikte oğul Hacı Halil Efendi’ye verdi. Halid Ziya, Hacı Halil Efendi’nin üçüncü çocuğu olarak 1866’da İstanbul’da doğdu. İstanbul’da ilk mektep, askeri rüşdiye... (1873-1878) Babasının işleri kötü gitmeye başlayınca Halid Ziya annesiyle birlikte İzmir’e dedesinin yanına gönderildi. Öğrenimini İzmir Rüşdiyesi’nde sürdürdü. (1878) Bu arada babasının işlerini düzene koyup İzmir’e gelişi ve yeni bir ticaretevi açışıyla sığıntı olma düşüncesini de zihninden atan Halid Ziya, ikinci bir okula hazırlık için Frenk Mahallesi’nin Alioti bölümündeki Auguste de Jaba adlı avukatın emrine verildi.
Halid Ziya, babasının katibi olarak işe başladı, bu iş edebiyat merakıyla pek bağdaşmadığından yeni iş tavsiyelerini dikkate aldı, ancak İstanbul’da hariciyeci olmak için yaptığı başvuru sonuçsuz kaldı. İzmir’e dönüşünde Rüşdiye öğretmenliğine başladı ve akabinde Osmanlı Bankası’na girdi. İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nün başkatiplik teklifini kabul ederek İzmir’den ayrıldı (1893). Reji’deki çalışma günlerinde Servet-i Fünun’a da katılarak edebi faaliyetlerini yoğunlaştıran Halid Ziya, Meşrutiyet’ten sonra bir süre Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Batı edebiyatı okuttu sonra Mabeyn Başkatibi oldu (1909). Buradan ayrıldıktan sonra memuriyete dönmeyen ve tüm zamanlarını edebiyata veren Halid Ziya 23 Mayıs 1945 tarihinde İstanbul’da öldü.
ESERLERİ
Romanları:Nemide,Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar
Hikayeleri:Bir İzdivacın Tarih-i Muâşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nâkıl (4 Cilt yerli ve yabancı öyküler), Bu Muydu?, Heyhat, Küçük Fıkralar (3 Cilt), Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dair, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi.
Hatırıları:Kırk Yıl, Bir Acı Hikaye, Saray ve Ötesi.
Deneme:Sanata Dair
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hamamizade İhsan
1885 yılında Trabzon'da doğdu. Trabzon Rüştiyesini bitirdi. Özel Fransızca ve Mesnevî dersleri aldı. Trabzon'daki okullarda öğretmenlik yaptı. Resmî Trabzon gazetesinde yazarlık yaptı. İstanbul'a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Soyadı Kanunundan sonra Hamamoğlu soyadını aldı.1948 yılında İstanbul'da öldü.
ESERLERİ
43 eser yazdı. Hamsinâme, şairin en ünlü eseridir. Şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı ihsân, ilk kez 1928'de yayımlanmıştır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Hakkında pek çok çalışma yapılmıştır. Son çalışma, Mustafa İsen ve Rıdvan Canım tarafından "Hamamîzâde İhsan-Hayatı, Eserleri ve Dîvânı" adıyla yapılmıştır.
1885 yılında Trabzon'da doğdu. Trabzon Rüştiyesini bitirdi. Özel Fransızca ve Mesnevî dersleri aldı. Trabzon'daki okullarda öğretmenlik yaptı. Resmî Trabzon gazetesinde yazarlık yaptı. İstanbul'a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Soyadı Kanunundan sonra Hamamoğlu soyadını aldı.1948 yılında İstanbul'da öldü.
ESERLERİ
43 eser yazdı. Hamsinâme, şairin en ünlü eseridir. Şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı ihsân, ilk kez 1928'de yayımlanmıştır.
HAKKINDA YAZILANLAR
Hakkında pek çok çalışma yapılmıştır. Son çalışma, Mustafa İsen ve Rıdvan Canım tarafından "Hamamîzâde İhsan-Hayatı, Eserleri ve Dîvânı" adıyla yapılmıştır.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hasan Akay
1957 yılında İzmit’te doğdu. İlk, orta, lise öğrenimini bu şehirde gördü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde iki yıl okuduktan (1975-76) sonra aynı fakültenin Yeni Türk Edebiyatı bölümüne geçti (1977). Buradan mezun olduktan (1981) sonra bir müddet özel bir lisede edebiyat öğretmenliği yaptı (1981-83). İ.Ü. Orman Fakültesi’nde Türk Dili öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bir yıl sonra İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili okutmanı oldu. 1990 yılında Yeni Türk Edebiyatı bölümünden Doktora derecesi aldı.
Akay, orta öğrenim yıllarında arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Dönüş dergisiyle yazı hayatına atıldı. Sedir dergisinin yazı işleri görevini üstlendi (1980). 1983 yılında Suffe Şiir Ödülü’nü M. Özçelik ile paylaştı. Bazı gazetelerde Sanat-Edebiyat sayfaları düzenledi. Sedir, Milli Gençlik, Türk Edebiyatı, Hisar, Cemre, İlim ve Sanat, Diriliş, Dergah, Yedi İklim gibi dergilerde, şiir, inceleme, çeviri, deneme, hikaye, tahlil çalışmaları yayımlandı.
ESERLERİ:
Gökkuşağı Alnım, Ay Dervişleri, Savaş Görmüş Çocukların Şiiri adlı kitapları yayımlanmıştır.
1957 yılında İzmit’te doğdu. İlk, orta, lise öğrenimini bu şehirde gördü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde iki yıl okuduktan (1975-76) sonra aynı fakültenin Yeni Türk Edebiyatı bölümüne geçti (1977). Buradan mezun olduktan (1981) sonra bir müddet özel bir lisede edebiyat öğretmenliği yaptı (1981-83). İ.Ü. Orman Fakültesi’nde Türk Dili öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bir yıl sonra İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili okutmanı oldu. 1990 yılında Yeni Türk Edebiyatı bölümünden Doktora derecesi aldı.
Akay, orta öğrenim yıllarında arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Dönüş dergisiyle yazı hayatına atıldı. Sedir dergisinin yazı işleri görevini üstlendi (1980). 1983 yılında Suffe Şiir Ödülü’nü M. Özçelik ile paylaştı. Bazı gazetelerde Sanat-Edebiyat sayfaları düzenledi. Sedir, Milli Gençlik, Türk Edebiyatı, Hisar, Cemre, İlim ve Sanat, Diriliş, Dergah, Yedi İklim gibi dergilerde, şiir, inceleme, çeviri, deneme, hikaye, tahlil çalışmaları yayımlandı.
ESERLERİ:
Gökkuşağı Alnım, Ay Dervişleri, Savaş Görmüş Çocukların Şiiri adlı kitapları yayımlanmıştır.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hasan Sağındık
1963 Adana Ceyhan doğumlu. İzmir'de, 9 Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi MALİYE bölümünde okudu. Okul futbol takımının 9 numarasıydı.Bu dönemde, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği korolarında çalıştı. Aynı zamanda yurt orkestrasının solistliğini yaptı.
91-92 yıllarında "beni bu şehirden al götür anne.." adli eseriyle, Star ve Teleon'da en çok klibi yayınlananlardan biriydi. Bu güne kadar 10 eserine klip çekmiş, bunlardan 4 ü Orta Asya Türk Devlet Televizyonlarinda da yayınlanmıştır. Ayrıca 1994 Ankara konseri TRT aracılğıyla Avrasya'ya yayınlanmıştır. Anadolu'yu baştan sona 8 kez dolaşmış ve yüzlerce konser vermiştir.
Besteci yönü tamamen şiirin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bunda o dönemin şiirlerinin etkisi büyüktür. Varolan müzik türleri onu tatmin etmediğinden, 1982 yılından sonra kendi müziğini yapmaya karar verir. Müziğinin adına da :"asyasentez" der.
Sırasıyla,
1989 YUSUF YÜZLÜLER
1990 AĞLA KARANFİL
1991 BENİ YAŞARKEN ANLA
1992 DOSTA DOĞRU-IRGALANIS
1993 ZİNDAN ŞEHİRLER
1996 SİYAH AĞIT
1998 ADAMLAR
2001 BİTSİN SENİNLE
albümleri çıktı.
Gazete köşe yazarlığı, radyo programcılığı, aranjörlük ve yönetmenlik de yapan sanatçı Hasan SAĞINDIK evli ve iki kız babasıdır.
*SAĞINDIK: Kırgız Sözlüğünde "Özlemek" demektir.
1963 Adana Ceyhan doğumlu. İzmir'de, 9 Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi MALİYE bölümünde okudu. Okul futbol takımının 9 numarasıydı.Bu dönemde, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği korolarında çalıştı. Aynı zamanda yurt orkestrasının solistliğini yaptı.
91-92 yıllarında "beni bu şehirden al götür anne.." adli eseriyle, Star ve Teleon'da en çok klibi yayınlananlardan biriydi. Bu güne kadar 10 eserine klip çekmiş, bunlardan 4 ü Orta Asya Türk Devlet Televizyonlarinda da yayınlanmıştır. Ayrıca 1994 Ankara konseri TRT aracılğıyla Avrasya'ya yayınlanmıştır. Anadolu'yu baştan sona 8 kez dolaşmış ve yüzlerce konser vermiştir.
Besteci yönü tamamen şiirin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bunda o dönemin şiirlerinin etkisi büyüktür. Varolan müzik türleri onu tatmin etmediğinden, 1982 yılından sonra kendi müziğini yapmaya karar verir. Müziğinin adına da :"asyasentez" der.
Sırasıyla,
1989 YUSUF YÜZLÜLER
1990 AĞLA KARANFİL
1991 BENİ YAŞARKEN ANLA
1992 DOSTA DOĞRU-IRGALANIS
1993 ZİNDAN ŞEHİRLER
1996 SİYAH AĞIT
1998 ADAMLAR
2001 BİTSİN SENİNLE
albümleri çıktı.
Gazete köşe yazarlığı, radyo programcılığı, aranjörlük ve yönetmenlik de yapan sanatçı Hasan SAĞINDIK evli ve iki kız babasıdır.
*SAĞINDIK: Kırgız Sözlüğünde "Özlemek" demektir.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hasan Ali Yücel
1897 yılında İstanbul'da doğdu. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. İzmir ve İstanbul'da edebiyat ve felsefe öğretmenliği, müfettişlik, genel müdürlük, İzmir milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı (1938-1946) yaptı. iş Bankası Kültür Yayınları'nı yönetti. Bakanlığı döneminde Köy Enstitüleri kuruldu ve dünya klasikleri Türkçe'ye çevrildi. Şiirlerini önce aruzla, sonra heceyle yazdı. Çeşitli gazete ve dergilerde şiirleri, fıkra, makale ve incelemeleri yayımlandı. 1961 yılında öldü.
ESERLERİ
Şiirleri, Dönen Ses, Sizin için, Dinle Benden ve Allah Bir adlı kitaplarında toplandı.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Hasan Ali Yücel ve Türk Kültür Reformu
Mustafa Çıkar
T.İş Bankası Kültür Yayınları / Ünlü Kişiler Dizisi
Bu çalışma, 1993 yılında Bamberg, Otto-Friedrich-Üniversitesi, Türk Dili, Tarihi ve Kültürü Kürsüsü'nde master tezi olarak hazırlanmış ve Almanca aslı Pontes Yayınevi ile T.C. Kültür Bakanlığı'nın ortak yayını olarak basılmıştır (Pontes Verlag, Bonn 1994). Türkçe çeviri hazırlanırken kimi bölümler genişletilmiş, kimi düzeltmeler yapılmış ve yeni bilgiler eklenmiştir. Akademik çalışmalarında beni her zaman teşvik eden hocam Prof. Dr. Klaus Kreiser, bu incelemenin gerek Almanca gerek Türkçe basımına değerli eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunmuştur. En başta kendisine teşekkür borçluyum...
2.Öldükten Sonra "Allah" Diyen Bakan Hasan Ali Yücel
Yakın Tarihimizin Anlatılmayan Hikayesi 3
Hüseyin Yılmaz
Timaş Yayınları / Yazılamayan Yakın Tarih Dizisi
1897 yılında İstanbul'da doğdu. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. İzmir ve İstanbul'da edebiyat ve felsefe öğretmenliği, müfettişlik, genel müdürlük, İzmir milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı (1938-1946) yaptı. iş Bankası Kültür Yayınları'nı yönetti. Bakanlığı döneminde Köy Enstitüleri kuruldu ve dünya klasikleri Türkçe'ye çevrildi. Şiirlerini önce aruzla, sonra heceyle yazdı. Çeşitli gazete ve dergilerde şiirleri, fıkra, makale ve incelemeleri yayımlandı. 1961 yılında öldü.
ESERLERİ
Şiirleri, Dönen Ses, Sizin için, Dinle Benden ve Allah Bir adlı kitaplarında toplandı.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Hasan Ali Yücel ve Türk Kültür Reformu
Mustafa Çıkar
T.İş Bankası Kültür Yayınları / Ünlü Kişiler Dizisi
Bu çalışma, 1993 yılında Bamberg, Otto-Friedrich-Üniversitesi, Türk Dili, Tarihi ve Kültürü Kürsüsü'nde master tezi olarak hazırlanmış ve Almanca aslı Pontes Yayınevi ile T.C. Kültür Bakanlığı'nın ortak yayını olarak basılmıştır (Pontes Verlag, Bonn 1994). Türkçe çeviri hazırlanırken kimi bölümler genişletilmiş, kimi düzeltmeler yapılmış ve yeni bilgiler eklenmiştir. Akademik çalışmalarında beni her zaman teşvik eden hocam Prof. Dr. Klaus Kreiser, bu incelemenin gerek Almanca gerek Türkçe basımına değerli eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunmuştur. En başta kendisine teşekkür borçluyum...
2.Öldükten Sonra "Allah" Diyen Bakan Hasan Ali Yücel
Yakın Tarihimizin Anlatılmayan Hikayesi 3
Hüseyin Yılmaz
Timaş Yayınları / Yazılamayan Yakın Tarih Dizisi
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hayati Bice
Dr. Hayati Bice, 1.3.1959 tarihinde Tokat'ta dünyaya geldi. İlköğrenimini Tokat İbn-i Kemal İlkokulu’nda yaptı. Lise öğrenimini Tokat Turhal Lisesi’nde tamamladı. 1976 yılında tıp öğrenimine başladığı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni 1982 yılında bitirdi. Yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği'nde 1985 yılında başladığı uzmanlık eğitimini tamamladı ve 27.12.1989 tarihinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı oldu. Askerlik görevini Uzman Hekim olarak Denizli Askeri Hastanesi'nde tamamladıktan sonra bir süre Yalova Devlet Hastanesi'nde Uzman Hekim olarak görev aldı. Yalova'da kurduğu Bala-Can Çocuk Kliniği'nde hizmet verdi. 2001 yılı başından bu yana Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak T.C. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nda sözleşmeli uzman doktor olarak görevine devam etmektedir. Tezhib sanatçısı Müzehher Bice ile evli ve Abdulhay Alperen Bice, Fatıma Dilahan Bice ; Behre Nur Bice adlarını taşıyan 3 çocuk babasıdır. Türk lehçelerinin tamamı ile İngilizce bilir.
Aslen Kafkasya Karaçay Türkleri’ndendir. 3. kuşaktaki dedeleri Ali Bek ve Canhod Ata, İmam Şamil'in cihad yıllarındaki kanlı savaşlara fiilen iştirak etmiş olan mücahidlerden olup hicrî 1293 Osmanlı Rus savaşından sonra Türkiye'ye muhaceret etmek zorunda kalan Kafkas önderlerindendir. Kadim dedelerine olan borcunu ödemek için yazdığı "Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler" kitabı alanındaki temel eserlerden ve referans kitablarından birisi haline gelmiştir.
ESERLERİ
TÜRK YURTLARINDAKİ AYAK İZLERİ:
1990-1993 yıllarında Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da çeşitli sürelerde araştırma ve inceleme programlarına katıldı.
1994-1995 öğretim yılında Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak Kazakistan’da görev aldı. Üniversitenin Medikososyal Merkezi’nin organizasyonunu yaptı ve aynı zamanda öğretim görevlisi olarak "Yesevi Bilgisi" dersleri verdi. [Eşi ve o zamanlar tek evladı olan oğlu ile Yesevi Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde yaşadıkları maceralı günleri ve Türkistan’a ilişkin gözlemlerini içeren ve Yeni Şafak’ta Türkistan Rüyası adı ile bazı bölümleri yayınlanan Türkistan Notları'nı aynı adla kitab halinde yayınlamak üzere çalışmağa devam etmektedir. ]
2000 yılında restorasyonu TİKA tarafından tamamlanan Hoca Ahmed Yesevi Türbesi'nin yeniden ziyarete açılış töreni için Türkiye-Kazakistan Cumhurbaşkanları'nın katılımıyla yapılan resmi törenlere Cumhurbaşkanlığı Heyeti ile katıldı. [ Eşi Müzehher Bice tarafından tezhibi yapılan ve hattat Hüseyin Kutlu imzasını taşıyan “Ya Hazret Sultan Hoca Ahmed Yesevi –Kaddesallahu Sırrahu” ibareli hat eseri bu açılış sırasında resmi törenle türbeye armağan edildi. ]
Türkistan'a yaptığı geziler ile bölgedeki inceleme ve araştırmalarını içeren gezi notları ve makaleleri Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Türk Yurdu, TÖRE gibi dergiler ile Yeni Şafak ve ZAMAN gazetelerinde yayınlandı.
YAZI HAYATI:
İlk yazıları 1982-1990 yılları arasında Oğuz Karaçay mahlasıyla yayınlandı.
* İlk şiiri TÖRE dergisinde 1982 tarihinde yayınlanmıştır.
* Yayınlanan ilk kitabı 1989 yılında Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler adıyla Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında okurlara sunuldu.
* Türk Edebiyatı Vakfı Mehmed Akif Ersoy İnceleme Yarışması’nda Mehmed Akif’in Oğlum Nevruz’a adlı şiirinin incelemesi ile İkincilik Ödülü kazandı.
Tıp alanında ve sosyal kültürel konulardaki birçok araştırması çeşitli bilim ve kültür dergileri ile gazetelerde yayınlanmıştır. Türk yurtları eksenli incelemeleri Tercüman, Zaman, Yeni Düşünce, Yeni Şafak gazetelerinde ; TÖRE, TÜRK YURDU, TÜRK EDEBİYATI dergilerinde yayınlanmıştır.
1990 yılında Ankara'da yayma başlayan ve iki cildi yayınlanan TÜRK YURTLARI adlı derginin yayın yönetimini de üstlenmiştir. Bu dergideki yazılarından itibaren yazılarında kendi imzasını kullandı.
Özellikle Türk dünyası üzerine yazdığı makaleleler "Türkiye Dışındaki Türkler Bibliyografyası"nda ciddi bir hacme ulaşmıştır.
Tercüman Gazetesi’ne 1987 yılında hazırladığı Dr. Oğuz Karaçay imzalı bir yazı dizisinde Cengiz Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı şaheserini geniş kitlelere tanıtmıştır. Gerek bu yazı dizisinin gerekse Dr. Bice’nin Türk Yurtları dergisinde yazdığı makalelerin yaşayan en büyük Türk yazarı olan Cengiz Aytmatov’un ülkemizde tanınırlığının artışında büyük etkisi olmuştur. "Bir Türk Klasiği : Cengiz Aytmatov" adlı makalesi Türkoloji kürsülerinde "kaynak" olarak okutulmaktadır.
YAYINLANAN KİTAPLARI :
TÜRK YURTLARI Üzerine Eserleri :
"Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler" [ 1.baskı 1989, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) yayını]
"Türk Yurtlarında İmanımızın İşaret Taşları", [1. baskı, 1992,Köklem yayınları]
"Hoca Ahmed Yesevi Türbesi" [1.Baskı 1991 T.C. Kültür Bakanlığı yayını, 2.Baskı 1993 Türk Exim-Bank yayını]
DİVAN-I HİKMET : Hoca Ahmed Yesevi'ye ait şiirlerin bugünkü Türkçe'ye aktarılmasından oluşur. [ 1.Baskı 1993, TDV yayını , 4.baskı 2005 TDV yayını
TIP Alanındaki Eserleri :
"Antimikrobial Tedavi Rehberi" [1. baskı, 1990, Köklem yayınları]
Annenin Rehberi [1.Baskı 1990, -3.baskı 2000, TDV yayını ]
ÜYESİ OLDUĞU SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
* T.C. Bakanlar Kurulu kararı ile "Kamu yararına çalışır dernek" olarak tescil edilmiş olan Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olup sözkonusu kuruluşun 1988-1990 yıllıklarının Türk Dünyası bölümünün editörlüğünü yaptı. Halen Türkiye Yazarlar Birliği Genel Merkezi etkinliklerine aktif olarak katılmağa devam etmektedir.
* T.C. Bakanlar Kurulu kararı ile "Kamu yararına çalışır dernek" olarak tescil edilmiş olan Türk Ocakları üyesi olup Ankara Türk Ocağı'nda Türk Yurdu Kaset Kulübü adını verdiği ve Türk Yurtları'nın Zeyneb Hanım Hanlar gibi bilinen sesleri yanında Dedehan Hasanoğlu , Baba Mirza, Şir Ali Curaoğlu, Bülbül, Abdulvahid Küzecioğlu, Kamilcan Ataniyazoğlu gibi hemen hiç bilinmeyen sanatçılarının nadide eserlerinden oluşan bir koleksiyonu oluşturdu ve Türkiye çapında tanıttı.
* Tıp Mensublarının sosyal, ekonomik ve kültürel işbirliği için kurulmuş Türkiye Sağlık Çalışanları Vakfı [ TUSAV ] üyesi olarak vakıf çalışmalarına katılmakta ve 2005 yılı başından bu yana vakfın mensupları yanında tüm internet kullanıcılarına da açık olan TUSAV2001 yazışma grubunun moderatörlüğünü yürütmektedir.
Dr. Hayati Bice, 1.3.1959 tarihinde Tokat'ta dünyaya geldi. İlköğrenimini Tokat İbn-i Kemal İlkokulu’nda yaptı. Lise öğrenimini Tokat Turhal Lisesi’nde tamamladı. 1976 yılında tıp öğrenimine başladığı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni 1982 yılında bitirdi. Yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği'nde 1985 yılında başladığı uzmanlık eğitimini tamamladı ve 27.12.1989 tarihinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı oldu. Askerlik görevini Uzman Hekim olarak Denizli Askeri Hastanesi'nde tamamladıktan sonra bir süre Yalova Devlet Hastanesi'nde Uzman Hekim olarak görev aldı. Yalova'da kurduğu Bala-Can Çocuk Kliniği'nde hizmet verdi. 2001 yılı başından bu yana Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak T.C. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nda sözleşmeli uzman doktor olarak görevine devam etmektedir. Tezhib sanatçısı Müzehher Bice ile evli ve Abdulhay Alperen Bice, Fatıma Dilahan Bice ; Behre Nur Bice adlarını taşıyan 3 çocuk babasıdır. Türk lehçelerinin tamamı ile İngilizce bilir.
Aslen Kafkasya Karaçay Türkleri’ndendir. 3. kuşaktaki dedeleri Ali Bek ve Canhod Ata, İmam Şamil'in cihad yıllarındaki kanlı savaşlara fiilen iştirak etmiş olan mücahidlerden olup hicrî 1293 Osmanlı Rus savaşından sonra Türkiye'ye muhaceret etmek zorunda kalan Kafkas önderlerindendir. Kadim dedelerine olan borcunu ödemek için yazdığı "Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler" kitabı alanındaki temel eserlerden ve referans kitablarından birisi haline gelmiştir.
ESERLERİ
TÜRK YURTLARINDAKİ AYAK İZLERİ:
1990-1993 yıllarında Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da çeşitli sürelerde araştırma ve inceleme programlarına katıldı.
1994-1995 öğretim yılında Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak Kazakistan’da görev aldı. Üniversitenin Medikososyal Merkezi’nin organizasyonunu yaptı ve aynı zamanda öğretim görevlisi olarak "Yesevi Bilgisi" dersleri verdi. [Eşi ve o zamanlar tek evladı olan oğlu ile Yesevi Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde yaşadıkları maceralı günleri ve Türkistan’a ilişkin gözlemlerini içeren ve Yeni Şafak’ta Türkistan Rüyası adı ile bazı bölümleri yayınlanan Türkistan Notları'nı aynı adla kitab halinde yayınlamak üzere çalışmağa devam etmektedir. ]
2000 yılında restorasyonu TİKA tarafından tamamlanan Hoca Ahmed Yesevi Türbesi'nin yeniden ziyarete açılış töreni için Türkiye-Kazakistan Cumhurbaşkanları'nın katılımıyla yapılan resmi törenlere Cumhurbaşkanlığı Heyeti ile katıldı. [ Eşi Müzehher Bice tarafından tezhibi yapılan ve hattat Hüseyin Kutlu imzasını taşıyan “Ya Hazret Sultan Hoca Ahmed Yesevi –Kaddesallahu Sırrahu” ibareli hat eseri bu açılış sırasında resmi törenle türbeye armağan edildi. ]
Türkistan'a yaptığı geziler ile bölgedeki inceleme ve araştırmalarını içeren gezi notları ve makaleleri Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Türk Yurdu, TÖRE gibi dergiler ile Yeni Şafak ve ZAMAN gazetelerinde yayınlandı.
YAZI HAYATI:
İlk yazıları 1982-1990 yılları arasında Oğuz Karaçay mahlasıyla yayınlandı.
* İlk şiiri TÖRE dergisinde 1982 tarihinde yayınlanmıştır.
* Yayınlanan ilk kitabı 1989 yılında Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler adıyla Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında okurlara sunuldu.
* Türk Edebiyatı Vakfı Mehmed Akif Ersoy İnceleme Yarışması’nda Mehmed Akif’in Oğlum Nevruz’a adlı şiirinin incelemesi ile İkincilik Ödülü kazandı.
Tıp alanında ve sosyal kültürel konulardaki birçok araştırması çeşitli bilim ve kültür dergileri ile gazetelerde yayınlanmıştır. Türk yurtları eksenli incelemeleri Tercüman, Zaman, Yeni Düşünce, Yeni Şafak gazetelerinde ; TÖRE, TÜRK YURDU, TÜRK EDEBİYATI dergilerinde yayınlanmıştır.
1990 yılında Ankara'da yayma başlayan ve iki cildi yayınlanan TÜRK YURTLARI adlı derginin yayın yönetimini de üstlenmiştir. Bu dergideki yazılarından itibaren yazılarında kendi imzasını kullandı.
Özellikle Türk dünyası üzerine yazdığı makaleleler "Türkiye Dışındaki Türkler Bibliyografyası"nda ciddi bir hacme ulaşmıştır.
Tercüman Gazetesi’ne 1987 yılında hazırladığı Dr. Oğuz Karaçay imzalı bir yazı dizisinde Cengiz Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı şaheserini geniş kitlelere tanıtmıştır. Gerek bu yazı dizisinin gerekse Dr. Bice’nin Türk Yurtları dergisinde yazdığı makalelerin yaşayan en büyük Türk yazarı olan Cengiz Aytmatov’un ülkemizde tanınırlığının artışında büyük etkisi olmuştur. "Bir Türk Klasiği : Cengiz Aytmatov" adlı makalesi Türkoloji kürsülerinde "kaynak" olarak okutulmaktadır.
YAYINLANAN KİTAPLARI :
TÜRK YURTLARI Üzerine Eserleri :
"Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler" [ 1.baskı 1989, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) yayını]
"Türk Yurtlarında İmanımızın İşaret Taşları", [1. baskı, 1992,Köklem yayınları]
"Hoca Ahmed Yesevi Türbesi" [1.Baskı 1991 T.C. Kültür Bakanlığı yayını, 2.Baskı 1993 Türk Exim-Bank yayını]
DİVAN-I HİKMET : Hoca Ahmed Yesevi'ye ait şiirlerin bugünkü Türkçe'ye aktarılmasından oluşur. [ 1.Baskı 1993, TDV yayını , 4.baskı 2005 TDV yayını
TIP Alanındaki Eserleri :
"Antimikrobial Tedavi Rehberi" [1. baskı, 1990, Köklem yayınları]
Annenin Rehberi [1.Baskı 1990, -3.baskı 2000, TDV yayını ]
ÜYESİ OLDUĞU SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
* T.C. Bakanlar Kurulu kararı ile "Kamu yararına çalışır dernek" olarak tescil edilmiş olan Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olup sözkonusu kuruluşun 1988-1990 yıllıklarının Türk Dünyası bölümünün editörlüğünü yaptı. Halen Türkiye Yazarlar Birliği Genel Merkezi etkinliklerine aktif olarak katılmağa devam etmektedir.
* T.C. Bakanlar Kurulu kararı ile "Kamu yararına çalışır dernek" olarak tescil edilmiş olan Türk Ocakları üyesi olup Ankara Türk Ocağı'nda Türk Yurdu Kaset Kulübü adını verdiği ve Türk Yurtları'nın Zeyneb Hanım Hanlar gibi bilinen sesleri yanında Dedehan Hasanoğlu , Baba Mirza, Şir Ali Curaoğlu, Bülbül, Abdulvahid Küzecioğlu, Kamilcan Ataniyazoğlu gibi hemen hiç bilinmeyen sanatçılarının nadide eserlerinden oluşan bir koleksiyonu oluşturdu ve Türkiye çapında tanıttı.
* Tıp Mensublarının sosyal, ekonomik ve kültürel işbirliği için kurulmuş Türkiye Sağlık Çalışanları Vakfı [ TUSAV ] üyesi olarak vakıf çalışmalarına katılmakta ve 2005 yılı başından bu yana vakfın mensupları yanında tüm internet kullanıcılarına da açık olan TUSAV2001 yazışma grubunun moderatörlüğünü yürütmektedir.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Haydar Baş
1947 yılında Trabzon’da doğdu.İlk, orta ve lise eğitimini Trabzon’da tamamladı.1970 senesinde, Kayseri Erciyes Üniversitesi’ne bağlı Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu.Lisansüstü eğitimini ve doktorasını insan hakları, iman ve insan konularındaki çalışmaları ile Bakü Devlet Üniversitesi’nde tamamladı.Halen Bakü Devlet Üniversitesi’ne bağlı Doğu Dilleri ve Edebiyatlarını Araştırma Fakültesi, Arab Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyeliğini sürdürmektedir.
Haydar Baş’ın yerine getirmiş olduğu bazı görevler ve oluşturduğu bazı kurumlar şöyledir:
Mefkureci Öğretmenler Derneği’nin Trabzon şubesini açmış ve başkanlığına getirilmiştir.
Çeşitli devlet okullarında öğretmenlik yapmıştır.
IPA A.Ş.’nin bölge müdürlüğünü yürütmüştür.
Halen BAŞ ŞİRKETLER GRUBU’nun, BAŞ ÇELİK FABRİKALARI ’ nın, BAŞ TİCARET A.Ş.’nin ve BAŞ ISI SANAYİİ’nin Yönetim Kurulu başkanlıklarını yürütmektedir.
Halen başyazarlıklarını yapmış olduğu İCMAL, ÖĞÜT ve MESAJ dergilerini kurmuştur.
İngilizce olarak yayımlanan JOURNAL OF SCIENTIFIC RESARCH AND FOUNDATION ve SOCIAL SCIENCE dergilerinin kurucusudur ve aynı zamanda editörlüğünü yapmaktadır.
Milli Basın Kurultayları’nı tertip eden Basın Kurulu’nun genel başkanıdır.
MELTEM TV ve MESAJ TV şirketlerinin kurucuları arasındadır.
ESERLERİ
Alemlere Rahmet Hz. Muhammed (sav),Makalat, Mektubat, Veda Hutbesinde İnsan Hakları, Hz.Mevlana ve İslam, İslam’da Tevhid, Dua ve Evrad, İman ve İnsan Davası Tezi, Hacc’ın Hikmetleri, İslam’da Zikir, İnsan-ı Kamil ve Nefis Mertebeleri, Dar Bölge Yaygın Kalkınma Modeli, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı.
1947 yılında Trabzon’da doğdu.İlk, orta ve lise eğitimini Trabzon’da tamamladı.1970 senesinde, Kayseri Erciyes Üniversitesi’ne bağlı Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu.Lisansüstü eğitimini ve doktorasını insan hakları, iman ve insan konularındaki çalışmaları ile Bakü Devlet Üniversitesi’nde tamamladı.Halen Bakü Devlet Üniversitesi’ne bağlı Doğu Dilleri ve Edebiyatlarını Araştırma Fakültesi, Arab Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyeliğini sürdürmektedir.
Haydar Baş’ın yerine getirmiş olduğu bazı görevler ve oluşturduğu bazı kurumlar şöyledir:
Mefkureci Öğretmenler Derneği’nin Trabzon şubesini açmış ve başkanlığına getirilmiştir.
Çeşitli devlet okullarında öğretmenlik yapmıştır.
IPA A.Ş.’nin bölge müdürlüğünü yürütmüştür.
Halen BAŞ ŞİRKETLER GRUBU’nun, BAŞ ÇELİK FABRİKALARI ’ nın, BAŞ TİCARET A.Ş.’nin ve BAŞ ISI SANAYİİ’nin Yönetim Kurulu başkanlıklarını yürütmektedir.
Halen başyazarlıklarını yapmış olduğu İCMAL, ÖĞÜT ve MESAJ dergilerini kurmuştur.
İngilizce olarak yayımlanan JOURNAL OF SCIENTIFIC RESARCH AND FOUNDATION ve SOCIAL SCIENCE dergilerinin kurucusudur ve aynı zamanda editörlüğünü yapmaktadır.
Milli Basın Kurultayları’nı tertip eden Basın Kurulu’nun genel başkanıdır.
MELTEM TV ve MESAJ TV şirketlerinin kurucuları arasındadır.
ESERLERİ
Alemlere Rahmet Hz. Muhammed (sav),Makalat, Mektubat, Veda Hutbesinde İnsan Hakları, Hz.Mevlana ve İslam, İslam’da Tevhid, Dua ve Evrad, İman ve İnsan Davası Tezi, Hacc’ın Hikmetleri, İslam’da Zikir, İnsan-ı Kamil ve Nefis Mertebeleri, Dar Bölge Yaygın Kalkınma Modeli, Din Tahripçilerine Kur’an-ı Kerim’in Cevabı.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hayrettin Tokdemir
(Folklor araştırmacısı, Yazar ve Şair)
Şavşat, 1928 - Ankara, 1999
Şavşat’ın Kocabey köyündendir. Ankara Yenişehir Sağlık Koleji ile Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü Y.Okulunu bitirdi. Sağlık Bakanlığının çeşitli kademelerinde çalıştı. Sağlık Kolejlerinde öğretmenlik yaptı.
Artvin folkloru konusunda derlemeler ve araştırmalar yaptı. Bu çalışmalarını kitaplar halinde yayınladı ve kendi şiir kitaplarını yayınladı. Araştırmalarından dolayı çeşitli ödüller aldı.
1999 yılında Ankara’da öldü.
Tokdemir’in yayınlanmış kitapları: 1- Kocabey (1968), 2- Hediyye-t-ül İhvan (1970), 3- Sahara (1972), 4- Edebî Goncalar (1975), 5- Rübailer (1975), 6- Gönül Bağı (1977), 7- Artvin Destanı (1978), 8- Âşık Yanğunî (1980), 9- Kaçkar Çiçekleri (1981), 10- Güldemedi (1982), 11- Âşık Deryamî-I (1984), 12- Âşık Deryamî (1987), 13- Artvin Yöresi Folkloru (1993), 14- Yusufelili Azmî (1997), 15- Artvin İli Hakkında Genel Bilgiler (Prof. Dr. Ertuğrul Tokdemir ile birlikte Muvahhid Zeki’nin Artvin Vilayeti Hakkında Malumat-ı Umumiye adlı eserini eski yazıdan yeni yazıya çevirip yayına hazır hale getirdiler. Fakat kitap Hayrettin Tokdemir’in ölümünden sonra 2000 yılında yayınlanabildi).Tokdemir’in ayrıca Arsiyan’dan Esintiler kitabı da yayına hazırdır
(Folklor araştırmacısı, Yazar ve Şair)
Şavşat, 1928 - Ankara, 1999
Şavşat’ın Kocabey köyündendir. Ankara Yenişehir Sağlık Koleji ile Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü Y.Okulunu bitirdi. Sağlık Bakanlığının çeşitli kademelerinde çalıştı. Sağlık Kolejlerinde öğretmenlik yaptı.
Artvin folkloru konusunda derlemeler ve araştırmalar yaptı. Bu çalışmalarını kitaplar halinde yayınladı ve kendi şiir kitaplarını yayınladı. Araştırmalarından dolayı çeşitli ödüller aldı.
1999 yılında Ankara’da öldü.
Tokdemir’in yayınlanmış kitapları: 1- Kocabey (1968), 2- Hediyye-t-ül İhvan (1970), 3- Sahara (1972), 4- Edebî Goncalar (1975), 5- Rübailer (1975), 6- Gönül Bağı (1977), 7- Artvin Destanı (1978), 8- Âşık Yanğunî (1980), 9- Kaçkar Çiçekleri (1981), 10- Güldemedi (1982), 11- Âşık Deryamî-I (1984), 12- Âşık Deryamî (1987), 13- Artvin Yöresi Folkloru (1993), 14- Yusufelili Azmî (1997), 15- Artvin İli Hakkında Genel Bilgiler (Prof. Dr. Ertuğrul Tokdemir ile birlikte Muvahhid Zeki’nin Artvin Vilayeti Hakkında Malumat-ı Umumiye adlı eserini eski yazıdan yeni yazıya çevirip yayına hazır hale getirdiler. Fakat kitap Hayrettin Tokdemir’in ölümünden sonra 2000 yılında yayınlanabildi).Tokdemir’in ayrıca Arsiyan’dan Esintiler kitabı da yayına hazırdır
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Henry Thoreau
Sivil İtaatsizliğin Kısa Tarihi
Thoreau, kölelik muhalifi harekete dikkat çekmek için "kelle vergisini" ödemeyi reddedip hapse girmişti. Kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralph Waldo Emerson, ona neden içeriye girdiğini sorduğunda cevabı "Sen ne diye girmedin?" oldu.
1817 yılında Amerika'nın Concorde kasabasında doğan Henry Thoreau, 1946 yılında "kelle vergisi"ni ödemeyi kabul etmediği için bir geceliğine cezaevine girdi.
Thoreau, kelle vergisini ödemesini isteyen yerel polis Sam Staples'in bu isteğini yerine getirmedi. Üstelik, Staples'in, "paraya sıkışıksan vergini ben ödeyebilirim"önerisini de geri çevirdi . Thoreau, vergisini ödememesini "bir ilke sorunu" olarak açıklayarak, vergi ödeyerek köleci bir devletin işini kolaylaştırmak istemediğini belirtti. Devlet memuru olduğunu ve yasaları uygulamak zorunda olduğunu anlatan Staples'e önerisi de netti üstelik:
"Olup bitenden hoşlanmıyorsan istifa et."
Gelişmeler karşısında cezaevine konulan Thoreu'nun amacı, tutuklanarak içeri girmek ve böylece dikkatleri kölelik karşıtı harekete çekebilmekti. Ancak, bir gece cezaevinde kalan Thoreu'nun borcu bir yakını tarafından ödendi ve Thoreu serbest bırakıldı. Thoreu'nun gelişmeler karşısındaki tavrı da netti:
Vergi borcunu kendisi ödemediği için cezaevinde kalmasının hakkı olduğunu söyledi. Ancak, çıkmazsa zorla çıkartılacağı yanıtını alınca, mecburen dışarıya çıktı.
Olaydan sonraki ilk görüşmelerinde, kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralp Wald Emerson , kendisine neden içeriye girdiğini sorduğunda yanıtı da oldukça anlamlıydı: "Sen ne diye girmedin?"
Thoreu, cezaevinden çıktıktan sonra eylemlerini ve cezaevine giriş öyküsünü merak eden kasaba halkına konferanslar verdi. Thoreu'nun bu konferanslarda anlattıkları daha sonra 'Resistance To Civil Government' başlıklı bir manifestoya dönüştü. Bu manifesto Türkçeye de, "Sivil itaatsizlik" başlığıyla çevrildi.
Sağlığında "Concorde ve Merrimack Irmakları Üzerinde Bir Hafta" ve "Walden" adlı kitaplarını yayınlayabilen Thoreu yazılarını genellikle "The Dral" dergisinde yayınladı. Thoreu, 1862 yılında tüm hayatını geçirdiği Concorde kasabasında öldü.
Makalenin içeriği
Thoreu'nun 'Resistance To Civil Government' adlı manifestosunda cezaevine girişine neden olan eylemini şu sözlerle açıkladı:
"Şu kılavuz söze bütün yüreğimle katılıyorum: En iyi yönetim en az yönetendir. Ancak kendilerini 'yönetimin tümüyle ortadan kalkması için uğraşanlar' olarak isimlendirenlerden farklı olarak, yönetimin ortaya çıkmasını istiyorum."
"Tek bir namuslu kişi Massachusetts eyaletinde köle kullanmayı bırakarak bu ortaklıktan çekilse bu nedenle de cezaevine kapatılsa Amerika'da köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanır bu; çünkü ilk girişimin belirsiz olup olmamasının önemi yoktur. Bir kez iyi yapılan iş sonsuza kadar öyle kalacak demektir. Oysa daha çok bu soru üzerin de laflamayı severiz biz... Her hangi birini haksız yere cezaevine tıkan bir yönetimde, doğru kişinin bulunması gereken yer de bir cezaevidir... Bütün doğru insanları cezaevinde tutmak ya da köleliği kaldırmak seçenekleri söz konusu olursa devlet hangisini seçeceği konusunda duraksamayacaktır."
"Kendimi şöyle bir devlet düşleyerek avutuyorum: Sonunda bütün insanlara karşı doğru olmayı gözeten, bireye sanki komşusuymuş gibi davranan bir devlet! Komşularıyla yurttaşlarının tüm ödevlerini yerine getiren bir avuç kişi, onun işlerine karışmaksızın ne de onunla kuşatılmaksızın kendisinden uzakta yaşayacak olursa, bunu kendi amacına aykırı saymayan bir devlet! Bu tür meyveler veren, bu meyvelerin olabildiğince çabuk olgunlaşıp dökülmeleri uğruna sıkıntı çeken bir devleti Böylesi bir oluşum daha yetkin daha parlak bir devletin yolunu açacaktır. Benim düşlediğim de bu işte. Gel gelelim henüz böylesi yok orta yerde."
Tarihteki sivil itaatsizler:
Dünyada sivil itaatsizliğin duyulmasında ve yaygınlaşmasında önemli rol oynayanlardan birisi de, Hindistan'ı İngiliz egemenliğinden kurtarmak için başlayan hareketin yönlendiricisi konumuna gelen Gandhi oldu. Thoreu'nun Sivil İtaatsizlik makalesiyle Oxford Üniversitesi'ndeyken tanışan Gandhi, otuz yıl boyunca ülkesinin her yanında sivil itaatsizlik prensiplerine dayalı savaşımını sürdürdü.
Kazançlı bir tekel oluşturmak isteyen İngiliz yönetimi tuz yapımını yasaklayınca Gandhi arkadaşlarıyla deniz suyunu buharlaştırma sonucunda tuz elde etti ve yasayı simgesel anlamda çiğnedi. Tam da umduğu gibi hapse atıldı. Gandhi'yi yüzlerce, binlerce kişi izledi sonra. Hapishaneler tıka basa doldu. İngiliz yönetimi cezaevinde açlık grevi başlatan Gandhi'nin kendi ellerinde ölmesini göze alamayarak onu serbest bıraktılar. Ancak Gandhi yasayı tekrar çiğnedi ve tekrar hapse girdi. Neticede iş bir kedi fare oyununa döndü ve yönetim yasayı kaldırmak zorunda kaldı. Sonunda Hindistan Gandhi'nin önderliğinde sivil itaatsizlik yöntemlerini kullanarak bağımsızlığına kavuştu.
Danimarka halkının başarısı
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerce işgal edilen Danimarka'da, Nazi yönetimi Yahudileri kolaylıkla ayırt edebilmek için, onları, arkasında altı uçlu sarı yıldız bulunan giysiler giymeye mecbur etti. Danimarka halkı, Yahudilere karşı çıkarılan bu yasayı kabullenmedi. Aralarında kralın da bulunduğu hemen herkes, sırtı sarı yıldızlı giysilerle çıktı sokağa. Danimarka halkının bu tavrı, Yahudilerin tanınmasını da imkansızlaştırdı. Naziler, hareketin lideri olarak gördükleri Danimarka kralını gözetimleri altında tutabilmek için onu çok hasta olduğunu açıklayarak, kralı saraya hapsettiler. Ancak Danimarka halkı, ülkenin hemen her yerindeki çiçekçilere gidip krala gönderilmek üzere buketler hazırlattılar. Kısa sürede günlük hayat işlemez duruma geldi. Sonuçta, çiçek taşıdıkları için insanları tutuklayamayan Nazi yönetimi, kralın aniden iyileştiğini bildirmek zorunda kaldı.
Amerika örneği
Amerika'da, ırkçılık karşıtı hareketin en önemli aracı da, sivil itaatsizlik eylemleriydi. Irkçılık karşıtları, ırk ayrımı gözeten dükkanlardan alışveriş yapmıyor, bu tip otobüslere binmiyordu. Ayrıca, Vietnam'a gitmek istemeyen gençlerin askerliğe çağrı belgelerini herkesin gözü önünde yakması, savaş karşıtlarının devlete vergi vermek yerine sivil itaatsizlik makalesi hediye etmesi önemli örneklerdi.
Sivil İtaatsizliğin Kısa Tarihi
Thoreau, kölelik muhalifi harekete dikkat çekmek için "kelle vergisini" ödemeyi reddedip hapse girmişti. Kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralph Waldo Emerson, ona neden içeriye girdiğini sorduğunda cevabı "Sen ne diye girmedin?" oldu.
1817 yılında Amerika'nın Concorde kasabasında doğan Henry Thoreau, 1946 yılında "kelle vergisi"ni ödemeyi kabul etmediği için bir geceliğine cezaevine girdi.
Thoreau, kelle vergisini ödemesini isteyen yerel polis Sam Staples'in bu isteğini yerine getirmedi. Üstelik, Staples'in, "paraya sıkışıksan vergini ben ödeyebilirim"önerisini de geri çevirdi . Thoreau, vergisini ödememesini "bir ilke sorunu" olarak açıklayarak, vergi ödeyerek köleci bir devletin işini kolaylaştırmak istemediğini belirtti. Devlet memuru olduğunu ve yasaları uygulamak zorunda olduğunu anlatan Staples'e önerisi de netti üstelik:
"Olup bitenden hoşlanmıyorsan istifa et."
Gelişmeler karşısında cezaevine konulan Thoreu'nun amacı, tutuklanarak içeri girmek ve böylece dikkatleri kölelik karşıtı harekete çekebilmekti. Ancak, bir gece cezaevinde kalan Thoreu'nun borcu bir yakını tarafından ödendi ve Thoreu serbest bırakıldı. Thoreu'nun gelişmeler karşısındaki tavrı da netti:
Vergi borcunu kendisi ödemediği için cezaevinde kalmasının hakkı olduğunu söyledi. Ancak, çıkmazsa zorla çıkartılacağı yanıtını alınca, mecburen dışarıya çıktı.
Olaydan sonraki ilk görüşmelerinde, kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralp Wald Emerson , kendisine neden içeriye girdiğini sorduğunda yanıtı da oldukça anlamlıydı: "Sen ne diye girmedin?"
Thoreu, cezaevinden çıktıktan sonra eylemlerini ve cezaevine giriş öyküsünü merak eden kasaba halkına konferanslar verdi. Thoreu'nun bu konferanslarda anlattıkları daha sonra 'Resistance To Civil Government' başlıklı bir manifestoya dönüştü. Bu manifesto Türkçeye de, "Sivil itaatsizlik" başlığıyla çevrildi.
Sağlığında "Concorde ve Merrimack Irmakları Üzerinde Bir Hafta" ve "Walden" adlı kitaplarını yayınlayabilen Thoreu yazılarını genellikle "The Dral" dergisinde yayınladı. Thoreu, 1862 yılında tüm hayatını geçirdiği Concorde kasabasında öldü.
Makalenin içeriği
Thoreu'nun 'Resistance To Civil Government' adlı manifestosunda cezaevine girişine neden olan eylemini şu sözlerle açıkladı:
"Şu kılavuz söze bütün yüreğimle katılıyorum: En iyi yönetim en az yönetendir. Ancak kendilerini 'yönetimin tümüyle ortadan kalkması için uğraşanlar' olarak isimlendirenlerden farklı olarak, yönetimin ortaya çıkmasını istiyorum."
"Tek bir namuslu kişi Massachusetts eyaletinde köle kullanmayı bırakarak bu ortaklıktan çekilse bu nedenle de cezaevine kapatılsa Amerika'da köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanır bu; çünkü ilk girişimin belirsiz olup olmamasının önemi yoktur. Bir kez iyi yapılan iş sonsuza kadar öyle kalacak demektir. Oysa daha çok bu soru üzerin de laflamayı severiz biz... Her hangi birini haksız yere cezaevine tıkan bir yönetimde, doğru kişinin bulunması gereken yer de bir cezaevidir... Bütün doğru insanları cezaevinde tutmak ya da köleliği kaldırmak seçenekleri söz konusu olursa devlet hangisini seçeceği konusunda duraksamayacaktır."
"Kendimi şöyle bir devlet düşleyerek avutuyorum: Sonunda bütün insanlara karşı doğru olmayı gözeten, bireye sanki komşusuymuş gibi davranan bir devlet! Komşularıyla yurttaşlarının tüm ödevlerini yerine getiren bir avuç kişi, onun işlerine karışmaksızın ne de onunla kuşatılmaksızın kendisinden uzakta yaşayacak olursa, bunu kendi amacına aykırı saymayan bir devlet! Bu tür meyveler veren, bu meyvelerin olabildiğince çabuk olgunlaşıp dökülmeleri uğruna sıkıntı çeken bir devleti Böylesi bir oluşum daha yetkin daha parlak bir devletin yolunu açacaktır. Benim düşlediğim de bu işte. Gel gelelim henüz böylesi yok orta yerde."
Tarihteki sivil itaatsizler:
Dünyada sivil itaatsizliğin duyulmasında ve yaygınlaşmasında önemli rol oynayanlardan birisi de, Hindistan'ı İngiliz egemenliğinden kurtarmak için başlayan hareketin yönlendiricisi konumuna gelen Gandhi oldu. Thoreu'nun Sivil İtaatsizlik makalesiyle Oxford Üniversitesi'ndeyken tanışan Gandhi, otuz yıl boyunca ülkesinin her yanında sivil itaatsizlik prensiplerine dayalı savaşımını sürdürdü.
Kazançlı bir tekel oluşturmak isteyen İngiliz yönetimi tuz yapımını yasaklayınca Gandhi arkadaşlarıyla deniz suyunu buharlaştırma sonucunda tuz elde etti ve yasayı simgesel anlamda çiğnedi. Tam da umduğu gibi hapse atıldı. Gandhi'yi yüzlerce, binlerce kişi izledi sonra. Hapishaneler tıka basa doldu. İngiliz yönetimi cezaevinde açlık grevi başlatan Gandhi'nin kendi ellerinde ölmesini göze alamayarak onu serbest bıraktılar. Ancak Gandhi yasayı tekrar çiğnedi ve tekrar hapse girdi. Neticede iş bir kedi fare oyununa döndü ve yönetim yasayı kaldırmak zorunda kaldı. Sonunda Hindistan Gandhi'nin önderliğinde sivil itaatsizlik yöntemlerini kullanarak bağımsızlığına kavuştu.
Danimarka halkının başarısı
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerce işgal edilen Danimarka'da, Nazi yönetimi Yahudileri kolaylıkla ayırt edebilmek için, onları, arkasında altı uçlu sarı yıldız bulunan giysiler giymeye mecbur etti. Danimarka halkı, Yahudilere karşı çıkarılan bu yasayı kabullenmedi. Aralarında kralın da bulunduğu hemen herkes, sırtı sarı yıldızlı giysilerle çıktı sokağa. Danimarka halkının bu tavrı, Yahudilerin tanınmasını da imkansızlaştırdı. Naziler, hareketin lideri olarak gördükleri Danimarka kralını gözetimleri altında tutabilmek için onu çok hasta olduğunu açıklayarak, kralı saraya hapsettiler. Ancak Danimarka halkı, ülkenin hemen her yerindeki çiçekçilere gidip krala gönderilmek üzere buketler hazırlattılar. Kısa sürede günlük hayat işlemez duruma geldi. Sonuçta, çiçek taşıdıkları için insanları tutuklayamayan Nazi yönetimi, kralın aniden iyileştiğini bildirmek zorunda kaldı.
Amerika örneği
Amerika'da, ırkçılık karşıtı hareketin en önemli aracı da, sivil itaatsizlik eylemleriydi. Irkçılık karşıtları, ırk ayrımı gözeten dükkanlardan alışveriş yapmıyor, bu tip otobüslere binmiyordu. Ayrıca, Vietnam'a gitmek istemeyen gençlerin askerliğe çağrı belgelerini herkesin gözü önünde yakması, savaş karşıtlarının devlete vergi vermek yerine sivil itaatsizlik makalesi hediye etmesi önemli örneklerdi.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hilmi Hacısalihoğlu
Hilmi Hacısalihoğlu
BİLİM DİLİ TÜRKÇE YAZIM DİLİ TÜRKÇE
Prof. Dr. Hilmi HACISALİHOĞLU
Gezegenimizde irili ufaklı 30.000 farklı dil konuşulmaktadır. Bunların bir kısmının 25-30 kişilik kabilelerde geçerli birkaç yüz kelimelik diller olmalarına karşın bir kısmı da dünyaca yaygındır. Dünyaca yaygın dillerden biri de Türkçemizdir. Türkçemiz okunduğu gibi yazılan ya da yazıldığı gibi okunan, grameri kolay ve mantıklı, alfabesinde kafa karıştıran harfleri olmayan bir dildir. Desimal sisteme en mantıklı uyum sağlayan dildir. Bir, iki,... dokuz; on, o bir, on iki,...; on dokuz;... doksan, doksan bir, doksan iki,... doksan dokuz,... Bu uyumlu sayma ve dil sistemi örneğine bir eş daha bulamayız. Bu husus ABD’de son yıllarda en çok satılan Being Digital isimli kitapta teyit edilmekte ve Türkçe, uluslar arası bilgisayar için en uygun dil olarak tanımlanmaktadır.
Bunu göremediği için, Türkçe bilim değildir... diyen YÖK başkanımız, neden onu bilim dili yapmak için hiçbir işlem yapmıyor, daha hangi makama yükselmeyi bekliyor?
İngilizce ve Rusça gibi dillerin konuşulduğu ülkelerde, yabancı dillerdeki yayınları anında kendi dillerine tercüme edip, daha 20-25 yaştaki araştırmacılarının yayınları anında kendi dillerine tercüme edip, daha 20-25 yaştaki araştırmacılarının ellerine sunan merkezleri vardır. Böylece, bu merkezi kuramayan ülkelerin gençlerine oranla, onların gençleri, ana dillerinden başka dilleri (ki hepsini öğrenmek zaten imkânsız) öğrenmek için zaman harcamak yerine, gelişmeleri, yenilikleri kendi ana dillerinden takip ederek zaman kazanmaktan başka kendi dillerine yeni kelimeler de kazandırmaktadırlar.
Lisan öğrenmeye karşı değiliz, ancak insanlar kendi ana dillerinde daha kolay öğrenirler, yaratıcılık ana dille olur. İnsanlar rüyalarında bile ana dillerini kullanırlar. Bu nedenle ana dilimizde eğitim esastır, böylece ana dilimize yeni terimleri de yerleştirmiş oluruz. Örneğin bir uzay mekiği ile 1.500 yeni kelime İngilizceye girmiştir. Bunların Türkçe karşılıkları bize yasak mıdır? Bunları kim Türkçeleştirecektir? Yabancı dil öğrenmek elbette güzel bir iştir ama, bir yabancı dil bilmek, bilim adamı olmak için, bugünkü koşullarda gerekli koşul gibi görünüyorsa da yeterli koşul değildir.
Yabancı dil hayranlığımız tabelâlarımıza kadar inmiştir. (Hotel, motel, hospital, market, restaurant...) Taşradan gelen sadece Türkçe bilen bir Türk vatandaşını Bilkent Plâza’ya bırakırsak yabancı bir ülkede olduğuna inanır. Bunun yanında gramer yapısı bakımından Türkçemizle mukayese edilemeyecek kadar düzensiz olan ve bilim dili sayılan dillerin sahipleri bizim yaptığımızın aksine, dillerini koruma ve geliştirme kanunları çıkarıyorlar. (Örneğin 1994’de Fransa’nın çıkardığı dil kanunu) Eğer dilimize sahip çıkmazsak, dün bir bilim dili olan ve sahip çıkılmadığı için bugün ölü sayılan Lâtince gibi, yarın bizim 2000 yıllık mazisi olan Türkçemiz de unutulur.
Bu konuda çeşitli ortamlarda (üniversite, TV, konferans, MEB ve YÖK seviyesindeki toplantılarda) yaptığım konuşmalarda bir “Millî Tercüme Merkezinin Kurulması”na işaret ettim, ediyorum. Bu hususa hiç sahip çıkan olmuyor. Böyle bir merkezin kurulması bir kişinin, bir üniversitenin işi olamaz. Ama böyle bir merkezin kurulması dilimize ve milletimize en iyi hizmetlerden biri olur.
Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını
ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle
çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.
ATATÜRK
Hilmi Hacısalihoğlu
BİLİM DİLİ TÜRKÇE YAZIM DİLİ TÜRKÇE
Prof. Dr. Hilmi HACISALİHOĞLU
Gezegenimizde irili ufaklı 30.000 farklı dil konuşulmaktadır. Bunların bir kısmının 25-30 kişilik kabilelerde geçerli birkaç yüz kelimelik diller olmalarına karşın bir kısmı da dünyaca yaygındır. Dünyaca yaygın dillerden biri de Türkçemizdir. Türkçemiz okunduğu gibi yazılan ya da yazıldığı gibi okunan, grameri kolay ve mantıklı, alfabesinde kafa karıştıran harfleri olmayan bir dildir. Desimal sisteme en mantıklı uyum sağlayan dildir. Bir, iki,... dokuz; on, o bir, on iki,...; on dokuz;... doksan, doksan bir, doksan iki,... doksan dokuz,... Bu uyumlu sayma ve dil sistemi örneğine bir eş daha bulamayız. Bu husus ABD’de son yıllarda en çok satılan Being Digital isimli kitapta teyit edilmekte ve Türkçe, uluslar arası bilgisayar için en uygun dil olarak tanımlanmaktadır.
Bunu göremediği için, Türkçe bilim değildir... diyen YÖK başkanımız, neden onu bilim dili yapmak için hiçbir işlem yapmıyor, daha hangi makama yükselmeyi bekliyor?
İngilizce ve Rusça gibi dillerin konuşulduğu ülkelerde, yabancı dillerdeki yayınları anında kendi dillerine tercüme edip, daha 20-25 yaştaki araştırmacılarının yayınları anında kendi dillerine tercüme edip, daha 20-25 yaştaki araştırmacılarının ellerine sunan merkezleri vardır. Böylece, bu merkezi kuramayan ülkelerin gençlerine oranla, onların gençleri, ana dillerinden başka dilleri (ki hepsini öğrenmek zaten imkânsız) öğrenmek için zaman harcamak yerine, gelişmeleri, yenilikleri kendi ana dillerinden takip ederek zaman kazanmaktan başka kendi dillerine yeni kelimeler de kazandırmaktadırlar.
Lisan öğrenmeye karşı değiliz, ancak insanlar kendi ana dillerinde daha kolay öğrenirler, yaratıcılık ana dille olur. İnsanlar rüyalarında bile ana dillerini kullanırlar. Bu nedenle ana dilimizde eğitim esastır, böylece ana dilimize yeni terimleri de yerleştirmiş oluruz. Örneğin bir uzay mekiği ile 1.500 yeni kelime İngilizceye girmiştir. Bunların Türkçe karşılıkları bize yasak mıdır? Bunları kim Türkçeleştirecektir? Yabancı dil öğrenmek elbette güzel bir iştir ama, bir yabancı dil bilmek, bilim adamı olmak için, bugünkü koşullarda gerekli koşul gibi görünüyorsa da yeterli koşul değildir.
Yabancı dil hayranlığımız tabelâlarımıza kadar inmiştir. (Hotel, motel, hospital, market, restaurant...) Taşradan gelen sadece Türkçe bilen bir Türk vatandaşını Bilkent Plâza’ya bırakırsak yabancı bir ülkede olduğuna inanır. Bunun yanında gramer yapısı bakımından Türkçemizle mukayese edilemeyecek kadar düzensiz olan ve bilim dili sayılan dillerin sahipleri bizim yaptığımızın aksine, dillerini koruma ve geliştirme kanunları çıkarıyorlar. (Örneğin 1994’de Fransa’nın çıkardığı dil kanunu) Eğer dilimize sahip çıkmazsak, dün bir bilim dili olan ve sahip çıkılmadığı için bugün ölü sayılan Lâtince gibi, yarın bizim 2000 yıllık mazisi olan Türkçemiz de unutulur.
Bu konuda çeşitli ortamlarda (üniversite, TV, konferans, MEB ve YÖK seviyesindeki toplantılarda) yaptığım konuşmalarda bir “Millî Tercüme Merkezinin Kurulması”na işaret ettim, ediyorum. Bu hususa hiç sahip çıkan olmuyor. Böyle bir merkezin kurulması bir kişinin, bir üniversitenin işi olamaz. Ama böyle bir merkezin kurulması dilimize ve milletimize en iyi hizmetlerden biri olur.
Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını
ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle
çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.
ATATÜRK
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Homeros
Homeros İ.Ö 9 ya da 8. yüzyılda yaşamış İyonyalı ozan. Mısırlı Amonetep’ten sonra ilk büyük ozandır. Eski Yunan’ın en büyük destanları sayılan İlyada ve Odysseia’yı yazdığı kabul edilir. Yaşamına ilişkin hemen hiç bilgi yok. O’nun kendi kentlerinde doğduğunu ileri süren 7 kent olmasına karşın, söylenceler Homeros’un Smyrna’da doğduğunu gösterir.
Homeros İ.Ö 9 ya da 8. yüzyılda yaşamış İyonyalı ozan. Mısırlı Amonetep’ten sonra ilk büyük ozandır. Eski Yunan’ın en büyük destanları sayılan İlyada ve Odysseia’yı yazdığı kabul edilir. Yaşamına ilişkin hemen hiç bilgi yok. O’nun kendi kentlerinde doğduğunu ileri süren 7 kent olmasına karşın, söylenceler Homeros’un Smyrna’da doğduğunu gösterir.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hulusi Turgut
ESERLERİ
1.Görüntüler
Süleyman Demirel 50. Yıl
Hulusi Turgut
ABC Kitabevi Yayın ve Dağıtım A.Ş. / Siyaset Dizisi
Değerli Kitap Dostları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne 50 yıldan beri hizmet verip, ülkeye dev eserler kazandıran Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'le ilgili 2 ciltlik bir belgeseli, kültür hizmetine sunmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Sayın Demirel'in 1949 yılı Nisan ayında, Elektrik İşleri Etüd İdaresi'de başlayan devlet hizmeti, 1999'da yarım asrı tamamladı. İnşaat Yüksek Mühendisi olarak Türk insanına hizmet vermeye koyulan Sayın Demirel, daha sonra Barajlar Dairesi Reisi, Devlet Su İşleri Genel Müdürü, Başbakan Yardımcısı Başbakan ve nihayet Türkiye Cumhurbaşkanı konumundaki çalışmaları ile başarasının zirvesine ulaştı.
Tükiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel 7 yılık görevini 16 Mayıs 2000'de tamamlıyor. 38 yıldan beri aktif siyasetin içerisinde bulunan Sayın Demirel, bu süre içinde ülke kalkınması ve insanların mutluluğu için dev projelere imzasını attı. 2000'li yılların başında da dünya liderlerinin duayeni konumuna ulaştı.
9. Cumhurbaşkanımızı'ın görev süresi dolmadan 40 gün önce, Türkiye'yi resmen ziyaret eden Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Johannes Rau, bakınız Sayın Demirel'i nasıl tarif ediyordu: "Sayın Cumhurbaşkanı, siz modern Türkiye'nin değişim sürecini simgelemektesiniz. Siz, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün aşamalarını yaşadınız ve uzun dönemlerde yönetmen olarak şekillendirdiniz.
Siz, haklı olarak bir halk adamı olmaktan gurur duymaktasınız. Siz, inşaatçı baretini başına geçiren, eline küreği alan ve vizyonları gerçekleştiren bir politikacısınız. Almanya, Avrupa ve dünya sizi olağanüstü bir devlet adamı olarak takdir etmektedir. 20. Yüzyılın ikinci yarısında hemen hemen hiçbir Türk politikacısı ülkenin kaderine sizin kadar damgasını vurmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bir keresinde şu sözleri telaffuz etmiştir: Bir gezgin yalnızca yolu değil, yolun ardındaki ufku da görmek zorundadır. Siz, siyasi yolculuğunuzda daima bu ilkeyi izlediniz."
ESERLERİ
1.Görüntüler
Süleyman Demirel 50. Yıl
Hulusi Turgut
ABC Kitabevi Yayın ve Dağıtım A.Ş. / Siyaset Dizisi
Değerli Kitap Dostları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne 50 yıldan beri hizmet verip, ülkeye dev eserler kazandıran Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'le ilgili 2 ciltlik bir belgeseli, kültür hizmetine sunmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Sayın Demirel'in 1949 yılı Nisan ayında, Elektrik İşleri Etüd İdaresi'de başlayan devlet hizmeti, 1999'da yarım asrı tamamladı. İnşaat Yüksek Mühendisi olarak Türk insanına hizmet vermeye koyulan Sayın Demirel, daha sonra Barajlar Dairesi Reisi, Devlet Su İşleri Genel Müdürü, Başbakan Yardımcısı Başbakan ve nihayet Türkiye Cumhurbaşkanı konumundaki çalışmaları ile başarasının zirvesine ulaştı.
Tükiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel 7 yılık görevini 16 Mayıs 2000'de tamamlıyor. 38 yıldan beri aktif siyasetin içerisinde bulunan Sayın Demirel, bu süre içinde ülke kalkınması ve insanların mutluluğu için dev projelere imzasını attı. 2000'li yılların başında da dünya liderlerinin duayeni konumuna ulaştı.
9. Cumhurbaşkanımızı'ın görev süresi dolmadan 40 gün önce, Türkiye'yi resmen ziyaret eden Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Johannes Rau, bakınız Sayın Demirel'i nasıl tarif ediyordu: "Sayın Cumhurbaşkanı, siz modern Türkiye'nin değişim sürecini simgelemektesiniz. Siz, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün aşamalarını yaşadınız ve uzun dönemlerde yönetmen olarak şekillendirdiniz.
Siz, haklı olarak bir halk adamı olmaktan gurur duymaktasınız. Siz, inşaatçı baretini başına geçiren, eline küreği alan ve vizyonları gerçekleştiren bir politikacısınız. Almanya, Avrupa ve dünya sizi olağanüstü bir devlet adamı olarak takdir etmektedir. 20. Yüzyılın ikinci yarısında hemen hemen hiçbir Türk politikacısı ülkenin kaderine sizin kadar damgasını vurmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bir keresinde şu sözleri telaffuz etmiştir: Bir gezgin yalnızca yolu değil, yolun ardındaki ufku da görmek zorundadır. Siz, siyasi yolculuğunuzda daima bu ilkeyi izlediniz."
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hüdavendigar Onur
1961 yılında Artvin'de doğdu. Artvin'de başladığı İmam Hatip Lisesi’ni Erzurum'da bitirdi. Türkiye gazetesi yurt haberleri servisinde çalıştı. Halen İhlas Haber Ajansı'nda çalışmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesi ve evli ve iki çocuk babasıdır.
e-posta: honur@iha.com.tr
ESERLERİ
Asrın Yesevisi Seyyit Ahmet Arvasi
Hüdavendigar Onur
Biyografi Net Yayınları
"Asrın Yesevisi Ahmet Arvasi" adlı kitap da, "İlme Önem Veren Millet, Arvas Mektebi, Abdülhakim Arvasi, Seyyit Ahmet Arvasi Ailesi, MHP Davası, 12 Eylül ve Ülkücüler, Arvasi'ye Göre İnsan Tahlilleri, Nasıl Bir Ahlak, Ahlak Kahramanları, Töre ve Gelenekler, Arvasi'nin Devlet Anlayışı, Arvasi'nin Kadrolara Verdiği Önem, Mutlu Azınlık ve İnanmış Aydın, Türk Milliyetçiliği, Arvasi'nin Milliyetçilik Anlayışı, Arvasi'ye Göre Zararlı Cereyanlar, Arvasi'nin Eserleri, Arvasi Hakkında Araştırmalar, Ahmet Arvasi Kronolojisi adlı bölümler bulunuyor
xxx
Türk Sağı Sözlüğü
Hüdavendigar Onur
Biyografi Net Yayınları
Bu kitap Türkiye'deki "Sağ Düşünce" ekseninde faaliyet gösteren kişiler-partiler-dernekler-vakıflar-basın-yayın kuruluşları hakkında tanıtıcı bilgiler verir. Kitabın son bölümünde olaylar kronolojik sıra ile işlenmiştir. Türk Sağı'nın önde gelen insanları ve olayları hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin ulaşabileceği bir başucu kitabı...
Yayın Yılı: 2001; 408 sayfa; 3.HAMUR; 13,5x21 cm; KARTON KAPAK; ISBN:9757645788; Dili:TÜRKÇE
Ermeni Portreleri
Hüdavendigar Onur
Burak Y.
Yakın tarihimizde Türk-Ermeni münasabetleri üzerine yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından birçok eser yazılmıştır. Bunlar Soykırım iddialarını ispatlamaya ya da yalanlamaya çalışmıştır. Yarınlara huzur içinde varmak ve gelecek nesillere bulunduğumuz coğrafyayı bırakmak istiyorsak dün ile bugün arasındaki köprüleri iyi kurmak ve birlikte yaşadığımız toplumları iyi tanımak zorundayız...
Yayın Yılı: 1999; 248 sayfa; 1.HAMUR; 13,5x19,5 cm; KARTON KAPAK; Dili:TÜRKÇE
Ermeniler
Hüdavendigar Onur
Kitabevi Y.
Biz Ermeniler'e bakışımızda, genel hukukun bir kaidesi olan "suçların şahsiliği" prensibinden hareket ederek, geçmişteki hataların ancak ilgili şahısları bağladığını ifade ediyoruz. Ama burada, Ermenistan içinde ve dışında yaşayan bütün Ermeniler'e büyük görevler düşmektedir. Onlar, geçmişteki üzücü olayları yeniden yaşamamak için gençlerini uyarmalı, yeni yanlışlara düşmelerini önlemelidirler.
Yayın Yılı: 1999; 280 sayfa; 3.HAMUR; 13,5x19,5 cm; KARTON KAPAK; Dili:Türkçe
Konu: Siyaset/Kuram; Siyaset/Etnik sorunlar
1961 yılında Artvin'de doğdu. Artvin'de başladığı İmam Hatip Lisesi’ni Erzurum'da bitirdi. Türkiye gazetesi yurt haberleri servisinde çalıştı. Halen İhlas Haber Ajansı'nda çalışmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesi ve evli ve iki çocuk babasıdır.
e-posta: honur@iha.com.tr
ESERLERİ
Asrın Yesevisi Seyyit Ahmet Arvasi
Hüdavendigar Onur
Biyografi Net Yayınları
"Asrın Yesevisi Ahmet Arvasi" adlı kitap da, "İlme Önem Veren Millet, Arvas Mektebi, Abdülhakim Arvasi, Seyyit Ahmet Arvasi Ailesi, MHP Davası, 12 Eylül ve Ülkücüler, Arvasi'ye Göre İnsan Tahlilleri, Nasıl Bir Ahlak, Ahlak Kahramanları, Töre ve Gelenekler, Arvasi'nin Devlet Anlayışı, Arvasi'nin Kadrolara Verdiği Önem, Mutlu Azınlık ve İnanmış Aydın, Türk Milliyetçiliği, Arvasi'nin Milliyetçilik Anlayışı, Arvasi'ye Göre Zararlı Cereyanlar, Arvasi'nin Eserleri, Arvasi Hakkında Araştırmalar, Ahmet Arvasi Kronolojisi adlı bölümler bulunuyor
xxx
Türk Sağı Sözlüğü
Hüdavendigar Onur
Biyografi Net Yayınları
Bu kitap Türkiye'deki "Sağ Düşünce" ekseninde faaliyet gösteren kişiler-partiler-dernekler-vakıflar-basın-yayın kuruluşları hakkında tanıtıcı bilgiler verir. Kitabın son bölümünde olaylar kronolojik sıra ile işlenmiştir. Türk Sağı'nın önde gelen insanları ve olayları hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin ulaşabileceği bir başucu kitabı...
Yayın Yılı: 2001; 408 sayfa; 3.HAMUR; 13,5x21 cm; KARTON KAPAK; ISBN:9757645788; Dili:TÜRKÇE
Ermeni Portreleri
Hüdavendigar Onur
Burak Y.
Yakın tarihimizde Türk-Ermeni münasabetleri üzerine yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından birçok eser yazılmıştır. Bunlar Soykırım iddialarını ispatlamaya ya da yalanlamaya çalışmıştır. Yarınlara huzur içinde varmak ve gelecek nesillere bulunduğumuz coğrafyayı bırakmak istiyorsak dün ile bugün arasındaki köprüleri iyi kurmak ve birlikte yaşadığımız toplumları iyi tanımak zorundayız...
Yayın Yılı: 1999; 248 sayfa; 1.HAMUR; 13,5x19,5 cm; KARTON KAPAK; Dili:TÜRKÇE
Ermeniler
Hüdavendigar Onur
Kitabevi Y.
Biz Ermeniler'e bakışımızda, genel hukukun bir kaidesi olan "suçların şahsiliği" prensibinden hareket ederek, geçmişteki hataların ancak ilgili şahısları bağladığını ifade ediyoruz. Ama burada, Ermenistan içinde ve dışında yaşayan bütün Ermeniler'e büyük görevler düşmektedir. Onlar, geçmişteki üzücü olayları yeniden yaşamamak için gençlerini uyarmalı, yeni yanlışlara düşmelerini önlemelidirler.
Yayın Yılı: 1999; 280 sayfa; 3.HAMUR; 13,5x19,5 cm; KARTON KAPAK; Dili:Türkçe
Konu: Siyaset/Kuram; Siyaset/Etnik sorunlar
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hüseyin Cahit Yalçın
1874 yılında Balıkesir'de doğdu. Yüksek öğrenimini Mekteb-i Mülkiye'de tamamladı. 1897 yılından sonra Vefa ve Mercan İdadilerinde Türkçe ve Fransızca öğretmenliğinin yanı sıra müdür yardımcılığı ve müdürlük görevlerinde bulundu.1900 yılında Tevfik Fikret Servet-i Fünun dergisi'nden ayrılınca bu derginin yönetimini üstlendi. II. Meşrutiyet'in ilanından sora memurluktan ayrıldı. Tanin'i çıkardı. Daha sonra İttihat ve Terakki Partisine girdi. Milletvekili seçilerek Meclis-i Mebusan başvekilliğine getirildi. İstanbul'un işgal edilmesi üzerine İngilizlerce tutuklanıp Malta Adasına sürgüne yollandı (1919). Dönüşünde yeniden Tanin'i çıkardı. Milli Mücadele sonrasında gerçekleştirilen bazı devrimlere ve bazı kanunlara karşı çıktığı için İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Aklandıktan sonra ikinci kez yargılanarak 1925'de Çorum'a sürgüne gönderildi.
Sürgünden döndükten sonra Sanayi ve Maadin Bankası İdare Meclisi Başkanlığına atandı. 1933 yılında Fikir Hareketleri Dergisi'ni çıkardı. 1938'de yeniden politikaya ve gazetecilik hayatına yeniden girdi.1939'da İstanbul, 1950'de de Kars'tan milletvekili seçilerek Meclis'e girdi. 1948 yılında Ulus Gazetesi'nde başyazarlık yaptı.
Demokrat Parti yönetimine karşı bir yazısından dolayı mahkum oldu. Bir süre cezaevinde yattıktan sonra Cumhurbaşkanı tarafından bağışlandı. 1957 yılında İstanbul'da öldü.
ESERLERİ:Nadide, Kavgalarım (roman), Hayal İçinde, Hayat-ı Muhayyel, Hayat-ı Hakikiyye Sahneleri, Niçin Aldatırlarmış(hikaye), Edebi Hatıralar, Siyasal Anılar(hatırat),: Talat Paşa (biyografi).
1.Siyasal Anılar
Hüseyin Cahit Yalçın
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / Anı Dizisi
Hüseyin Cahit Yalçın'ın Siyasal Anılar'ı 1908-1918 yılları arasını, yani Meşrutiyet döneminin ilginç olaylarını açıklıyor. Bilindiği gibi, Meşrutiyet dönemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma çağının son aşamasıdır. Bu nedenle sözkonusu dönemin olayları imparatorluğun kurtuluşu için yapılmış son ve umutsuz çırpınışlardır. Yazar, gazateci ve politikacı Hüseyin Cahit Yalçın'ın
aynı zamanda İttihat ve Teraki Partisi üyesi, hatta partinin sözcüsü olması, elinizdeki anı kitabının değerini daha da arttırıyor.
Siyasal Anılar'ın odaklandığı başlıca konular şunlar: İttihat ve Terakki Partisi'nin idealizmi; yenilik ve gericilik çatışmaları; reform denemeleri; azınlıkların yıkıcı faaliyetleri; parti kavgaları; iç isyanlar; Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında Osmanlı politikası... Kitabın son bölümünde Yalçın'ın Malta sürgünlüğü ve Atatürk dönemi anılarının özetleri de yer
alıyor.
1874 yılında Balıkesir'de doğdu. Yüksek öğrenimini Mekteb-i Mülkiye'de tamamladı. 1897 yılından sonra Vefa ve Mercan İdadilerinde Türkçe ve Fransızca öğretmenliğinin yanı sıra müdür yardımcılığı ve müdürlük görevlerinde bulundu.1900 yılında Tevfik Fikret Servet-i Fünun dergisi'nden ayrılınca bu derginin yönetimini üstlendi. II. Meşrutiyet'in ilanından sora memurluktan ayrıldı. Tanin'i çıkardı. Daha sonra İttihat ve Terakki Partisine girdi. Milletvekili seçilerek Meclis-i Mebusan başvekilliğine getirildi. İstanbul'un işgal edilmesi üzerine İngilizlerce tutuklanıp Malta Adasına sürgüne yollandı (1919). Dönüşünde yeniden Tanin'i çıkardı. Milli Mücadele sonrasında gerçekleştirilen bazı devrimlere ve bazı kanunlara karşı çıktığı için İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Aklandıktan sonra ikinci kez yargılanarak 1925'de Çorum'a sürgüne gönderildi.
Sürgünden döndükten sonra Sanayi ve Maadin Bankası İdare Meclisi Başkanlığına atandı. 1933 yılında Fikir Hareketleri Dergisi'ni çıkardı. 1938'de yeniden politikaya ve gazetecilik hayatına yeniden girdi.1939'da İstanbul, 1950'de de Kars'tan milletvekili seçilerek Meclis'e girdi. 1948 yılında Ulus Gazetesi'nde başyazarlık yaptı.
Demokrat Parti yönetimine karşı bir yazısından dolayı mahkum oldu. Bir süre cezaevinde yattıktan sonra Cumhurbaşkanı tarafından bağışlandı. 1957 yılında İstanbul'da öldü.
ESERLERİ:Nadide, Kavgalarım (roman), Hayal İçinde, Hayat-ı Muhayyel, Hayat-ı Hakikiyye Sahneleri, Niçin Aldatırlarmış(hikaye), Edebi Hatıralar, Siyasal Anılar(hatırat),: Talat Paşa (biyografi).
1.Siyasal Anılar
Hüseyin Cahit Yalçın
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / Anı Dizisi
Hüseyin Cahit Yalçın'ın Siyasal Anılar'ı 1908-1918 yılları arasını, yani Meşrutiyet döneminin ilginç olaylarını açıklıyor. Bilindiği gibi, Meşrutiyet dönemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma çağının son aşamasıdır. Bu nedenle sözkonusu dönemin olayları imparatorluğun kurtuluşu için yapılmış son ve umutsuz çırpınışlardır. Yazar, gazateci ve politikacı Hüseyin Cahit Yalçın'ın
aynı zamanda İttihat ve Teraki Partisi üyesi, hatta partinin sözcüsü olması, elinizdeki anı kitabının değerini daha da arttırıyor.
Siyasal Anılar'ın odaklandığı başlıca konular şunlar: İttihat ve Terakki Partisi'nin idealizmi; yenilik ve gericilik çatışmaları; reform denemeleri; azınlıkların yıkıcı faaliyetleri; parti kavgaları; iç isyanlar; Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında Osmanlı politikası... Kitabın son bölümünde Yalçın'ın Malta sürgünlüğü ve Atatürk dönemi anılarının özetleri de yer
alıyor.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hüseyin Rahmi Gürpınar
19 Ağustos 1281/1864 tarihinde İstanbul'da doğdu. Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşa'nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, üç yaşında iken annesinin ölümü üzerine Girit'te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı ancak babasının evlenmesi üzerine altı yaşında tekrar İstanbul'a anneannesinin yanına gönderildi ve eğitimine burada devam etti. Yakubağa mektebi, Mahmudiye Rüşdiyesi ve idadide okuyan Hüseyin Rahmi, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey'in himayesiyle Mekteb-i Mülkiye'ye girdi (1878). Okulun ikinci sınıfında iken ciddi bir hastalık geçiren Hüseyin Rahmi buradaki öğrenimini yarıda bıraktı (1880). Kısa bir süre, Adliye Nezareti Ceza Kalemi'nde memur, Ticaret Mahkemesi'nde Azâ Mülazımı olarak çalışan Hüseyin Rahmi hayatını kalemiyle kazanmaya çalıştı. 1887'de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başlayan Hüseyin Rahmi, ardından İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalıştı. İkinci Meşrutiyet döneminde 37 sayı süren "Boşboğaz ve Güllâbi" adlı bir gazete çıkardı. İbrahim Hilmi Bey ile birlikte çıkardığı "Millet" gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Bundan sonra çalışmalarını İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine neşretti. 5. ve 6. dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuzbir yılını geçirdiği Heybeliada'daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde öldü ve oradaki Abbas Paşa mezarlığına defnedildi.
Öykü Kitapları
Kadınlar Vaizi (1920), Meyhanede Hanımlar (1924), Namusla Açlık Meselesi (1933), Kâtil Bûse (1933), İki Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1963)
Bir Öykü - MiSAFiR (*)
Onlar geleli tam on dokuz gün ve o kadar gece olmuştu. Karı koca, iki de çocuk... Dört can... Şimdi her gün iki okka ekmek fazla alınıyor ve her masraf ona göre artıyordu. Zaten ev dardı. Bu karı kocaya ayrı bir oda verebilmek için aile daha sıkışmaya mecbur oldu.
Ne havsalası geniş, ne saygısız, ne vurdumduymaz misafirdi bunlar... Ne surattan anlıyorlardı, ne rumuzdan, ne kinayeden... En açık istiskallere karşı "sinik" bir tebessümle mukabeleden hiç sıkılmıyorlardı.
Misafir Halil Efendi akşamcıydı. Hane sahibi İzzet Efendi ise işretin damlasından kaçan, kokusundan boğulan, sofu, musalli bir zat...
Halil Efendi her akşam bir cebinde dolu küçük şişe, ötekinde kağıda sarılı birkaç zeytin tanesi nevalesiyle gelir, yatsılara kadar ağır ağır ziftlenir. İzzet Efendi'yi yemeğe bekletir. İçtikçe zevklenir. Dinletir, dinletir. Zavallı adamcağızı bitahammül bırakır, sıkıntıdan öldürürdü.
Beş altı akşam bu işkenceye tahammülden sonra nihayet hane sahibi bir gece dayanamadı. Açık bir suratla:
-Efendim, bu olur mu? Her akşam cebinizde rakı ile geliyorsunuz... dedi.
Yüzsüz misafir bu muhik itirazı hemen diğer suretle tefsire atılarak:
-Efendim misafirperverliğinizin cidden mahcubiyim. Çoluk çocuk ailece efendimize kaç gündür bâr olup duruyoruz. Rakımı beraber getirmeyeyim de onu da mı size aldırtayım efendim? Lütufkârlığın bu derecesiyle her türlü uluvvü semahatin fevkıne çıkıyorsunuz. Yok artık bu kadarcığına müsaade buyurunuz. İçki masrafımı olsun kendim edeyim...
Deyince, misafirin bu pek nikbinane tefsir ve telakkisine karşı hayrete düşen ev sahibi maksadı böyle demek olmadığını izah için birkaç söz kekelemeye uğraşmış ise de birbirine taban tabana zıt bu anlatışla anlayış arasında hakikat zayi olup gitmişti.
Halil Efendi Anadolu Kavağı'nda ufak bir memurdu. Ailece düştükleri müzayakaya bir çare bulmak için Irgat pazarında mutasarrıf oldukları bir dükkanı vefaen ferağ ederek biraz para almak üzere Istanbul'a gelmişlerdi. Gazetelere: "Nakdiniz varsa işletelim. Yoksa teminat üzerine pek ehven şeraitle istediğiniz kadar hemen para verelim." tarzında ibareler ve türlü namlarla ilânlar vererek müşteri celbeden idarehanelere Halil Efendi hep birer birer baş vurdu. Bu işleticilerden çoğunun müstakrizlerin canlarına işlettiklerini anladı. En muvafık şartla işi bitirinceye kadar İzzet Efendi ailesi nezdindeki misaferetleri zarurî uzayacaktı.
***
Bir gün hane sahipleri bir odaya toplândılar. Kapıyı sıkıca örttükten sonra bu müziç misafirlerden kurtulmak çarelerini aralarında müzakereye giriştiler. Büyük Hanım diyordu ki:
-Kilere gidip zahireye bakmaya korkuyorum... Bin türlü sıkıntılar, fedakârlıklar, üzüntülerle kış için biriktirdiğim, sakladığım öteberiden habbe kalmayacak... Böyle günde tencere doluları yemek pişiyor, yine doymuyorlar. Yarabbi şükür dediklerini işitmedim. Aman o çocuklar maşallah büyüklerden ziyade yiyorlar.
Zarafet:
-Nesine maşallah hanımcığım, boğazlarına kurt düşsün... Sakın kilere bakma yüreğine iner. Ne sağyağı kaldı ne zeytinyağı... Ne pirinç, ne şeker... ne fasulye... Kiler tamtakır oldu. Sokağın köpekleri doyar, damların kedileri doyar, bu iki obur yumurcak doymaz. Tencereler daha ateşte iken karşıma dizilip de: "Dadı yemek pişti mi? Acıktık. İçimiz bayılıyor. Körükle körükle de çabuk pişsin..." deyişlerini bir işitseniz kendinizi zapt edemezsiniz. Bazen öfke benim de tepeme çıkar, bağırırım. Haydi bakayım oradan. Ben mutfağa gelen çocukları sevmem. Çekiniz arabanızı. Şimdi sizi bir güzelce körüklerim ha!.. Bir gün arkalarından ucu ateşli odunla koştum da anaları bana surat etti. A çekilir mi bu? Kaç defa daha soğumadan imambayıldının içine kirli parmağını sokarken gördüm. Ağzına götürüyor emiyor. Tekrar, yine sokuyor. Afacanlar fıstık gibi tos tombay oldular. Anaları karı semirdi. Beti benzi yerine geldi. Odalarına çekildikten sonra sarhoş herif gecenin bir yarısında pencerenin önünde türkü söylüyor... Bitişikte ağır hasta var... Ne saygısız maymun... Bütün sahanlara, tabaklara rakı kokusu siniyor... Ben işreti sevmem övvv... Ya onlar... Ya ben, bunun bir çaresine bakınız...
Evin kızı Cezalet hanım dışarıya kulak kabartarak:
-Dadı yavaş söyle... Merdiven başında bir parıltı var... karı geldi galiba bizi dinliyor...
Zarafet köpürerek:
-Umurumda değil, dinlesin... Korkum yok. Ben ona taşlıkta kaç defa başa kaka söyledim de anlamamazlıktan geldi... Ben de olsam öyle yaparım. Hazır ev... hazır yemek, hazır yatak... işret türkü... Kekâ... Her zevkleri yerinde... Bu rahatı bırakıp da giderler mi hiç?
Cezalet Hanım:
-Dadı sus azıcık da ben anlatayım...
-Anlat yavrum... anlat gulum, anlat elmascığım... Yedi mahalle bir araya toplânıp da kırk gün kırk gece anlatsak bu dert yine bitmez... Sen anlattığın kadar anlat, ben de yine anlatırım.
Cezalet Hanım:
-Misafir hanım geldiğinin ikinci günü sokağa çıkacağını söyledi. Benden bir çarşafla bir ayakkabı istedi. Kendi potinleri ayaklarını sıkıyormuş... Fakat kendi çarşafını niçin giymek istemiyor bilmem...
Zarafet:
-Aaa... sebebini anlamadın mı? Alacaklılar sokakta onu çarşafından tanıyorlar da onun için başka çarşaf giyiyor, yüzünü de sımsıkı örtüyor... Irz ehliliğinden değil çok bilmişliğinden... Kaltak!..
-Dadıcığım bir parçacık sus...
-Sustum... sustum... ha sen söylemişsin yavrum... Ha ben söylemişim... İkimiz canciğer... Birbirinden farkımız var mı?..
Cezalet Hanım:
-Artık her sokağa çıkışında âdet edindi. Çarşaf bizden... Ayakkabı bizden... Ah anneciğim yeni iskarpinlerimin ne hale geldiklerini görsen gözlerin dolar... İçi oyulmuş kavun dilimine döndüler...
Zarafet:
-Senden ayakkabı çarşaf istemiş... Ya benden ne istedi bilsen?.. İç donu... Söyletme beni, kendininkini kirletmiş... Ta Kavaklar'dan buraya bir donla gelinir mi?.. Benim de yok ayo... Küçük beyin yastık örtülerinin eski fistolarını söktüm de iki tane yaptımdı... Birini aldı. Kullandı, kullandı. Getirdi kiriyle pasiyle başıma attı... Söylemesi ayıp âdet kirlerini çitiledim, çitiledim de bir türlü çıkaramadım... Kokmuş karı...
Büyük Hanım başı ağrıyormuş gibi şakaklarını avuçlarının arasında sıkarak:
-Bu belâdan ne vakit kurtulacağız. Başımızdan ne zaman defolup gidecekler?..
Zarafet:
-Onlar buraya ödünç para bulmaya geldiler. Buluncaya kadar oturacaklar... Şimdi para nerede?
Dışardan küt küt kapı vurulur. Odadakiler şaşalayarak birbirine bakarlar...
Büyük Hanım:
-Kim o?
Zarafet:
-Kim olacak misafir hanım...
Büyük Hanım:
-Duyduysa pek ayıp oldu.
Dışardan:
-Lütfen kapıyı açınız efendim...
Zarafet kapıyı açar. Misafir hanım çarşaflanmış, koltuğunda iri bir bohça, iki çocuğunun ortasında, ağlamadan gözleri kızarmış mahzun bir çehreyle gözükerek:
-Allahaısmarladık hanımlar. Affedersiniz, böyle günde çok rahatsız ettik efendim. Haftalarca sayenizde yedik, içtik. Misafirperverliğinizin şükrünü âdadan aciziz hanımlarım. Helâl ediniz efendim.
Misafirin ağlamış mahzun yüzü, af dileyici mahcubane sözleri ev sahiplerine çok dokunur... Yufka yürekli Büyük Hanım:
-A hanımcığım neye rahatsız olalım. Başımızın üstünde yeriniz var. Böyle birkaç hafta değil kırk yıl otursanız vallahi yüksünmeyiz... Böyle birdenbire ne oldunuz efendim...
Cezalet Hanım:
-Bir kusur mu ettik? Gücendirdik mi kardeş? Böyle birdenbire niye kalktınız?.. Vallahi salıvermeyiz. Hadi soyununuz... Bırakmayız nafile...
Zarafet büyük bir vâveylâ ile çırpınarak:
-Olur mu hiç? Bırakır mıyız sizi biz, yağma yok kuzum yağma yok... Gelmesi sizden gitmesi bizden... (mendilini çıkarıp ağlayarak) A... canciğer gibi alıştım. Evin içi tıssss... Sessiz kalacak... Mümkün değil salıvermeyiz... (Çocukların yanaklarını okşayarak) Aha benim tontonlarım... Haydi geliniz mutfağa... Bakınız dadınız size neler pişirecek...
19 Ağustos 1281/1864 tarihinde İstanbul'da doğdu. Hünkar yaveri Mehmet Sait Paşa'nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, üç yaşında iken annesinin ölümü üzerine Girit'te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı ancak babasının evlenmesi üzerine altı yaşında tekrar İstanbul'a anneannesinin yanına gönderildi ve eğitimine burada devam etti. Yakubağa mektebi, Mahmudiye Rüşdiyesi ve idadide okuyan Hüseyin Rahmi, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey'in himayesiyle Mekteb-i Mülkiye'ye girdi (1878). Okulun ikinci sınıfında iken ciddi bir hastalık geçiren Hüseyin Rahmi buradaki öğrenimini yarıda bıraktı (1880). Kısa bir süre, Adliye Nezareti Ceza Kalemi'nde memur, Ticaret Mahkemesi'nde Azâ Mülazımı olarak çalışan Hüseyin Rahmi hayatını kalemiyle kazanmaya çalıştı. 1887'de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başlayan Hüseyin Rahmi, ardından İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalıştı. İkinci Meşrutiyet döneminde 37 sayı süren "Boşboğaz ve Güllâbi" adlı bir gazete çıkardı. İbrahim Hilmi Bey ile birlikte çıkardığı "Millet" gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Bundan sonra çalışmalarını İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine neşretti. 5. ve 6. dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuzbir yılını geçirdiği Heybeliada'daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde öldü ve oradaki Abbas Paşa mezarlığına defnedildi.
Öykü Kitapları
Kadınlar Vaizi (1920), Meyhanede Hanımlar (1924), Namusla Açlık Meselesi (1933), Kâtil Bûse (1933), İki Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1963)
Bir Öykü - MiSAFiR (*)
Onlar geleli tam on dokuz gün ve o kadar gece olmuştu. Karı koca, iki de çocuk... Dört can... Şimdi her gün iki okka ekmek fazla alınıyor ve her masraf ona göre artıyordu. Zaten ev dardı. Bu karı kocaya ayrı bir oda verebilmek için aile daha sıkışmaya mecbur oldu.
Ne havsalası geniş, ne saygısız, ne vurdumduymaz misafirdi bunlar... Ne surattan anlıyorlardı, ne rumuzdan, ne kinayeden... En açık istiskallere karşı "sinik" bir tebessümle mukabeleden hiç sıkılmıyorlardı.
Misafir Halil Efendi akşamcıydı. Hane sahibi İzzet Efendi ise işretin damlasından kaçan, kokusundan boğulan, sofu, musalli bir zat...
Halil Efendi her akşam bir cebinde dolu küçük şişe, ötekinde kağıda sarılı birkaç zeytin tanesi nevalesiyle gelir, yatsılara kadar ağır ağır ziftlenir. İzzet Efendi'yi yemeğe bekletir. İçtikçe zevklenir. Dinletir, dinletir. Zavallı adamcağızı bitahammül bırakır, sıkıntıdan öldürürdü.
Beş altı akşam bu işkenceye tahammülden sonra nihayet hane sahibi bir gece dayanamadı. Açık bir suratla:
-Efendim, bu olur mu? Her akşam cebinizde rakı ile geliyorsunuz... dedi.
Yüzsüz misafir bu muhik itirazı hemen diğer suretle tefsire atılarak:
-Efendim misafirperverliğinizin cidden mahcubiyim. Çoluk çocuk ailece efendimize kaç gündür bâr olup duruyoruz. Rakımı beraber getirmeyeyim de onu da mı size aldırtayım efendim? Lütufkârlığın bu derecesiyle her türlü uluvvü semahatin fevkıne çıkıyorsunuz. Yok artık bu kadarcığına müsaade buyurunuz. İçki masrafımı olsun kendim edeyim...
Deyince, misafirin bu pek nikbinane tefsir ve telakkisine karşı hayrete düşen ev sahibi maksadı böyle demek olmadığını izah için birkaç söz kekelemeye uğraşmış ise de birbirine taban tabana zıt bu anlatışla anlayış arasında hakikat zayi olup gitmişti.
Halil Efendi Anadolu Kavağı'nda ufak bir memurdu. Ailece düştükleri müzayakaya bir çare bulmak için Irgat pazarında mutasarrıf oldukları bir dükkanı vefaen ferağ ederek biraz para almak üzere Istanbul'a gelmişlerdi. Gazetelere: "Nakdiniz varsa işletelim. Yoksa teminat üzerine pek ehven şeraitle istediğiniz kadar hemen para verelim." tarzında ibareler ve türlü namlarla ilânlar vererek müşteri celbeden idarehanelere Halil Efendi hep birer birer baş vurdu. Bu işleticilerden çoğunun müstakrizlerin canlarına işlettiklerini anladı. En muvafık şartla işi bitirinceye kadar İzzet Efendi ailesi nezdindeki misaferetleri zarurî uzayacaktı.
***
Bir gün hane sahipleri bir odaya toplândılar. Kapıyı sıkıca örttükten sonra bu müziç misafirlerden kurtulmak çarelerini aralarında müzakereye giriştiler. Büyük Hanım diyordu ki:
-Kilere gidip zahireye bakmaya korkuyorum... Bin türlü sıkıntılar, fedakârlıklar, üzüntülerle kış için biriktirdiğim, sakladığım öteberiden habbe kalmayacak... Böyle günde tencere doluları yemek pişiyor, yine doymuyorlar. Yarabbi şükür dediklerini işitmedim. Aman o çocuklar maşallah büyüklerden ziyade yiyorlar.
Zarafet:
-Nesine maşallah hanımcığım, boğazlarına kurt düşsün... Sakın kilere bakma yüreğine iner. Ne sağyağı kaldı ne zeytinyağı... Ne pirinç, ne şeker... ne fasulye... Kiler tamtakır oldu. Sokağın köpekleri doyar, damların kedileri doyar, bu iki obur yumurcak doymaz. Tencereler daha ateşte iken karşıma dizilip de: "Dadı yemek pişti mi? Acıktık. İçimiz bayılıyor. Körükle körükle de çabuk pişsin..." deyişlerini bir işitseniz kendinizi zapt edemezsiniz. Bazen öfke benim de tepeme çıkar, bağırırım. Haydi bakayım oradan. Ben mutfağa gelen çocukları sevmem. Çekiniz arabanızı. Şimdi sizi bir güzelce körüklerim ha!.. Bir gün arkalarından ucu ateşli odunla koştum da anaları bana surat etti. A çekilir mi bu? Kaç defa daha soğumadan imambayıldının içine kirli parmağını sokarken gördüm. Ağzına götürüyor emiyor. Tekrar, yine sokuyor. Afacanlar fıstık gibi tos tombay oldular. Anaları karı semirdi. Beti benzi yerine geldi. Odalarına çekildikten sonra sarhoş herif gecenin bir yarısında pencerenin önünde türkü söylüyor... Bitişikte ağır hasta var... Ne saygısız maymun... Bütün sahanlara, tabaklara rakı kokusu siniyor... Ben işreti sevmem övvv... Ya onlar... Ya ben, bunun bir çaresine bakınız...
Evin kızı Cezalet hanım dışarıya kulak kabartarak:
-Dadı yavaş söyle... Merdiven başında bir parıltı var... karı geldi galiba bizi dinliyor...
Zarafet köpürerek:
-Umurumda değil, dinlesin... Korkum yok. Ben ona taşlıkta kaç defa başa kaka söyledim de anlamamazlıktan geldi... Ben de olsam öyle yaparım. Hazır ev... hazır yemek, hazır yatak... işret türkü... Kekâ... Her zevkleri yerinde... Bu rahatı bırakıp da giderler mi hiç?
Cezalet Hanım:
-Dadı sus azıcık da ben anlatayım...
-Anlat yavrum... anlat gulum, anlat elmascığım... Yedi mahalle bir araya toplânıp da kırk gün kırk gece anlatsak bu dert yine bitmez... Sen anlattığın kadar anlat, ben de yine anlatırım.
Cezalet Hanım:
-Misafir hanım geldiğinin ikinci günü sokağa çıkacağını söyledi. Benden bir çarşafla bir ayakkabı istedi. Kendi potinleri ayaklarını sıkıyormuş... Fakat kendi çarşafını niçin giymek istemiyor bilmem...
Zarafet:
-Aaa... sebebini anlamadın mı? Alacaklılar sokakta onu çarşafından tanıyorlar da onun için başka çarşaf giyiyor, yüzünü de sımsıkı örtüyor... Irz ehliliğinden değil çok bilmişliğinden... Kaltak!..
-Dadıcığım bir parçacık sus...
-Sustum... sustum... ha sen söylemişsin yavrum... Ha ben söylemişim... İkimiz canciğer... Birbirinden farkımız var mı?..
Cezalet Hanım:
-Artık her sokağa çıkışında âdet edindi. Çarşaf bizden... Ayakkabı bizden... Ah anneciğim yeni iskarpinlerimin ne hale geldiklerini görsen gözlerin dolar... İçi oyulmuş kavun dilimine döndüler...
Zarafet:
-Senden ayakkabı çarşaf istemiş... Ya benden ne istedi bilsen?.. İç donu... Söyletme beni, kendininkini kirletmiş... Ta Kavaklar'dan buraya bir donla gelinir mi?.. Benim de yok ayo... Küçük beyin yastık örtülerinin eski fistolarını söktüm de iki tane yaptımdı... Birini aldı. Kullandı, kullandı. Getirdi kiriyle pasiyle başıma attı... Söylemesi ayıp âdet kirlerini çitiledim, çitiledim de bir türlü çıkaramadım... Kokmuş karı...
Büyük Hanım başı ağrıyormuş gibi şakaklarını avuçlarının arasında sıkarak:
-Bu belâdan ne vakit kurtulacağız. Başımızdan ne zaman defolup gidecekler?..
Zarafet:
-Onlar buraya ödünç para bulmaya geldiler. Buluncaya kadar oturacaklar... Şimdi para nerede?
Dışardan küt küt kapı vurulur. Odadakiler şaşalayarak birbirine bakarlar...
Büyük Hanım:
-Kim o?
Zarafet:
-Kim olacak misafir hanım...
Büyük Hanım:
-Duyduysa pek ayıp oldu.
Dışardan:
-Lütfen kapıyı açınız efendim...
Zarafet kapıyı açar. Misafir hanım çarşaflanmış, koltuğunda iri bir bohça, iki çocuğunun ortasında, ağlamadan gözleri kızarmış mahzun bir çehreyle gözükerek:
-Allahaısmarladık hanımlar. Affedersiniz, böyle günde çok rahatsız ettik efendim. Haftalarca sayenizde yedik, içtik. Misafirperverliğinizin şükrünü âdadan aciziz hanımlarım. Helâl ediniz efendim.
Misafirin ağlamış mahzun yüzü, af dileyici mahcubane sözleri ev sahiplerine çok dokunur... Yufka yürekli Büyük Hanım:
-A hanımcığım neye rahatsız olalım. Başımızın üstünde yeriniz var. Böyle birkaç hafta değil kırk yıl otursanız vallahi yüksünmeyiz... Böyle birdenbire ne oldunuz efendim...
Cezalet Hanım:
-Bir kusur mu ettik? Gücendirdik mi kardeş? Böyle birdenbire niye kalktınız?.. Vallahi salıvermeyiz. Hadi soyununuz... Bırakmayız nafile...
Zarafet büyük bir vâveylâ ile çırpınarak:
-Olur mu hiç? Bırakır mıyız sizi biz, yağma yok kuzum yağma yok... Gelmesi sizden gitmesi bizden... (mendilini çıkarıp ağlayarak) A... canciğer gibi alıştım. Evin içi tıssss... Sessiz kalacak... Mümkün değil salıvermeyiz... (Çocukların yanaklarını okşayarak) Aha benim tontonlarım... Haydi geliniz mutfağa... Bakınız dadınız size neler pişirecek...
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Hüsnü Aktaş
1950 yılında Burdur'un Askeriye köyünde doğdu. Temyiz yaşında iken Kur'an okumaya ve Arapça öğrenmeye başladı. İlk öğrenimi köyünde, orta öğrenimini Burdur'da ve Lise öğrenimini Antalya'da tamamladı.
Ankara Ü. DTCF Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde bir süre okudu (1968). AÜİF' nden mezun oldu (69-73). Ankara DİB’nda memurluk, Giresun müftülüğünde şeflik, Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğünde Daire Başkanlığı, Adapazarı Akademisinde Kütüphane Müdürlüğü yaptı. 1981 de istifa etti. resmi eğitim okulları yanısıra özel öğretim gördü (69-73). Yazı hayatına lise öğrenciliği döneminde çeşitli dergi ve gazetelerle başladı. 1969 da "İmanlı Büyük Türkiye" gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı.
Daha sonra haftalık "Hüryol" gazetesinde deneme ve incelemeleri yayınlandı. 1974 de bir grup arkadaşıyla beraber "Yeni Ölçü" dergisini çıkardı, genel yayın müdürlüğünü yaptı (74-79). Aynı yıllarda Türkiye Din Görevlileri Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi olarak yurt içinde ve Orta Doğu'da incelemelerde bulundu. TYB kurucularından oldu. 1979 dan itibaren haftalık "Şura, Hicret, Tevhid" gazetelerinde, sonra "Milli Gazetete"de müstear isimlerle köşe yazarlığı ve "Fıkıh Köşesi"nde yıllarca Fıkıh uzmanı olarak hizmet verdi. Bu hizmetlerinden ve bazı incelemelerinden dolayı mahkemeye verildiği için müstear isimler kullanmak zorunda kaldı. 1980 den itibaren Milli Gazete'de günlük makale ve müstear adla fıkhi konularda mükemmel incelemeler yaptı. Daha sonra "Vahdet", "Akit" gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
"Kelimeler ve Kavramlar" kitabıyla TYB 1983 fikir dalında ödüle layık görüldü. 1984 de Medrese-i Yusufiye'ye girdi. Bir yıldan fazla hapis yattı. 1985 de cezaevinden çıktıktan sonra çıkardığı Vahdet Gazetesinde 3 yıl yazdı. Daha sonra ‘Vahdet, Eğitim, Dostluk ve Yardımlaşma Vakfı’nı kurdu. (1989) İbrahim Koca, M.Emin Bostancı, Ahmet Töret, Yusuf Akmaz ile.
Akit gazetesinde yazdı (1993- 2002). 1990 da Misak mecmuasını çıkardı. 1997 Mayıs’ında Eskişehir Cezaevindeki Aczimendilere 6 aydır yardım etme suçundan tutuklandı. Ulucanlar Hapishanesine girdi. Halen "Misak" mecmuasını çıkarmaya ve "Vahdet Vakfı" YKB gibi görevleri yürütmeye devam etmektedir.
Ehl-i Sünnet ulemanın miras bıraktığı kaynaklardan istifade ederek, ( ki bu kaynaklara ve İlm-i usüle olan müthiş vukufiyetiyle) aynı çizgide mücadele vererek çok ihlaslı çalışmalar yapmıştır. Bunun yanında İslam'ı içten yıkmaya çalışan her türlü yıkıcı, bölücü Ehl-i Bid'a görüşlere "Ehl-i Sünnet ve'l Cemaa" inancını neşretmekte azimli ve kararlı görünen, İslam fıkhında muhakkik fakih olan Hoca efendi, çok net bir çizgi çizmiştir.
Eserleri:
Roman-Hikaye-Oyun:
1.İsyan Çiçekleri, 1974 Otobiyografik roman
2.Şeytan'ın Düzeni, 1974 oyun
3.Şen Olasın Laiklik, 1977, hikayeler
4.Cenazeler Çağı,1976 oyun
5.Fedailer, 1983 roman
İnceleme: Anı:
1.Medeni Vahşet Davası, 1987
2-Devlet ve Siyaset
3-İslami Hareketin Mahiyeti
4-Mazlumlarla Sohbet
5.Medeni Vahşet, 1980
6.Kelimeler ve Kavramlar, 1983,2 cilt
7.Fıkhi Meseleler, 82,83, 2 cilt
8.Emanet ve Ehliyet, 2 cilt
1950 yılında Burdur'un Askeriye köyünde doğdu. Temyiz yaşında iken Kur'an okumaya ve Arapça öğrenmeye başladı. İlk öğrenimi köyünde, orta öğrenimini Burdur'da ve Lise öğrenimini Antalya'da tamamladı.
Ankara Ü. DTCF Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde bir süre okudu (1968). AÜİF' nden mezun oldu (69-73). Ankara DİB’nda memurluk, Giresun müftülüğünde şeflik, Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğünde Daire Başkanlığı, Adapazarı Akademisinde Kütüphane Müdürlüğü yaptı. 1981 de istifa etti. resmi eğitim okulları yanısıra özel öğretim gördü (69-73). Yazı hayatına lise öğrenciliği döneminde çeşitli dergi ve gazetelerle başladı. 1969 da "İmanlı Büyük Türkiye" gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı.
Daha sonra haftalık "Hüryol" gazetesinde deneme ve incelemeleri yayınlandı. 1974 de bir grup arkadaşıyla beraber "Yeni Ölçü" dergisini çıkardı, genel yayın müdürlüğünü yaptı (74-79). Aynı yıllarda Türkiye Din Görevlileri Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi olarak yurt içinde ve Orta Doğu'da incelemelerde bulundu. TYB kurucularından oldu. 1979 dan itibaren haftalık "Şura, Hicret, Tevhid" gazetelerinde, sonra "Milli Gazetete"de müstear isimlerle köşe yazarlığı ve "Fıkıh Köşesi"nde yıllarca Fıkıh uzmanı olarak hizmet verdi. Bu hizmetlerinden ve bazı incelemelerinden dolayı mahkemeye verildiği için müstear isimler kullanmak zorunda kaldı. 1980 den itibaren Milli Gazete'de günlük makale ve müstear adla fıkhi konularda mükemmel incelemeler yaptı. Daha sonra "Vahdet", "Akit" gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
"Kelimeler ve Kavramlar" kitabıyla TYB 1983 fikir dalında ödüle layık görüldü. 1984 de Medrese-i Yusufiye'ye girdi. Bir yıldan fazla hapis yattı. 1985 de cezaevinden çıktıktan sonra çıkardığı Vahdet Gazetesinde 3 yıl yazdı. Daha sonra ‘Vahdet, Eğitim, Dostluk ve Yardımlaşma Vakfı’nı kurdu. (1989) İbrahim Koca, M.Emin Bostancı, Ahmet Töret, Yusuf Akmaz ile.
Akit gazetesinde yazdı (1993- 2002). 1990 da Misak mecmuasını çıkardı. 1997 Mayıs’ında Eskişehir Cezaevindeki Aczimendilere 6 aydır yardım etme suçundan tutuklandı. Ulucanlar Hapishanesine girdi. Halen "Misak" mecmuasını çıkarmaya ve "Vahdet Vakfı" YKB gibi görevleri yürütmeye devam etmektedir.
Ehl-i Sünnet ulemanın miras bıraktığı kaynaklardan istifade ederek, ( ki bu kaynaklara ve İlm-i usüle olan müthiş vukufiyetiyle) aynı çizgide mücadele vererek çok ihlaslı çalışmalar yapmıştır. Bunun yanında İslam'ı içten yıkmaya çalışan her türlü yıkıcı, bölücü Ehl-i Bid'a görüşlere "Ehl-i Sünnet ve'l Cemaa" inancını neşretmekte azimli ve kararlı görünen, İslam fıkhında muhakkik fakih olan Hoca efendi, çok net bir çizgi çizmiştir.
Eserleri:
Roman-Hikaye-Oyun:
1.İsyan Çiçekleri, 1974 Otobiyografik roman
2.Şeytan'ın Düzeni, 1974 oyun
3.Şen Olasın Laiklik, 1977, hikayeler
4.Cenazeler Çağı,1976 oyun
5.Fedailer, 1983 roman
İnceleme: Anı:
1.Medeni Vahşet Davası, 1987
2-Devlet ve Siyaset
3-İslami Hareketin Mahiyeti
4-Mazlumlarla Sohbet
5.Medeni Vahşet, 1980
6.Kelimeler ve Kavramlar, 1983,2 cilt
7.Fıkhi Meseleler, 82,83, 2 cilt
8.Emanet ve Ehliyet, 2 cilt
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
Ilgaz Zorlu
1969 yılında İstanbul'da doğdu.İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da tamamladıktan sonra, 1986-90 yılları arasında Bursa'da Uludağ Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdi.1990-1991 yılları arasında Dr.Gad Nasi'nin yardımları ile Kudüs'te bir yıl süren araştırmalarda bulundu.Bu arada Sabetaycılığın önemli kaynaklarının muhafaza edildiği Ben Zwi Enstitüsünde incelemeler yaptı.Yavne Kibbutz'unda Yahudi Tarihi ve Kültürü konusunda eğitim gördü.Halen İstanbul'da yaşayan yazar, Selanik'te okulu ile ün salan ve Atatürk'ün ilk öğretmeni olan Şemsi Efendi'nin altıncı kuşaktan torunudur.Ilgaz Zorlu Sabetaycılık kosunda tartışmalara yol açan yazılarını önce Birikim, Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih ve Tiryaki dergilerinde yayınladı ve bilahare Evet Ben Selanikliyim adı altında kitaplaştırdı.Yazar 2000 yılı başlarında Zvi-Geyik Yayınevi'ni kurarak iki önemli eser neşretti.Bunlar Prof.Abraham Galante'nin Sabetey Sevi ve Sabetaycılığın Gelenekleri ve Mehmet Şevket Eygi'nin Yahudi Türkler yahut Sabetaycılar adlı kitaplarıdır.
ESERİ:Evet Ben Selanikliyim/Türkiye Sabeteycılığı Birinci Baskı İstanbul 1998
HAKKINDA YAZILANLAR
Hahambaşılık Cumhuriyet ile yaşıt değil ki...
Ilgaz Zorlu ile konuşma
Konuşan Mahmut Çetin
Tarih ve Düşünce Kasım 2000 sayı 11 sf.40-45
------Ilgaz Zorlu kendisini nasıl tanımlıyor?
------Ilgaz Zorlu kendisini nasıl tanımlıyor ?Ben kendimi bir defa dini yönü fekalade kuvvetli olan sabataycı gelenekten gelen bir aileye mensup.Aynı zamanda baba tarafından da müslüman bir aileye mensup fakat kalbi sabataycılığın tarafında atıyor.Ve istiyor ki,Sabataycılık Türkiye’de böyle iki yüzlü karışık bir cemaat olmaktan çıksın.Hakikaten Türkiye’nin tarihinde çok faydaları olmuş, çok katkıları olmuş bir cemaat. Tabii şunu da mutlaka belirtmek lazım.Siyasi düşünce olarak zaman zaman bazı problemler yaşadı. Bi defa bunu tamamen karşıyım.Her zaman bir dini hareketin siyasi sonuçlar doğurmasına karşıyım. Yani din, dinde takılmalı.Dinin varlık alanı siyasetin içine sokulmamalı. Şimdi neden benim böyle bir merakım var?Bana hep bu soru soruluyor.Ben de bu sorunun cevabını çok açık olarak veriyorum.Bir defa üniversite yıllarımda kamu yönetimi okudum, siyaset bilimi okudum Uludağ Üniversitesi’nde. O yıllarda İttihad ve Terakki, 1908 dönemini özellikle inceledim. Benim dikkatimi bir şey çekti.Şimdi bakıyoruz Hareket Ordusu Selanik’te kuruluyor, Türkiye’nin ilk mason locaları Selanik’te kuruluyor, Türkiye’de ilk demiryolu orda yapılıyor, belediyecilik, işçi hareketleri orada başlıyor.
----Balkan komitacılığı burda başlıyor.Sırp’ı, Bulgar’ı, İttihadcısı.
----Tabi tabii .... Jön Türk hareketi, İttihad Terakki aslında orda başlıyor. Niye Erzurum’da başlamıyor da İttihad Terakki Selanik’te başlıyor.Bu çok önemli bir şey.Şimdi bu kadar önemli olayın bir araya gelmesine bi defa ben tesadüf olarak bakmıyorum.Demekki bizim yapmamamız gereken şey ne? Bugüne kadar hiç yapılmamış bir şey, bu kadar önemli hadisenin yaşandığı kentin demografik yapısının incelenmesi lazım.Yani bu kentte niye böyle bir hareket başladı? Şimdi bilimsel bir takım verileri açıklamakla, ırkçı olmak arasında çok ince bir çizgi var.Onun için hiç kimsenin reddedemeyeceği bir şey var. Bir kişinin siyası kişiliğini belirleyen öncelikle içinden geldiği toplum ve o toplumun kültürüdür.Bunu katiyyen değiştiremezsiniz.
-----Siz Selanikli sabetaycı bir aileye mensupsunuz...
------Evet büyükbabamın büyükbabası da Atatürk’ün öğretmeni Şemsi Efendi.
------Şemsi Efendi’nin soyundan geliyorsunuz.Şemsi Efendi’nin Türkiye tarihi için önemi nedir ?
----Yeni bir kitap çıktı Azmi Koçak’ın yazdığı Atatürk’ün ilk Öğretmeni Şemsi Efendi.Bu kitap daha ziyade eğitimci kişiliğini anlatıyor. Şimdi Şemsi Efendi’nin benim için önemli şu.Şemsi Efendi yaşadığı dönemde sabataycılar arasında üçe ayrılan bu cemaat yapısını bir araya getirmek istiyordu.Şemsi Efendi’nin özelliği buydu.Bu üç cemaatı bir araya getirecekti.Daha sonra da bu üç cemaatın bir araya gelmesinden sonra cemaatın kaderi ne olacaktı.Orda en önemli faktör Balkan Savaşı..
------Bu üç kol Kapaniler, Yakubiler, Karakaşlar tek bir cemaat haline gelebildi mi?
------Hayır gelemedi.Bugünkü sabataycılılığın makus kaderi bizi nereye getirdi.Üç ayrı sabataycı grup var.Üç grubun içinde de dini düşüncelerini devam ettiren insanlar var.Bir de bu üç grup içinden gelip de hiçbir şekilde dinle alakası olmayan ama bakın kültür olarak, etnisite olarak sabataycı kökenli insanlar var.
------Sabataycıların İtihad Terakki’den günümüze kadar önemli etkileri var.Şimdi ordan cemaatın özelliklerine gelmek istiyorum.Sizin yazdıklarınızdan, kısmen diğer kitaplardan şöyle bir şey öğreniyoruz biz.Bir yahudi olan Sabatay Sevi tarihin bir döneminde kendini yahudi olarak ifade ediyor ve ona bağlı olan insanlar da kendi içinde musevi geleneklerini devam ettirmiş.Siz mensubu olduğunuz cemaatı, Türkiye Sabataycılarını bir şeye davet ediyorsunuz: “Kimliğimizi açıklayalım, ibadetimizi açıktan yapalım.” Şimdi ben buraya gelirken Beyoğlu’nda kiliselerin Pazar ayininden çıkan insanları gördüm.Sünni bir Türk olarak, bir Osmanı Türkü olarak bundan bir rahatsızlık duymadım.Onları değişik bir renk olarak gördüm.Açıktan ibadet eden musevileri de aynı gözle değerlendiriyorum.Bir gazeteci olarak bir çok sabataycı insanı bire bir tanımama rağmen onların ne zaman ne yapacağını tahmin edemiyorum.
--------Bir defa şuna bakmak lazım.Sabataycılık Osmanlı İmparatorluğu döneminde iki yüzyıldan fazla bir süre kapalı bir cemaat olarak yaşamış, buna Osmanlı İmparatorluğu izin vermiştir.Avram Galante’nin kitabında göreceksiniz, Abdülhamid Hahambaşısından sabataycılık hakkında bilgi istemiş.Abdülhamid burda sabataycılara karşı bir reaksiyona girebilirdi.Demiştir ki, bu insanları rahat bırakın.Burda hoşgörünün ötesinde başka bir sistem var.İlber Ortaylı’nın dediği gibi kompartımanlar sistemi.Kendi içinde, kendi hayatını yaşıyor hiçbir baskıya maruz kalmadan.Ne zaman ki, devlete karşı bir unsur haline geliyor o zaman müdahale ediyor.Burda da müdahaleler gayet yumuşuk, sürgün gibi... Sabetay Sevi ne yapmıştır? Sinegoglarda okunun duaların son bölümünden padişahın ismini çıkartıp kendi isimini koymuş, o zaman sultan demiş ki, adam nasıl istiyorsa öyle yapsın, nasıl istiyorsa öyle dua etsin.Şimdi bu bir mantıktır.O devirde Avrupa’da ne yapılmıştır ona bakalım.Avrupa’da yahudiler cadılıkla suçlanmış ve yakılmıştır.Şimdi bu farka çok dikkat edelim.Biz sabetaycılar Avrupa’da ortaya çıksaydık, bizi kesinlikle öldürürlerdi.
---------Osmanlı’nın, sabetaycılara bu hoşgörüsüne rağmen Sabetaycıların Türkiye’deki batıcı kesimlerle jöntürklerden İttihad ve Terakki’den gelen bir beraberliği var.
------Selanik Sabetaycılar için kutsal bir şehir.Balkan Savaşı’ndan sonra artık ortaya bir tablo çıkıyor, imparatorluk dağılma sürecine giriyor.Neden Sabetaycılar Abdülhamid’e karşı hareket ettiler.O dönemde Osmanlı İmparatorluğu içinde siyonizm isteyen bazı yahudiler var. Gerçi İstanbul yahudileri bunları desteklemiyor.Ama Selanik yahudileri bir devlet kurma fikrini destekliyorlar
------Emanuel Karasu gibi...
------Evet Karasu gibi bir çok yahudi bu fikri destekliyor.Şimdi tarihi olayları incelerken bilimsel yöntemlerden ayrılmamamalıyız, tarihin içine girip bir resmi tarih oluşturmamalıyız.Şimdi Türkiye’de Sabetaycılar kadar içerisinden profesör yetiştirmiş kaç tane cemaat var.Ama profesörlerin hiç biri sabetaycılığı yazalım, kimliğimizi unutmayalım demiyor.
----Siz Sabetaycılığımızı unutmayalım diyorsunuz.
----Unutmayalım derken lafı şuraya getiriyoruz.Türkiye’de balkanlardan gelmiş bir kültür hareketiyle karşı karşıyayız.Hayatında hiç Anadolu’lu tanımamış insanlar sabetaycılar.Eğer sabetaycılar Türkiye’ye göç ettiklerinde 1924 mübadelesinde, belki Anadolu içlerinde asimile olurlardı.Bunlar zaten şehirliydiler, İstanbul’a geldiler ve milletle kaynaşmadan yaşamaya devam ettiler.
-----O zaman şöyle bir şey çıkıyor karşımıza Türk toplumuna karşı asimile olmuş görünüyorlar, ama kültürel olarak koruyamadıkları kimliklerini ideolojik olarak koruyarak Türk toplumunu bir şeye sürüklüyorlar, jakoben bir laiklik bu.Hırçın, kışkırtıcı, kendini devlet yerine koyan, devlet kurumlarını kullanarak, devletle milleti karşı karşıya getiren bir laiklik.
----Problem zaten ordan kaynaklanıyor.Birileri, topluma karşı olan bu insanlar kendini devlet yerine koymakla kalmayıp, resmi bir ideoloji üretiyor ve onun ardına saklanıyor.Ayrıca devletin de resmi ideolojisi olmaz.Bu resmi ideoloji Rusya’da , Hitler Almanyası’nda ne bileyim Franko İspanyası’nda var.Fakat ne olduğunu görüyorsunuz.Şimdi devletin bi defa her şeyden önce insanlar arasında eşit olma durumu var.
----Biz sünni Türkler jakoben Sabetaycıların da içinde bulunduğu batıcı cepheye diyoruz ki, siz bize kendi modelinizi dayatmayın, siz de kendi hayatınızı istediğiniz gibi yaşayın, kendinizi toplum önünde gerçekleştirin.
----Herkes kendi hayatını istediği şekilde , istediği gibi yaşasın derken bir insan sokakta çırılçıplak dolaşmak istiyorsa, genel ahlak kuralları var, bunu yaptırmazlar insana.Şimdi her şeyden önce bir konsensüs lazım.Türkiye’de bir konsensüs olmuş değil.
----İsrail konusuna gelmek istiyorum.İsrail’de sizin çalışmalarınızdan haberdar olan gruplar veya kişiler sizin çalışmalarınızı nasıl değerlendiriyor?
----İsrail konusu ayrı bir konu, oraya geldiğiniz zaman...
----Kişi olarak nasıl bakıyorlar.Devlet adına bir şey söylemek zor olabilir tabii...
----Ben bundan önce İsrail’le Türkiye ilişkilerinin içiçeliğine değinmek istiyorum.İsrail devletini kuranlar Türkiye’de, Selanik’te yaşamış insanlar.Şimdi bu insanların Jön Türk hareketiyle, İttihad Terakki ile çok ciddi ilişkileri var.Bunlar biliniyor, yazıldı çizildi artık.Ben Zwi; Zwi’den gelen, Zwi’nin oğlu demek.
---- İsrail’in ikinci cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi’nin adı, Sabetay Sevi’den geliyor yani.
----Evet bu aileden olmadığı halde soyadını değiştirerek Sabetay Sevi’ye bağlıyor kendisini. İzak Ben Zwi, 1960’lara kadar Türkiye’de çok faal olmuş bir adamdır.Türkiye’deki İsrail konsoloslarına Sabetaycılar hakkında raporlar tutturmuştur.Bu raporlar İsrail arşivlerinde mevcuttur.Fakat kimse bunları araştırmadığı için biz bunları bilmiyoruz.Şimdi İsrail devleti Sabetaycılık konusunda konuşmamayı tercih ediyor.Halbuki İsrail bütün dünyadaki yahudilerin bir devlet altında toplanmasını istemektedir.Geçmiş, geçmişte kalmıştır artık önümüze bakacağız.Eğer Sabetaycılar İsrail’in kuruluşu sırasında, siyonizmin ilk başlangıcı sırasında dolaylı veya dolaysız olarak bir takım yardımlarda bulunmuşlarsa...
----Ne gibi yardımlar mesela ?
----Mesela Maliye Nazırı Cavit Bey iddia edildiği gibi Osmanlı Devletinin borçlanmasını yahudi bankaları üzerinden yapıp Osmanlı İmparatorluğu'nu zarara uğrattığı İsrail’e kaynak aktardığı konusunda iddialar var, bunların araştırılması lazım.Duygusal olmayalım.Ben müslüman mahallesinde salyangoz satıyorum.Hoşgörünün çok ötesinde, ülke insanlarından anlayış görüyorum.
----Buraya gelmişken Osmanlı’dan günümüze Türkiye algılamanızı biraz açar mısınız?
-----Türkün bir devlet geleneği var.Bin yılı aşkın bir gelenek.Bu devlet geleneğini bi defa Göktürklere, Uygurlara kadar götüreceksiniz.1071’de Alparslan Anadolu’ya geldiğinde bir devlet kurdu, bu devletin kökü yok muydu? Fakat batı rüzgarıyla gelen ulus devlet modeliyle iş tamamen farklı bir noktaya gidiyor.Kudüs’te ağlama duvarının önünde bir yazı vardır.Bütün hükümdarlar burayı tahrip etti.Bir hükümdar İstanbul’dan mimarını gönderdi bu duvarı onarttı, yaptırdı.Bu Kanuni Sultan Süleyman’dır.Bunun yapıldığı düşünüldüğü zaman Avrupa orta çağdır benim için.Yahudilere en büyük katliam 1935-45 arasında yapılmıştır.Eğer Osmanlı İmparatorluğu olsaydı, yahudilerin hepsini alırdı Türkiye’ye.
---Devlet geleneğini bahsine devam edersek...
---Evet devlet her zaman için toparlayıcı olmuştur.Devlet hiçbir zaman için toplu soykırım yapmamıştır.Yavuz döneminde alevilerin problemlerine gelince, orda problem bazı insanların aleviliği değil İran hesabına, Şah İsmail hesabına çalışmasıdır.Türk devlet geleneği öyle bir mantık üzerine kurulmuştur ki, bir baba kendisi için en önemli bir şey olan çocuğunu devleti için feda edebilmektedir.Böyle bir devlet mantığı var Türkiye’de.Burada Türkiye’deki milliyetçilik anlayışlarına da değinmek istiyorum.Bugün Anadolu insanında var olan Türk milliyetçiliği ile 1900’lerdeki milliyetçilik anlayışını birbiriyle karıştırmamak lazım.1908 olayında, Jön Türk olayında, İttihad Terakki olayında Sabetaycılar aktif olarak rol almış mıdır almamış mıdır buna bakmak lazım.Türkiye’nin siyasi yaşantısında, o zamanki milliyetçilik anlayışında etkileri ne olmuştur.O zaman yaşamış olan insanların yazdıklarına bakmak lazım.Anadolu Türk milliyetçiliğinde bambaşka bir yapı sistemi var.Zaten Osmanlı'yı reddeden bir milliyetçilik olabilir mi? yaşayabilir mi bu topraklarda?
1969 yılında İstanbul'da doğdu.İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da tamamladıktan sonra, 1986-90 yılları arasında Bursa'da Uludağ Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdi.1990-1991 yılları arasında Dr.Gad Nasi'nin yardımları ile Kudüs'te bir yıl süren araştırmalarda bulundu.Bu arada Sabetaycılığın önemli kaynaklarının muhafaza edildiği Ben Zwi Enstitüsünde incelemeler yaptı.Yavne Kibbutz'unda Yahudi Tarihi ve Kültürü konusunda eğitim gördü.Halen İstanbul'da yaşayan yazar, Selanik'te okulu ile ün salan ve Atatürk'ün ilk öğretmeni olan Şemsi Efendi'nin altıncı kuşaktan torunudur.Ilgaz Zorlu Sabetaycılık kosunda tartışmalara yol açan yazılarını önce Birikim, Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih ve Tiryaki dergilerinde yayınladı ve bilahare Evet Ben Selanikliyim adı altında kitaplaştırdı.Yazar 2000 yılı başlarında Zvi-Geyik Yayınevi'ni kurarak iki önemli eser neşretti.Bunlar Prof.Abraham Galante'nin Sabetey Sevi ve Sabetaycılığın Gelenekleri ve Mehmet Şevket Eygi'nin Yahudi Türkler yahut Sabetaycılar adlı kitaplarıdır.
ESERİ:Evet Ben Selanikliyim/Türkiye Sabeteycılığı Birinci Baskı İstanbul 1998
HAKKINDA YAZILANLAR
Hahambaşılık Cumhuriyet ile yaşıt değil ki...
Ilgaz Zorlu ile konuşma
Konuşan Mahmut Çetin
Tarih ve Düşünce Kasım 2000 sayı 11 sf.40-45
------Ilgaz Zorlu kendisini nasıl tanımlıyor?
------Ilgaz Zorlu kendisini nasıl tanımlıyor ?Ben kendimi bir defa dini yönü fekalade kuvvetli olan sabataycı gelenekten gelen bir aileye mensup.Aynı zamanda baba tarafından da müslüman bir aileye mensup fakat kalbi sabataycılığın tarafında atıyor.Ve istiyor ki,Sabataycılık Türkiye’de böyle iki yüzlü karışık bir cemaat olmaktan çıksın.Hakikaten Türkiye’nin tarihinde çok faydaları olmuş, çok katkıları olmuş bir cemaat. Tabii şunu da mutlaka belirtmek lazım.Siyasi düşünce olarak zaman zaman bazı problemler yaşadı. Bi defa bunu tamamen karşıyım.Her zaman bir dini hareketin siyasi sonuçlar doğurmasına karşıyım. Yani din, dinde takılmalı.Dinin varlık alanı siyasetin içine sokulmamalı. Şimdi neden benim böyle bir merakım var?Bana hep bu soru soruluyor.Ben de bu sorunun cevabını çok açık olarak veriyorum.Bir defa üniversite yıllarımda kamu yönetimi okudum, siyaset bilimi okudum Uludağ Üniversitesi’nde. O yıllarda İttihad ve Terakki, 1908 dönemini özellikle inceledim. Benim dikkatimi bir şey çekti.Şimdi bakıyoruz Hareket Ordusu Selanik’te kuruluyor, Türkiye’nin ilk mason locaları Selanik’te kuruluyor, Türkiye’de ilk demiryolu orda yapılıyor, belediyecilik, işçi hareketleri orada başlıyor.
----Balkan komitacılığı burda başlıyor.Sırp’ı, Bulgar’ı, İttihadcısı.
----Tabi tabii .... Jön Türk hareketi, İttihad Terakki aslında orda başlıyor. Niye Erzurum’da başlamıyor da İttihad Terakki Selanik’te başlıyor.Bu çok önemli bir şey.Şimdi bu kadar önemli olayın bir araya gelmesine bi defa ben tesadüf olarak bakmıyorum.Demekki bizim yapmamamız gereken şey ne? Bugüne kadar hiç yapılmamış bir şey, bu kadar önemli hadisenin yaşandığı kentin demografik yapısının incelenmesi lazım.Yani bu kentte niye böyle bir hareket başladı? Şimdi bilimsel bir takım verileri açıklamakla, ırkçı olmak arasında çok ince bir çizgi var.Onun için hiç kimsenin reddedemeyeceği bir şey var. Bir kişinin siyası kişiliğini belirleyen öncelikle içinden geldiği toplum ve o toplumun kültürüdür.Bunu katiyyen değiştiremezsiniz.
-----Siz Selanikli sabetaycı bir aileye mensupsunuz...
------Evet büyükbabamın büyükbabası da Atatürk’ün öğretmeni Şemsi Efendi.
------Şemsi Efendi’nin soyundan geliyorsunuz.Şemsi Efendi’nin Türkiye tarihi için önemi nedir ?
----Yeni bir kitap çıktı Azmi Koçak’ın yazdığı Atatürk’ün ilk Öğretmeni Şemsi Efendi.Bu kitap daha ziyade eğitimci kişiliğini anlatıyor. Şimdi Şemsi Efendi’nin benim için önemli şu.Şemsi Efendi yaşadığı dönemde sabataycılar arasında üçe ayrılan bu cemaat yapısını bir araya getirmek istiyordu.Şemsi Efendi’nin özelliği buydu.Bu üç cemaatı bir araya getirecekti.Daha sonra da bu üç cemaatın bir araya gelmesinden sonra cemaatın kaderi ne olacaktı.Orda en önemli faktör Balkan Savaşı..
------Bu üç kol Kapaniler, Yakubiler, Karakaşlar tek bir cemaat haline gelebildi mi?
------Hayır gelemedi.Bugünkü sabataycılılığın makus kaderi bizi nereye getirdi.Üç ayrı sabataycı grup var.Üç grubun içinde de dini düşüncelerini devam ettiren insanlar var.Bir de bu üç grup içinden gelip de hiçbir şekilde dinle alakası olmayan ama bakın kültür olarak, etnisite olarak sabataycı kökenli insanlar var.
------Sabataycıların İtihad Terakki’den günümüze kadar önemli etkileri var.Şimdi ordan cemaatın özelliklerine gelmek istiyorum.Sizin yazdıklarınızdan, kısmen diğer kitaplardan şöyle bir şey öğreniyoruz biz.Bir yahudi olan Sabatay Sevi tarihin bir döneminde kendini yahudi olarak ifade ediyor ve ona bağlı olan insanlar da kendi içinde musevi geleneklerini devam ettirmiş.Siz mensubu olduğunuz cemaatı, Türkiye Sabataycılarını bir şeye davet ediyorsunuz: “Kimliğimizi açıklayalım, ibadetimizi açıktan yapalım.” Şimdi ben buraya gelirken Beyoğlu’nda kiliselerin Pazar ayininden çıkan insanları gördüm.Sünni bir Türk olarak, bir Osmanı Türkü olarak bundan bir rahatsızlık duymadım.Onları değişik bir renk olarak gördüm.Açıktan ibadet eden musevileri de aynı gözle değerlendiriyorum.Bir gazeteci olarak bir çok sabataycı insanı bire bir tanımama rağmen onların ne zaman ne yapacağını tahmin edemiyorum.
--------Bir defa şuna bakmak lazım.Sabataycılık Osmanlı İmparatorluğu döneminde iki yüzyıldan fazla bir süre kapalı bir cemaat olarak yaşamış, buna Osmanlı İmparatorluğu izin vermiştir.Avram Galante’nin kitabında göreceksiniz, Abdülhamid Hahambaşısından sabataycılık hakkında bilgi istemiş.Abdülhamid burda sabataycılara karşı bir reaksiyona girebilirdi.Demiştir ki, bu insanları rahat bırakın.Burda hoşgörünün ötesinde başka bir sistem var.İlber Ortaylı’nın dediği gibi kompartımanlar sistemi.Kendi içinde, kendi hayatını yaşıyor hiçbir baskıya maruz kalmadan.Ne zaman ki, devlete karşı bir unsur haline geliyor o zaman müdahale ediyor.Burda da müdahaleler gayet yumuşuk, sürgün gibi... Sabetay Sevi ne yapmıştır? Sinegoglarda okunun duaların son bölümünden padişahın ismini çıkartıp kendi isimini koymuş, o zaman sultan demiş ki, adam nasıl istiyorsa öyle yapsın, nasıl istiyorsa öyle dua etsin.Şimdi bu bir mantıktır.O devirde Avrupa’da ne yapılmıştır ona bakalım.Avrupa’da yahudiler cadılıkla suçlanmış ve yakılmıştır.Şimdi bu farka çok dikkat edelim.Biz sabetaycılar Avrupa’da ortaya çıksaydık, bizi kesinlikle öldürürlerdi.
---------Osmanlı’nın, sabetaycılara bu hoşgörüsüne rağmen Sabetaycıların Türkiye’deki batıcı kesimlerle jöntürklerden İttihad ve Terakki’den gelen bir beraberliği var.
------Selanik Sabetaycılar için kutsal bir şehir.Balkan Savaşı’ndan sonra artık ortaya bir tablo çıkıyor, imparatorluk dağılma sürecine giriyor.Neden Sabetaycılar Abdülhamid’e karşı hareket ettiler.O dönemde Osmanlı İmparatorluğu içinde siyonizm isteyen bazı yahudiler var. Gerçi İstanbul yahudileri bunları desteklemiyor.Ama Selanik yahudileri bir devlet kurma fikrini destekliyorlar
------Emanuel Karasu gibi...
------Evet Karasu gibi bir çok yahudi bu fikri destekliyor.Şimdi tarihi olayları incelerken bilimsel yöntemlerden ayrılmamamalıyız, tarihin içine girip bir resmi tarih oluşturmamalıyız.Şimdi Türkiye’de Sabetaycılar kadar içerisinden profesör yetiştirmiş kaç tane cemaat var.Ama profesörlerin hiç biri sabetaycılığı yazalım, kimliğimizi unutmayalım demiyor.
----Siz Sabetaycılığımızı unutmayalım diyorsunuz.
----Unutmayalım derken lafı şuraya getiriyoruz.Türkiye’de balkanlardan gelmiş bir kültür hareketiyle karşı karşıyayız.Hayatında hiç Anadolu’lu tanımamış insanlar sabetaycılar.Eğer sabetaycılar Türkiye’ye göç ettiklerinde 1924 mübadelesinde, belki Anadolu içlerinde asimile olurlardı.Bunlar zaten şehirliydiler, İstanbul’a geldiler ve milletle kaynaşmadan yaşamaya devam ettiler.
-----O zaman şöyle bir şey çıkıyor karşımıza Türk toplumuna karşı asimile olmuş görünüyorlar, ama kültürel olarak koruyamadıkları kimliklerini ideolojik olarak koruyarak Türk toplumunu bir şeye sürüklüyorlar, jakoben bir laiklik bu.Hırçın, kışkırtıcı, kendini devlet yerine koyan, devlet kurumlarını kullanarak, devletle milleti karşı karşıya getiren bir laiklik.
----Problem zaten ordan kaynaklanıyor.Birileri, topluma karşı olan bu insanlar kendini devlet yerine koymakla kalmayıp, resmi bir ideoloji üretiyor ve onun ardına saklanıyor.Ayrıca devletin de resmi ideolojisi olmaz.Bu resmi ideoloji Rusya’da , Hitler Almanyası’nda ne bileyim Franko İspanyası’nda var.Fakat ne olduğunu görüyorsunuz.Şimdi devletin bi defa her şeyden önce insanlar arasında eşit olma durumu var.
----Biz sünni Türkler jakoben Sabetaycıların da içinde bulunduğu batıcı cepheye diyoruz ki, siz bize kendi modelinizi dayatmayın, siz de kendi hayatınızı istediğiniz gibi yaşayın, kendinizi toplum önünde gerçekleştirin.
----Herkes kendi hayatını istediği şekilde , istediği gibi yaşasın derken bir insan sokakta çırılçıplak dolaşmak istiyorsa, genel ahlak kuralları var, bunu yaptırmazlar insana.Şimdi her şeyden önce bir konsensüs lazım.Türkiye’de bir konsensüs olmuş değil.
----İsrail konusuna gelmek istiyorum.İsrail’de sizin çalışmalarınızdan haberdar olan gruplar veya kişiler sizin çalışmalarınızı nasıl değerlendiriyor?
----İsrail konusu ayrı bir konu, oraya geldiğiniz zaman...
----Kişi olarak nasıl bakıyorlar.Devlet adına bir şey söylemek zor olabilir tabii...
----Ben bundan önce İsrail’le Türkiye ilişkilerinin içiçeliğine değinmek istiyorum.İsrail devletini kuranlar Türkiye’de, Selanik’te yaşamış insanlar.Şimdi bu insanların Jön Türk hareketiyle, İttihad Terakki ile çok ciddi ilişkileri var.Bunlar biliniyor, yazıldı çizildi artık.Ben Zwi; Zwi’den gelen, Zwi’nin oğlu demek.
---- İsrail’in ikinci cumhurbaşkanı İzak Ben Zwi’nin adı, Sabetay Sevi’den geliyor yani.
----Evet bu aileden olmadığı halde soyadını değiştirerek Sabetay Sevi’ye bağlıyor kendisini. İzak Ben Zwi, 1960’lara kadar Türkiye’de çok faal olmuş bir adamdır.Türkiye’deki İsrail konsoloslarına Sabetaycılar hakkında raporlar tutturmuştur.Bu raporlar İsrail arşivlerinde mevcuttur.Fakat kimse bunları araştırmadığı için biz bunları bilmiyoruz.Şimdi İsrail devleti Sabetaycılık konusunda konuşmamayı tercih ediyor.Halbuki İsrail bütün dünyadaki yahudilerin bir devlet altında toplanmasını istemektedir.Geçmiş, geçmişte kalmıştır artık önümüze bakacağız.Eğer Sabetaycılar İsrail’in kuruluşu sırasında, siyonizmin ilk başlangıcı sırasında dolaylı veya dolaysız olarak bir takım yardımlarda bulunmuşlarsa...
----Ne gibi yardımlar mesela ?
----Mesela Maliye Nazırı Cavit Bey iddia edildiği gibi Osmanlı Devletinin borçlanmasını yahudi bankaları üzerinden yapıp Osmanlı İmparatorluğu'nu zarara uğrattığı İsrail’e kaynak aktardığı konusunda iddialar var, bunların araştırılması lazım.Duygusal olmayalım.Ben müslüman mahallesinde salyangoz satıyorum.Hoşgörünün çok ötesinde, ülke insanlarından anlayış görüyorum.
----Buraya gelmişken Osmanlı’dan günümüze Türkiye algılamanızı biraz açar mısınız?
-----Türkün bir devlet geleneği var.Bin yılı aşkın bir gelenek.Bu devlet geleneğini bi defa Göktürklere, Uygurlara kadar götüreceksiniz.1071’de Alparslan Anadolu’ya geldiğinde bir devlet kurdu, bu devletin kökü yok muydu? Fakat batı rüzgarıyla gelen ulus devlet modeliyle iş tamamen farklı bir noktaya gidiyor.Kudüs’te ağlama duvarının önünde bir yazı vardır.Bütün hükümdarlar burayı tahrip etti.Bir hükümdar İstanbul’dan mimarını gönderdi bu duvarı onarttı, yaptırdı.Bu Kanuni Sultan Süleyman’dır.Bunun yapıldığı düşünüldüğü zaman Avrupa orta çağdır benim için.Yahudilere en büyük katliam 1935-45 arasında yapılmıştır.Eğer Osmanlı İmparatorluğu olsaydı, yahudilerin hepsini alırdı Türkiye’ye.
---Devlet geleneğini bahsine devam edersek...
---Evet devlet her zaman için toparlayıcı olmuştur.Devlet hiçbir zaman için toplu soykırım yapmamıştır.Yavuz döneminde alevilerin problemlerine gelince, orda problem bazı insanların aleviliği değil İran hesabına, Şah İsmail hesabına çalışmasıdır.Türk devlet geleneği öyle bir mantık üzerine kurulmuştur ki, bir baba kendisi için en önemli bir şey olan çocuğunu devleti için feda edebilmektedir.Böyle bir devlet mantığı var Türkiye’de.Burada Türkiye’deki milliyetçilik anlayışlarına da değinmek istiyorum.Bugün Anadolu insanında var olan Türk milliyetçiliği ile 1900’lerdeki milliyetçilik anlayışını birbiriyle karıştırmamak lazım.1908 olayında, Jön Türk olayında, İttihad Terakki olayında Sabetaycılar aktif olarak rol almış mıdır almamış mıdır buna bakmak lazım.Türkiye’nin siyasi yaşantısında, o zamanki milliyetçilik anlayışında etkileri ne olmuştur.O zaman yaşamış olan insanların yazdıklarına bakmak lazım.Anadolu Türk milliyetçiliğinde bambaşka bir yapı sistemi var.Zaten Osmanlı'yı reddeden bir milliyetçilik olabilir mi? yaşayabilir mi bu topraklarda?
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İbni Abidin
Şam'da yetişen âlimlerin en büyüklerinden, velî. Osmanlıların en meşhûr fıkıh âlimlerinden olan İbn-i Âbidîn'in ismi, Seyyid Muhammed Emîn bin Ömer bin Abdülazîz'dir. 1784 (H.1198) senesinde Şam'da doğdu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi.İbn-i Âbidîn, küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bir müddet babası ile birlikte ticâretle meşgûl oldu. Bu sırada bir taraftan da Kur'ân-ı kerîmi okumaya devâm ediyordu. Bir gün dükkânlarının önünde Kur'ân-ı kerîm okurken, oradan geçen biri; "Burada bu şekilde Kur'ân-ı kerîm okuman uygun değildir. Hem okumanı düzelt." dedi. Bunun üzerine babasından izin alarak, o zaman Şam'daki meşhûr kırâat âlimlerinden Şeyh-ül-Kurrâ Saîd-ül-Hamevî'ye gitti. Ondan tecvîd ilmine dâir Meydâniyye, Cezeriyye ve Şâtibiyye kitaplarını okudu ve ezberledi. Kur'ân-ı kerîmin doğru ve tam okunmasını bildiren kırâat ilmini iyice öğrendikten sonra, sarf, nahiv ve Şâfiî fıkhını öğrendi. Bu ilimlere dâir ana metinleri de ezberledi.Bundan sonra, o zamânın en meşhûr âlimlerinden olan Seyyid Muhammed Şâkir Sâlimî'nin derslerine devâm etti. Fen ve sosyal ilimlerin, yanısıra, tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini de öğrendi. Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin tavsiyesi üzerine, Hanefî mezhebine geçti. Daha on yedi yaşındayken, fıkıh kitapları üzerine hâşiye ve şerhlerle açıklama ve îzâhlar yaptı. Kıymetli eserler yazmaya başladı.Hadîs ilminde de, Şam'da bulunan muhaddis Kuzberî'den icâzet, diploma aldı. İlimde o kadar yükseldi ki, daha hocaları hayattayken büyük bir şöhrete kavuştu.
İbn-i Âbidîn, zâhir ilimlerini öğrendikten sonra, kelâm ve tasavvuf ilimlerini de zamânın en büyük âlimi ve tasavvuf ehli, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'den öğrendi. Onun sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi. İbn-i Âbidîn'in ilimdeki üstün derecesini, ahlâkını ve hizmetlerini oğlu Alâeddîn Muhammed şöyle anlattı: "Babam uzun boylu, heybetli ve vakârlı idi. Yüzünde nûr parlardı. Vaktini, devamlı, ilim öğretmek ve talebe yetiştirmekle, ibâdet ve tâatla geçirirdi. Geceleri devamlı kitap yazar, az uyurdu. Gündüzleri ders okutur ve sorulan sorulara cevap (fetvâ) verirdi. Ramazanda her gece hatim okur ve göz yaşı dökerdi. İnsanlara faydalı olmak husûsunda çok titiz davranır, hiç abdestsiz durmaz ve vaktini boşa geçirmezdi."İbn-i Âbidîn hazretlerinin dîne uymaktaki hâlleri meşhûrdur. Haram, mekruh ve şüphelilerden kesinlikle uzak durur, mübahları çok az kullanır, ibâdetlerinde sünnetlere, müstehaplara, edeplere uymakta son derece titiz davranırdı. Beş vakit namazda, tahiyyâtı okurken, Resûlullah efendimizi baş gözü ile görürdü. Göremediği zaman o namazı yeniden kılardı. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin kıymetli talebelerinden olan İbn-i Âbidîn, ondan ders aldığı sıralarda, bir gece rüyâda Resûlullah efendimizin üçüncü halîfesi hazret-i Osman'ın vefât ettiğini ve Câmi-i Emevî'de namazını kendisinin kıldırdığını gördü. Sabahleyin derse gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine bu rüyâyı olduğu gibi anlatınca, o da; "Senin rüyânın tâbiri, Allahü teâlâ bilir ki şöyledir: "Ben yakında vefât ederim, sen benim cenâze namazımı Câmi-i Emevî'de kıldırırsın. Çünkü ben, hazret-i Osman'ın torunlarındanım." buyurdu. Aradan birkaç gün geçince Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tâûn, vebâ hastalığından şehîd olarak vefât etti. Namazını İbn-i Âbidîn kıldırdı.İbn-i Âbidîn hazretleri, fakirlere pekçok sadaka verir, akrabâsını ziyâret eder, annesine, babasına çok iyilik ve hürmet ederdi.Onun meclisinde boş söz konuşulmazdı. Şam'da ve diğer şehirlerdeki şer'î mahkemelerde ihtilaflı hüküm verilse, derhal ona mürâcaat olunarak düzeltilirdi. En mühim ve zor meseleler ona sorulurdu. İhtilaflı bir şey hakkında ona mürâcaat edilmeden hüküm verilmezdi. İlim kitapları üzerine kendi güzel yazısıyla öyle açıklamalar kordu ki, böylece en zor meseleler kolaylıkla anlaşılırdı. Kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları güzel bir üslupla yazardı. Birçok talebe yetiştirip icâzet, diploma vermiştir.İbn-i Âbidîn, fıkıh âlimlerinin yedinci tabakasındandır. Yâni önceki tabakalarda bulunan fıkıh âlimlerinden doğru olarak nakil yapanlar derecesindedir.İbn-i Âbidîn, 1836 (H.1252) senesinde elli dört yaşında Şam'da vefât etti. Vefât haberini duyan müslümanlar, böyle büyük bir âlimi kaybetmelerinden dolayı çok üzülüp göz yaşı döktüler. Cenâzesine gelenler görülmemiş bir kalabalık teşkil etti. Cenâze namazı Sinân Paşa Câmiinde kılındıktan sonra, Şam'da "Bâb-üs-sagîr" denilen yerdeki kabristana götürüldü. Vefâtından yirmi gün önce, hocalarının ve büyük zâtların kabirlerinin yanında kendisi için kazdırmış olduğu kabre defnedildi.
İbn-i Abidîn'in en meşhûr eseri Redd-ül-Muhtâr'dır. Bilhassa bu eseriyle tanınmıştır. Bu kitabı, Dürr-ül-Muhtâr kitabına yaptığı beş ciltlik hâşiyesidir. Dürr-ül-Muhtar'a haşiye yazarken önce Vakıf bahsinden başlamış, daha sonra başa dönmüştür. Önceki yazdıklarını temize çekmeden vefât edince bu kısımlar oğlu Alâeddîn tarafından temize çekilmiştir. Kitap, İbn-i Âbidîn ismiyle meşhûr olmuştur. Bu eseri Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi ve en faydalısıdır. Fukahâ (fıkıh âlimleri) tarafından, üzerinde söz edilmiş her meselenin hülâsası, bütün İslâm âlimlerinin kabûl ve takdir ettiği bir şekilde bu kitapta toplanmıştır. Hanefî mezhebinde kendi zamânına kadar yazılmış fıkıh kitaplarının sanki bir özetidir. Bu kitaba kendi oğlu tarafından Kurret-ül-Uyûn-il-Ahyâr adında bir tekmile yazılmıştır. Şam âlimlerinden Ahmed Mehdî Hıdır da, İbn-i Âbidîn kitabının bir fihristini hazırladı ve 1962'de basıldı. Bundan başka; Tefsîr-ül-Beydâvî Hâşiyesi, El-İbâne, El-Ukûd-üd-Dürriyye, İthâf-üz-Zekî, Bugyet-ül-Menâsik, Tahrîr-ül-İbâre, Tahrîr-ün-Nükûl, Şifâ-ül- Alîl, Ukûd-ül-Le'âlî, İcâbet-ül-Gavs, Sell-ül-Hisâm-il-Hindî li Nusreti Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî, Nesemât-ül-Eshâr.
Dört mezhebin inceliklerine vâkıf, derin âlim, kâmil velî Seyyid Abdülhakîm Efendi; "Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi, en faydalısı İbn-i Âbidîn'dir. Her sözü delîl, her hükmü senettir..." buyurdu.İbn-i Âbidîn, buyurdu ki:"Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz edildi. Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Namaz, duâ demektir. Dînin emrettiği, bildiğimiz ibâdete, namaz "salat" ismi verilmiştir. Mükellef olan yâni âkil ve bâliğ olan her müslümanın, her gün beş vakit namazı kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir. Mîrâc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mîrâc, hicretten bir yıl önce, Receb ayının yirmi yedinci gecesinde vukû buldu. Mîrâcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı.""Kur'ân-ı kerîm, Kadir gecesinde inmeğe başlamış ve hepsinin inmesi yirmi üç sene sürmüştür. Tevrât, İncil ve bütün kitaplar ve sahifeler ise, hepsi birden, bir defâda inmişti. Hepsi, insan sözüne benziyordu ve lafzları mûcize değildi. Onun için çabuk bozuldu, değiştirildiler. Kur'ân-ı kerîm ise, Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin de en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir.
"YAPTIĞINIZ HİZMET
Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin kendisine yazdığı bir mektup aşağıdadır."Her sözü sened olan büyük âlim Mevlânâ Muhammed Emîn Âbidîn'e en güzel duâlarımı ve en latîf medhlerimi bildiririm.Sizinle görüşüp buluşma arzumuz çoğaldı. Size olan muhabbet ateşimiz arttı. Şeyh İsmâil Enârânî'nin sizden tarafa gitmesini vesîle ederek bu mektubu yazıyorum. Yazdığınız pek kıymetli eserlerle İslâm âlemine yaptığınız büyük hizmet için, pekçok duâlara mazhar oldunuz Siz de bizim hâlimizi sorarsanız, sevdiklerimizden uzak kalmamızın acısı içindeyiz. Allahü teâlâdan dileğimiz, sizin de öyle olmanızdır. Hâllerinizi bize bildirmeyi ihmâl etmeyiniz. Allahü teâlânın izniyle, her sıkıntınızda bütün gücümüzle size yardım edeceğiz.Selâm eder, bütün kalbim ve rûhumla yanınızda olduğumu bildiririm."
Kaynaklar
1) Rehber Ansiklopedisi; c.8, s.232) Tabakât-ül-Usûliyyin; c.3, s.1473) Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.1334) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.10885) Fâideli Bilgiler; (6. Baskı) s.1256) Redd-ül-Muhtâr7) Kurretü Uyûn-il-Ahyâr; s.38) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.18, s.45
Şam'da yetişen âlimlerin en büyüklerinden, velî. Osmanlıların en meşhûr fıkıh âlimlerinden olan İbn-i Âbidîn'in ismi, Seyyid Muhammed Emîn bin Ömer bin Abdülazîz'dir. 1784 (H.1198) senesinde Şam'da doğdu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi.İbn-i Âbidîn, küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bir müddet babası ile birlikte ticâretle meşgûl oldu. Bu sırada bir taraftan da Kur'ân-ı kerîmi okumaya devâm ediyordu. Bir gün dükkânlarının önünde Kur'ân-ı kerîm okurken, oradan geçen biri; "Burada bu şekilde Kur'ân-ı kerîm okuman uygun değildir. Hem okumanı düzelt." dedi. Bunun üzerine babasından izin alarak, o zaman Şam'daki meşhûr kırâat âlimlerinden Şeyh-ül-Kurrâ Saîd-ül-Hamevî'ye gitti. Ondan tecvîd ilmine dâir Meydâniyye, Cezeriyye ve Şâtibiyye kitaplarını okudu ve ezberledi. Kur'ân-ı kerîmin doğru ve tam okunmasını bildiren kırâat ilmini iyice öğrendikten sonra, sarf, nahiv ve Şâfiî fıkhını öğrendi. Bu ilimlere dâir ana metinleri de ezberledi.Bundan sonra, o zamânın en meşhûr âlimlerinden olan Seyyid Muhammed Şâkir Sâlimî'nin derslerine devâm etti. Fen ve sosyal ilimlerin, yanısıra, tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini de öğrendi. Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin tavsiyesi üzerine, Hanefî mezhebine geçti. Daha on yedi yaşındayken, fıkıh kitapları üzerine hâşiye ve şerhlerle açıklama ve îzâhlar yaptı. Kıymetli eserler yazmaya başladı.Hadîs ilminde de, Şam'da bulunan muhaddis Kuzberî'den icâzet, diploma aldı. İlimde o kadar yükseldi ki, daha hocaları hayattayken büyük bir şöhrete kavuştu.
İbn-i Âbidîn, zâhir ilimlerini öğrendikten sonra, kelâm ve tasavvuf ilimlerini de zamânın en büyük âlimi ve tasavvuf ehli, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'den öğrendi. Onun sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi. İbn-i Âbidîn'in ilimdeki üstün derecesini, ahlâkını ve hizmetlerini oğlu Alâeddîn Muhammed şöyle anlattı: "Babam uzun boylu, heybetli ve vakârlı idi. Yüzünde nûr parlardı. Vaktini, devamlı, ilim öğretmek ve talebe yetiştirmekle, ibâdet ve tâatla geçirirdi. Geceleri devamlı kitap yazar, az uyurdu. Gündüzleri ders okutur ve sorulan sorulara cevap (fetvâ) verirdi. Ramazanda her gece hatim okur ve göz yaşı dökerdi. İnsanlara faydalı olmak husûsunda çok titiz davranır, hiç abdestsiz durmaz ve vaktini boşa geçirmezdi."İbn-i Âbidîn hazretlerinin dîne uymaktaki hâlleri meşhûrdur. Haram, mekruh ve şüphelilerden kesinlikle uzak durur, mübahları çok az kullanır, ibâdetlerinde sünnetlere, müstehaplara, edeplere uymakta son derece titiz davranırdı. Beş vakit namazda, tahiyyâtı okurken, Resûlullah efendimizi baş gözü ile görürdü. Göremediği zaman o namazı yeniden kılardı. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin kıymetli talebelerinden olan İbn-i Âbidîn, ondan ders aldığı sıralarda, bir gece rüyâda Resûlullah efendimizin üçüncü halîfesi hazret-i Osman'ın vefât ettiğini ve Câmi-i Emevî'de namazını kendisinin kıldırdığını gördü. Sabahleyin derse gidip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine bu rüyâyı olduğu gibi anlatınca, o da; "Senin rüyânın tâbiri, Allahü teâlâ bilir ki şöyledir: "Ben yakında vefât ederim, sen benim cenâze namazımı Câmi-i Emevî'de kıldırırsın. Çünkü ben, hazret-i Osman'ın torunlarındanım." buyurdu. Aradan birkaç gün geçince Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tâûn, vebâ hastalığından şehîd olarak vefât etti. Namazını İbn-i Âbidîn kıldırdı.İbn-i Âbidîn hazretleri, fakirlere pekçok sadaka verir, akrabâsını ziyâret eder, annesine, babasına çok iyilik ve hürmet ederdi.Onun meclisinde boş söz konuşulmazdı. Şam'da ve diğer şehirlerdeki şer'î mahkemelerde ihtilaflı hüküm verilse, derhal ona mürâcaat olunarak düzeltilirdi. En mühim ve zor meseleler ona sorulurdu. İhtilaflı bir şey hakkında ona mürâcaat edilmeden hüküm verilmezdi. İlim kitapları üzerine kendi güzel yazısıyla öyle açıklamalar kordu ki, böylece en zor meseleler kolaylıkla anlaşılırdı. Kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları güzel bir üslupla yazardı. Birçok talebe yetiştirip icâzet, diploma vermiştir.İbn-i Âbidîn, fıkıh âlimlerinin yedinci tabakasındandır. Yâni önceki tabakalarda bulunan fıkıh âlimlerinden doğru olarak nakil yapanlar derecesindedir.İbn-i Âbidîn, 1836 (H.1252) senesinde elli dört yaşında Şam'da vefât etti. Vefât haberini duyan müslümanlar, böyle büyük bir âlimi kaybetmelerinden dolayı çok üzülüp göz yaşı döktüler. Cenâzesine gelenler görülmemiş bir kalabalık teşkil etti. Cenâze namazı Sinân Paşa Câmiinde kılındıktan sonra, Şam'da "Bâb-üs-sagîr" denilen yerdeki kabristana götürüldü. Vefâtından yirmi gün önce, hocalarının ve büyük zâtların kabirlerinin yanında kendisi için kazdırmış olduğu kabre defnedildi.
İbn-i Abidîn'in en meşhûr eseri Redd-ül-Muhtâr'dır. Bilhassa bu eseriyle tanınmıştır. Bu kitabı, Dürr-ül-Muhtâr kitabına yaptığı beş ciltlik hâşiyesidir. Dürr-ül-Muhtar'a haşiye yazarken önce Vakıf bahsinden başlamış, daha sonra başa dönmüştür. Önceki yazdıklarını temize çekmeden vefât edince bu kısımlar oğlu Alâeddîn tarafından temize çekilmiştir. Kitap, İbn-i Âbidîn ismiyle meşhûr olmuştur. Bu eseri Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi ve en faydalısıdır. Fukahâ (fıkıh âlimleri) tarafından, üzerinde söz edilmiş her meselenin hülâsası, bütün İslâm âlimlerinin kabûl ve takdir ettiği bir şekilde bu kitapta toplanmıştır. Hanefî mezhebinde kendi zamânına kadar yazılmış fıkıh kitaplarının sanki bir özetidir. Bu kitaba kendi oğlu tarafından Kurret-ül-Uyûn-il-Ahyâr adında bir tekmile yazılmıştır. Şam âlimlerinden Ahmed Mehdî Hıdır da, İbn-i Âbidîn kitabının bir fihristini hazırladı ve 1962'de basıldı. Bundan başka; Tefsîr-ül-Beydâvî Hâşiyesi, El-İbâne, El-Ukûd-üd-Dürriyye, İthâf-üz-Zekî, Bugyet-ül-Menâsik, Tahrîr-ül-İbâre, Tahrîr-ün-Nükûl, Şifâ-ül- Alîl, Ukûd-ül-Le'âlî, İcâbet-ül-Gavs, Sell-ül-Hisâm-il-Hindî li Nusreti Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî, Nesemât-ül-Eshâr.
Dört mezhebin inceliklerine vâkıf, derin âlim, kâmil velî Seyyid Abdülhakîm Efendi; "Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi, en faydalısı İbn-i Âbidîn'dir. Her sözü delîl, her hükmü senettir..." buyurdu.İbn-i Âbidîn, buyurdu ki:"Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz edildi. Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Namaz, duâ demektir. Dînin emrettiği, bildiğimiz ibâdete, namaz "salat" ismi verilmiştir. Mükellef olan yâni âkil ve bâliğ olan her müslümanın, her gün beş vakit namazı kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir. Mîrâc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu. Mîrâc, hicretten bir yıl önce, Receb ayının yirmi yedinci gecesinde vukû buldu. Mîrâcdan önce, yalnız sabah ve ikindi namazı vardı.""Kur'ân-ı kerîm, Kadir gecesinde inmeğe başlamış ve hepsinin inmesi yirmi üç sene sürmüştür. Tevrât, İncil ve bütün kitaplar ve sahifeler ise, hepsi birden, bir defâda inmişti. Hepsi, insan sözüne benziyordu ve lafzları mûcize değildi. Onun için çabuk bozuldu, değiştirildiler. Kur'ân-ı kerîm ise, Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin de en büyüğüdür ve insan sözüne benzememektedir.
"YAPTIĞINIZ HİZMET
Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin kendisine yazdığı bir mektup aşağıdadır."Her sözü sened olan büyük âlim Mevlânâ Muhammed Emîn Âbidîn'e en güzel duâlarımı ve en latîf medhlerimi bildiririm.Sizinle görüşüp buluşma arzumuz çoğaldı. Size olan muhabbet ateşimiz arttı. Şeyh İsmâil Enârânî'nin sizden tarafa gitmesini vesîle ederek bu mektubu yazıyorum. Yazdığınız pek kıymetli eserlerle İslâm âlemine yaptığınız büyük hizmet için, pekçok duâlara mazhar oldunuz Siz de bizim hâlimizi sorarsanız, sevdiklerimizden uzak kalmamızın acısı içindeyiz. Allahü teâlâdan dileğimiz, sizin de öyle olmanızdır. Hâllerinizi bize bildirmeyi ihmâl etmeyiniz. Allahü teâlânın izniyle, her sıkıntınızda bütün gücümüzle size yardım edeceğiz.Selâm eder, bütün kalbim ve rûhumla yanınızda olduğumu bildiririm."
Kaynaklar
1) Rehber Ansiklopedisi; c.8, s.232) Tabakât-ül-Usûliyyin; c.3, s.1473) Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.1334) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.10885) Fâideli Bilgiler; (6. Baskı) s.1256) Redd-ül-Muhtâr7) Kurretü Uyûn-il-Ahyâr; s.38) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.18, s.45
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İbrahim Kafesoğlu
Türk milliyetçiliğinin, tarih ve kültürünün büyük adamı, emsalsiz yorumcusu, tarih ve kültür adamı Kafesoğlu, 1914 yılı Ocak ayında Burdur’da doğmuştur. Babası Receb Bey Cihan savaşında Erzurum cephesinde şehit düşmüştür.
Annesi Hatice Hanım oğlunu büyük fedâkarlıklar pahasına yetiştirmiştir. Okulunu her yıl birincilikle bitirdi. Kafesoğlu dedesi Hacı Ahmed Ağa’nın yanında Tefenni İlkokulu’nu, İzmir Muallim Mektebi’ni bitirerek 1932’de Afyon’da hocalığa başlamıştır. 1936’da Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girmiştir. Burada da çok değerli hocaların yanında 1940’da yüksek tahsilini tamamlamıştır. Doktorasını Macaristan’da yapmıştır. 1945’de yurda dönmüştür.
Üniversitelerimizin çeşitli kademelerinde binlerce öğrenci yetiştirdikten sonra, 18 Ağustos 1984’de İstanbul’a vefat etmiştir. Mekânı cennet olsun. Rahmetli hoca ile birçok dernek kurucusu olduk ki bunların en önemlisi diyebileceğimiz Türk Edebiyatı Cemiyeti’dir (Şimdiki Türk Edebiyatı Vakfı) Hocanın yazı yazdığı süreli yayınların miktarı bir hayli kabarıkdır.
Eserlerine gelince bunları şöyle saya biliriz:
1- Macaristan Tarihi,
2- Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu,
3- Selçuklu Alesinin Menşei Hakkında,
4- Harzemşahlar Tarihi,
5- Türkler ve Medeniyet,
6- Malazgirt Meydan Muharebesi,
7- Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri,
8- Eski Türk Dini,
9- Selçuklu Tarihi,
10- Sultan Melikşah
11- Türk tarih ve Kültürü,
12- Tarih (Lise I ve II. sınıfları için),
13- Türk Millî Kültürü
14- Kutadgu Bilik ve Kültür Tarihimizdeki Yeri
15- Atatürk İlkeleri ve Dayandığı tarihî temeller
16- Türk-İslâm Sentezi.
Yayınlanacak pek çok eseri de henüz kitaplaşmamıştır. “Türk Millî Kültürü” eserinden dolayı Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın büyük armağanını kazanmış ve yine aynı vakıf tarafından büyük kültür armağanını almıştır. Daha sonraları pek çok kültür armağanları almıştır.
TÜRK İSLAM SENTEZİ
"Devlet kuruculuk ve teşkilâtçılıkta kabiliyetli, bu itibarla da toleranslı, nizamperver, fütûhata yatkın fakat sömürücü değil, hakikatlere açık, gerçekçi bir millet olarak tanınan Türklerin bu özellikleri düşünce sistemlerinde temellenmektedir. Türk ne herşeyi, insana sağladığı fayda derecesinde değerlendiren maddeci eski Grek gibi, ne de kâinatı meçhuller alemi sayıp çözemediği hadiseleri hemen "mucize"ye bağlayan Sâmî-İranlı-Hindli gibi düşünmektedir. Türk'ün mevcut düşünce tarzları arasındaki yeri, mutedil ölçüde akılcı-maneviyatçı olmaktır. Bu hususiyet İslâm felsefî tefekküründe mühim rol oynamış, dolayısıyla Türk kültür çevresine mensup şahsiyetler müsbet düşünce ve ilim sahasında büyük hizmetler ifa etmişlerdir.Bu ortamda, iradeyi ön safa alan, ilahî emirleri akıl ve deliller ışığında kavrayan İslâmî düşünce tarzının gelişmesi, zaman ve mekân şartlarını gözeten bir hukuk nizamı, eski Bozkır Türk siyasî teşekküllerinde görülen devlet anlayışı, vicdan hürriyeti ve askerî geleneklerin İslâm'la terkibi, siyasetten ilme, sanata kadar hayatın her safhasında Türk üslûplu bir İslâm anlayışını ve uygulamasını meydana getirmiştir."Elinizdeki kitap, bu sentezin tarihî sürecini özetlemektedir.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN MESELELERİ
"Türk olmanın gerçekten mutluluk sayıldığı Cumhuriyetin ilk yıllarında, istiklâl, huzur ve emniyetin bahşettiği rahatlık içinde, albayrak gölgesindeki aziz Türk toprakları üzerine mes'ut bir tevekkülle eğilen Türk köylüsü; yurdu yeniden kurmak şevki ile tezgâhına ve makinasına sarılan işçisi; Türklüğü genç dimağlara aşılamak heyecanı ile gönlü dolu öğretmeni; vazife namustur şiarı ile çalışan memuru; milliyetçilik aşkı ile geleceğin bahtiyar Türkiye'sinde vazife alma nöbetine hazırlanan iradeli, vatanperver asil genci ile Türklük şuurunun çelikleştirdiği bir millet vardı.Halbuki o zamanın parolası da, tıpkı şimdiki gibi, Batılı bir cemiyet olmak, "yurdu muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak"tı. Ancak, medeniyet yolunun millî kültürden geçtiği hakikatine erildiği için, eğitim ve öğretim Türk tarih ve kültürüne yöneltilmiş, ilk ve orta öğretim programları bu maksada göre düzenlenmiş, üniversite kürsülerinde Türklük bahisleri ana mevzu haline getirilmişti. Türk milletinin zihninde iftihara değer tarihî ve zengin kültürü ile Türklük şuurunun yerleştirilmesine çalışılırdı. Medenî´eşmede hareket noktasının millî kültürü geliştirme olduğunun idrak edildiği o heyecan çağında Türkiye'nin kültürel panoraması böyle olduğu için başarı kazanılmıştı. Fakat sonra durum değişti."
TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜ
Her millet maddî imkânları ve manevî değerleri ile bir kültür bütünüdür. Bir millet yaşamakta ise, onun bir kültürü olacaktır. Biz de takriben 4000 yıllık tarihe sahip Türk milletinin kültürünü araştırdık. Asya bozkırlarında gerçekleştirilen bu kültürü çeşitli cepheleri ile belirtmeğe çalıştık. Kültür unsurlarının da zamanın ve çevrenin şartlarına uygun bazı değişiklikler gösterdiği, fakat ana vasıflarını daima koruduğu gerçeğinden hareket ederek yaptığımız iş, bütün yönleri ile Türk milletince ortaya konup geliştirilmiş kültürün çatısını kurmak ve onun yüzyıllarca karakterini muhafaza eden özelliklerini tesbit etmek gayretinden ibarettir.
X
KAFESOĞLU DİYOR Kİ:
Türk milliyetçiliğinin pozitif prensipleri:
1- Türkçe: Türk milliyetçiliğinde millî dilin ehemmiyetini belirttikten sonra: dört bin yıla varan zengin tarihimizin İslâm dışı ve İslâmî safhalarından şekil ve muhteva kazanan Türk dilinin milli kültürümüzün başlıca temsilcisi olarak korunması ve çağdaş medeniyetin ilmini, fikrini, felsefesini ifadeye muktedir bir kıvama getirilmesi Türk milliyetçiliğinin ana gayelerinden biridir.
Burada korunması ve geliştirilmesi istenen Türkçe tabiatıyla mazinin eski, tarihe mâl olmuş Osmanlıcası olmadığı gibi, kavimlik devrinin kelimelerinden kurulu Türkçesi de değildir. Hele Türkçe’den başka her şey olan uydurmaca hiç değildir. Çünkü, ne ölmüş kelimeleri diriltmek, ne kullanılmaz hale gelmiş kelimeleri canlandırmak, ne de hiç kimsenin anlamadığı sun’i bir dil meydana getirmek mümkündür.
Korunması ve geliştirilmesi gerekli Türkçe, dilin kendi kanunları içinde, son yarım asırlık fikri yenileşmemizle paralel olarak sadeleşen, zenginleşen, her vatandaşın konuştuğu, okuyup yazdığı Türkçe’dir. Türk milliyetçisi binlerce yıllık kültürümüzün maaddî-manevî değerlerini sinesinde saklayan millet dilini muhafaza ve müdafaada ilmin gösterdiği yoldan ayrılmayacak ve tabiatıyle, Türkçe’yi soysuzlaştırarak millî kültürü tahribe yönelen her teşebbüse karşı duracaktır.
2- Din: İnsanları kardeşlik hâlesi içinde kader birliğine sevk eden din Türk Milleti’nin tarihinde İslâmiyet olarak tecelli etmiştir. Bu itibarla Türk milliyetçisi islamiyeti daima muhterem tutmak mevkiindedir. Türk dilini zorlamalarla yıkmaya çalışan zihniyet dini de tahrip hedefi olarak almış, dindar insanı ve din temsilcilerini gülünç göstermeği âdeta alışkanlık haline getirmiştir. Değişmez lâiklik prensibi ışığında dinin tamamen bir vicdan meselesi bulunduğu şuurunda olarak Türk milliyetçisi, memleketimizdeki din aleyhtarlığı ile mücadeleyi büyük vazife sayar.
3- Tarih şuuru: Milletin varlığını devam ettiren, fertler arasındaki, mukadderatta iştirak duygusu ortak tarih şuuru ile beslenir. Mazinin kederli ve sevinçli binbir hâdisesi içinde beraberce yoğrulmuş olmak inancı, millet birliğini perçinleyen ve milletin topluca, ahenkli şekilde geleceğe yönelmesini sağlayan başlıca teminattır. Bu sebeple Türk milliyetçiliği milli tarih şuurunu prensiplerinden biri saymıştır. Türk milliyetçisi de insanlık mücadelesi ve kahramanlık destanları ile dolu Türk tarihinin zengin hatıralarını zihinlerde daima uyanık tutacak ve bu şuuru geliştirmeğe çalışacaktır.
4- Seciye ve ahlâk: Türklerin tarihten gelen ve asli hüviyetini kaybetmeyen bir seciyesi ve bu seciyenin fiili hayattaki belirtilerinden ibaret bir ahlaki davranışı vardır ki, Türk Milleti’ni başka topluluklardan ayıran bir karakter çizgisi olmuştur. “Küçüğü sevmek, büyüğü saymak” diye formüle edilebilecek olan Türk seciye ve ahlâkı eski devirlerde Türk alp’leri, İslâmî çağda Türk gazileri tarafından temsil edilmiştir. Beşerî duygularla donanmış Türk cengaverliği, hakseverlik ve hürriyetperverliğe dayanan Türk kahramanlığı bu ahlak ve seciyenin mahsulüdür. Sevgi ve saygıdan kaynak alan Türk ahlakının baba ocağına bağlılık, aile namusu üzerinde hassasiyet, kadına hürmet, vekar ve çalışkanlık gibi vasıflarını daha da yükseltmek ve sağlamlaştırmak Türk milliyetçisinin ehemmiyetle dikkate alacağı hususlar olacaktır. Burada, dile ve dine taarruz edenlerin Türk ahlakına saldırmaktan geri durmadıkları hatırlanırsa, milli ahlak ve seciye mefhumunun ifade ettiği mana daha iyi anlaşılır.
Türk milliyetçiliğinin, tarih ve kültürünün büyük adamı, emsalsiz yorumcusu, tarih ve kültür adamı Kafesoğlu, 1914 yılı Ocak ayında Burdur’da doğmuştur. Babası Receb Bey Cihan savaşında Erzurum cephesinde şehit düşmüştür.
Annesi Hatice Hanım oğlunu büyük fedâkarlıklar pahasına yetiştirmiştir. Okulunu her yıl birincilikle bitirdi. Kafesoğlu dedesi Hacı Ahmed Ağa’nın yanında Tefenni İlkokulu’nu, İzmir Muallim Mektebi’ni bitirerek 1932’de Afyon’da hocalığa başlamıştır. 1936’da Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girmiştir. Burada da çok değerli hocaların yanında 1940’da yüksek tahsilini tamamlamıştır. Doktorasını Macaristan’da yapmıştır. 1945’de yurda dönmüştür.
Üniversitelerimizin çeşitli kademelerinde binlerce öğrenci yetiştirdikten sonra, 18 Ağustos 1984’de İstanbul’a vefat etmiştir. Mekânı cennet olsun. Rahmetli hoca ile birçok dernek kurucusu olduk ki bunların en önemlisi diyebileceğimiz Türk Edebiyatı Cemiyeti’dir (Şimdiki Türk Edebiyatı Vakfı) Hocanın yazı yazdığı süreli yayınların miktarı bir hayli kabarıkdır.
Eserlerine gelince bunları şöyle saya biliriz:
1- Macaristan Tarihi,
2- Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu,
3- Selçuklu Alesinin Menşei Hakkında,
4- Harzemşahlar Tarihi,
5- Türkler ve Medeniyet,
6- Malazgirt Meydan Muharebesi,
7- Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri,
8- Eski Türk Dini,
9- Selçuklu Tarihi,
10- Sultan Melikşah
11- Türk tarih ve Kültürü,
12- Tarih (Lise I ve II. sınıfları için),
13- Türk Millî Kültürü
14- Kutadgu Bilik ve Kültür Tarihimizdeki Yeri
15- Atatürk İlkeleri ve Dayandığı tarihî temeller
16- Türk-İslâm Sentezi.
Yayınlanacak pek çok eseri de henüz kitaplaşmamıştır. “Türk Millî Kültürü” eserinden dolayı Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın büyük armağanını kazanmış ve yine aynı vakıf tarafından büyük kültür armağanını almıştır. Daha sonraları pek çok kültür armağanları almıştır.
TÜRK İSLAM SENTEZİ
"Devlet kuruculuk ve teşkilâtçılıkta kabiliyetli, bu itibarla da toleranslı, nizamperver, fütûhata yatkın fakat sömürücü değil, hakikatlere açık, gerçekçi bir millet olarak tanınan Türklerin bu özellikleri düşünce sistemlerinde temellenmektedir. Türk ne herşeyi, insana sağladığı fayda derecesinde değerlendiren maddeci eski Grek gibi, ne de kâinatı meçhuller alemi sayıp çözemediği hadiseleri hemen "mucize"ye bağlayan Sâmî-İranlı-Hindli gibi düşünmektedir. Türk'ün mevcut düşünce tarzları arasındaki yeri, mutedil ölçüde akılcı-maneviyatçı olmaktır. Bu hususiyet İslâm felsefî tefekküründe mühim rol oynamış, dolayısıyla Türk kültür çevresine mensup şahsiyetler müsbet düşünce ve ilim sahasında büyük hizmetler ifa etmişlerdir.Bu ortamda, iradeyi ön safa alan, ilahî emirleri akıl ve deliller ışığında kavrayan İslâmî düşünce tarzının gelişmesi, zaman ve mekân şartlarını gözeten bir hukuk nizamı, eski Bozkır Türk siyasî teşekküllerinde görülen devlet anlayışı, vicdan hürriyeti ve askerî geleneklerin İslâm'la terkibi, siyasetten ilme, sanata kadar hayatın her safhasında Türk üslûplu bir İslâm anlayışını ve uygulamasını meydana getirmiştir."Elinizdeki kitap, bu sentezin tarihî sürecini özetlemektedir.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN MESELELERİ
"Türk olmanın gerçekten mutluluk sayıldığı Cumhuriyetin ilk yıllarında, istiklâl, huzur ve emniyetin bahşettiği rahatlık içinde, albayrak gölgesindeki aziz Türk toprakları üzerine mes'ut bir tevekkülle eğilen Türk köylüsü; yurdu yeniden kurmak şevki ile tezgâhına ve makinasına sarılan işçisi; Türklüğü genç dimağlara aşılamak heyecanı ile gönlü dolu öğretmeni; vazife namustur şiarı ile çalışan memuru; milliyetçilik aşkı ile geleceğin bahtiyar Türkiye'sinde vazife alma nöbetine hazırlanan iradeli, vatanperver asil genci ile Türklük şuurunun çelikleştirdiği bir millet vardı.Halbuki o zamanın parolası da, tıpkı şimdiki gibi, Batılı bir cemiyet olmak, "yurdu muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak"tı. Ancak, medeniyet yolunun millî kültürden geçtiği hakikatine erildiği için, eğitim ve öğretim Türk tarih ve kültürüne yöneltilmiş, ilk ve orta öğretim programları bu maksada göre düzenlenmiş, üniversite kürsülerinde Türklük bahisleri ana mevzu haline getirilmişti. Türk milletinin zihninde iftihara değer tarihî ve zengin kültürü ile Türklük şuurunun yerleştirilmesine çalışılırdı. Medenî´eşmede hareket noktasının millî kültürü geliştirme olduğunun idrak edildiği o heyecan çağında Türkiye'nin kültürel panoraması böyle olduğu için başarı kazanılmıştı. Fakat sonra durum değişti."
TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜ
Her millet maddî imkânları ve manevî değerleri ile bir kültür bütünüdür. Bir millet yaşamakta ise, onun bir kültürü olacaktır. Biz de takriben 4000 yıllık tarihe sahip Türk milletinin kültürünü araştırdık. Asya bozkırlarında gerçekleştirilen bu kültürü çeşitli cepheleri ile belirtmeğe çalıştık. Kültür unsurlarının da zamanın ve çevrenin şartlarına uygun bazı değişiklikler gösterdiği, fakat ana vasıflarını daima koruduğu gerçeğinden hareket ederek yaptığımız iş, bütün yönleri ile Türk milletince ortaya konup geliştirilmiş kültürün çatısını kurmak ve onun yüzyıllarca karakterini muhafaza eden özelliklerini tesbit etmek gayretinden ibarettir.
X
KAFESOĞLU DİYOR Kİ:
Türk milliyetçiliğinin pozitif prensipleri:
1- Türkçe: Türk milliyetçiliğinde millî dilin ehemmiyetini belirttikten sonra: dört bin yıla varan zengin tarihimizin İslâm dışı ve İslâmî safhalarından şekil ve muhteva kazanan Türk dilinin milli kültürümüzün başlıca temsilcisi olarak korunması ve çağdaş medeniyetin ilmini, fikrini, felsefesini ifadeye muktedir bir kıvama getirilmesi Türk milliyetçiliğinin ana gayelerinden biridir.
Burada korunması ve geliştirilmesi istenen Türkçe tabiatıyla mazinin eski, tarihe mâl olmuş Osmanlıcası olmadığı gibi, kavimlik devrinin kelimelerinden kurulu Türkçesi de değildir. Hele Türkçe’den başka her şey olan uydurmaca hiç değildir. Çünkü, ne ölmüş kelimeleri diriltmek, ne kullanılmaz hale gelmiş kelimeleri canlandırmak, ne de hiç kimsenin anlamadığı sun’i bir dil meydana getirmek mümkündür.
Korunması ve geliştirilmesi gerekli Türkçe, dilin kendi kanunları içinde, son yarım asırlık fikri yenileşmemizle paralel olarak sadeleşen, zenginleşen, her vatandaşın konuştuğu, okuyup yazdığı Türkçe’dir. Türk milliyetçisi binlerce yıllık kültürümüzün maaddî-manevî değerlerini sinesinde saklayan millet dilini muhafaza ve müdafaada ilmin gösterdiği yoldan ayrılmayacak ve tabiatıyle, Türkçe’yi soysuzlaştırarak millî kültürü tahribe yönelen her teşebbüse karşı duracaktır.
2- Din: İnsanları kardeşlik hâlesi içinde kader birliğine sevk eden din Türk Milleti’nin tarihinde İslâmiyet olarak tecelli etmiştir. Bu itibarla Türk milliyetçisi islamiyeti daima muhterem tutmak mevkiindedir. Türk dilini zorlamalarla yıkmaya çalışan zihniyet dini de tahrip hedefi olarak almış, dindar insanı ve din temsilcilerini gülünç göstermeği âdeta alışkanlık haline getirmiştir. Değişmez lâiklik prensibi ışığında dinin tamamen bir vicdan meselesi bulunduğu şuurunda olarak Türk milliyetçisi, memleketimizdeki din aleyhtarlığı ile mücadeleyi büyük vazife sayar.
3- Tarih şuuru: Milletin varlığını devam ettiren, fertler arasındaki, mukadderatta iştirak duygusu ortak tarih şuuru ile beslenir. Mazinin kederli ve sevinçli binbir hâdisesi içinde beraberce yoğrulmuş olmak inancı, millet birliğini perçinleyen ve milletin topluca, ahenkli şekilde geleceğe yönelmesini sağlayan başlıca teminattır. Bu sebeple Türk milliyetçiliği milli tarih şuurunu prensiplerinden biri saymıştır. Türk milliyetçisi de insanlık mücadelesi ve kahramanlık destanları ile dolu Türk tarihinin zengin hatıralarını zihinlerde daima uyanık tutacak ve bu şuuru geliştirmeğe çalışacaktır.
4- Seciye ve ahlâk: Türklerin tarihten gelen ve asli hüviyetini kaybetmeyen bir seciyesi ve bu seciyenin fiili hayattaki belirtilerinden ibaret bir ahlaki davranışı vardır ki, Türk Milleti’ni başka topluluklardan ayıran bir karakter çizgisi olmuştur. “Küçüğü sevmek, büyüğü saymak” diye formüle edilebilecek olan Türk seciye ve ahlâkı eski devirlerde Türk alp’leri, İslâmî çağda Türk gazileri tarafından temsil edilmiştir. Beşerî duygularla donanmış Türk cengaverliği, hakseverlik ve hürriyetperverliğe dayanan Türk kahramanlığı bu ahlak ve seciyenin mahsulüdür. Sevgi ve saygıdan kaynak alan Türk ahlakının baba ocağına bağlılık, aile namusu üzerinde hassasiyet, kadına hürmet, vekar ve çalışkanlık gibi vasıflarını daha da yükseltmek ve sağlamlaştırmak Türk milliyetçisinin ehemmiyetle dikkate alacağı hususlar olacaktır. Burada, dile ve dine taarruz edenlerin Türk ahlakına saldırmaktan geri durmadıkları hatırlanırsa, milli ahlak ve seciye mefhumunun ifade ettiği mana daha iyi anlaşılır.
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İbrahim Sadri
İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. İstanbul Üniversitesi işletme Fakültesi'nde okudu. Çeşitli gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri yayımlandı. Yedi yıl tiyatroyla uğraştı. Turnelere çıkarak, Anadolu'yu yakından tanıma imkânı buldu. Radyo ve televizyonlarda programcılık ve sunuculuk yaptı. Halen bir özel televizyonda program yapmaktadır. Şiir ve tiyatro kasetleri de bulunan şairin Memleket Havaları adında bir şiir kitabı vardır.
Şiirlerinden Örnekler;
KIRIKHAVA
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
ah gurbetin şivanyıldızı
bir dağda bıraktığım
bir dağda bulacağım leyla menevşesi
günyüzü görmemiş memleketgülüm olursa
bir yağlı kurşundan olur ölümüm
bir seherde açsınlar bağrımı
en deli ruzigârlar essin
en yiğitti desinler
en filinta
en hercai fiyaka
dönüp baktıkları zaman
bir oltu tespihi
bir gümüş tabaka
bitlis tütününden yarım kalmış bir sarma cigara
şeyh izzettin'in dünyanın bütün çocuklarına yazdığı muska
ve sevda adına
kurutulmuş bir karanfil bulsunlar
mintanımın altında.
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
ah gurbetin şivanyıldızı leyla menevşesi
yağmurlu bir akşamda, duldada
dedemden öğrendiğim ilk duam gibi
yeşil ceviz altında koşturan karınca gibi
Harran üstünde her gece parlayan Süreyya gibi
emek gibi toprak gibi
kan gibi hoyrat gibi
adilcevaz fırtınası yedidağın eşkiyası gibi
yasak gibi bayrak gibi baskın gibi
erişilmez bir şeydi seni sevmek.
ah leyla menevşesi
ah yabangülü
ah yaktığım o içli türkü
hani o zalım diyen, hani o hayın
hani o
kaç para eden perakendesi
şu üç kuruşluk perişan dar-ı dünyanın
hepimiz geldik zulümlere
hepimizin içinde biraz düşünce biraz öfke
toprakdamlar altında uykusuz bekledikçe
şeyh izzetini toprağa verdiğimiz gece
sakalları ağardı dünyanın
yediyıldız koptu gökte
yedi yumruk yedim yüzüme
sevdim seni ve yakalandım
ah leyla menevşesi
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
sattılar beni pazarda
göksüme şifasız ecza sürdüler
ve yürüdüler
gençliğimin üzerinde
yağmur da yağıyordu
kuşlar da vardı
uzandım yıldızlara tutamadım
saçlarım ağardı şehir zindanlarında
alem uykudaydı
adilcevaz uykudaydı
sevdam menevşem memleketgülüm uykudaydı
kuyudaydım
saçlarım ıslanmıştı
sahtiyan uykudaydı
çıplaktı üzerim
mintanım kana bulanmıştı
ah karahazer çiçeğim
sen uzaktaydın yıldızlar uzaktaydı
zühre uzaktaydı tarık uzaktaydı
adilcevaz uzaktaydı şeyh izzettin uzaktaydı
memleket uzaktaydı
ah bir dağda bıraktığım
bir dağda bulacağım leyla menevşesi
ah gurbetin şivan yıldızı
sen de böyle gideceksen
memleket böyle ağlayacaksa
ben kabuslarına tabir düzeceksem
şehir eşkiyalarının
kıyamet diyeceksem
ve seni bekleyeceksem
bütün kuyulara
bütün sunaboyunlu dağlara adını bağıracaksam
yırtılan mintanım
akan kanım
ağaran saçlarım
ve memleketim için
dön diyeceksem
dön
dön yabangülü
dön karahazer çiçeği
dön gurbetin şivanyıldızı
dön leyla menevşesi, memleketgülü
yağmurlu bir akşamda, duldada
dedemden öğrendiğim ilk duam gibi
yeşil ceviz altında koşturan karınca gibi
Harran üstünde her gece parlayan Süreyya gibi
emek gibi toprak gibi
kan gibi hoyrat gibi
adilcevaz fırtınası yedidağın eşkiyası gibi
yasak gibi bayrak gibi baskın gibi
erişilmez bir şeydi seni sevmek.
ah yabangülü
ah leyla menevşesi
bir seherde açsınlar bağrımı
en deli ruzigârlar essin
en yiğitti desinler
en filinta
en hercai fiyaka
dönüp baktıkları zaman
bir oltu tespihi
bir gümüş tabaka
bitlis tütününden yarım kalmış bir sarma cigara
şeyh izzettin'in dünyanın bütün çocuklarına yazdığı
muska
ve sevda adına
kurutulmuş bir karanfil bulsunlar
mintanımın altında.
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
ah gurbetin şivanyıldızı
ah bir dağda bıraktığım
bir dağda bulacağım leyla menevşesi
seni sevmek var ya seni sevmek
seni sevmek memleket
memleket seni sevmek
İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. İstanbul Üniversitesi işletme Fakültesi'nde okudu. Çeşitli gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri yayımlandı. Yedi yıl tiyatroyla uğraştı. Turnelere çıkarak, Anadolu'yu yakından tanıma imkânı buldu. Radyo ve televizyonlarda programcılık ve sunuculuk yaptı. Halen bir özel televizyonda program yapmaktadır. Şiir ve tiyatro kasetleri de bulunan şairin Memleket Havaları adında bir şiir kitabı vardır.
Şiirlerinden Örnekler;
KIRIKHAVA
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
ah gurbetin şivanyıldızı
bir dağda bıraktığım
bir dağda bulacağım leyla menevşesi
günyüzü görmemiş memleketgülüm olursa
bir yağlı kurşundan olur ölümüm
bir seherde açsınlar bağrımı
en deli ruzigârlar essin
en yiğitti desinler
en filinta
en hercai fiyaka
dönüp baktıkları zaman
bir oltu tespihi
bir gümüş tabaka
bitlis tütününden yarım kalmış bir sarma cigara
şeyh izzettin'in dünyanın bütün çocuklarına yazdığı muska
ve sevda adına
kurutulmuş bir karanfil bulsunlar
mintanımın altında.
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
ah gurbetin şivanyıldızı leyla menevşesi
yağmurlu bir akşamda, duldada
dedemden öğrendiğim ilk duam gibi
yeşil ceviz altında koşturan karınca gibi
Harran üstünde her gece parlayan Süreyya gibi
emek gibi toprak gibi
kan gibi hoyrat gibi
adilcevaz fırtınası yedidağın eşkiyası gibi
yasak gibi bayrak gibi baskın gibi
erişilmez bir şeydi seni sevmek.
ah leyla menevşesi
ah yabangülü
ah yaktığım o içli türkü
hani o zalım diyen, hani o hayın
hani o
kaç para eden perakendesi
şu üç kuruşluk perişan dar-ı dünyanın
hepimiz geldik zulümlere
hepimizin içinde biraz düşünce biraz öfke
toprakdamlar altında uykusuz bekledikçe
şeyh izzetini toprağa verdiğimiz gece
sakalları ağardı dünyanın
yediyıldız koptu gökte
yedi yumruk yedim yüzüme
sevdim seni ve yakalandım
ah leyla menevşesi
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
sattılar beni pazarda
göksüme şifasız ecza sürdüler
ve yürüdüler
gençliğimin üzerinde
yağmur da yağıyordu
kuşlar da vardı
uzandım yıldızlara tutamadım
saçlarım ağardı şehir zindanlarında
alem uykudaydı
adilcevaz uykudaydı
sevdam menevşem memleketgülüm uykudaydı
kuyudaydım
saçlarım ıslanmıştı
sahtiyan uykudaydı
çıplaktı üzerim
mintanım kana bulanmıştı
ah karahazer çiçeğim
sen uzaktaydın yıldızlar uzaktaydı
zühre uzaktaydı tarık uzaktaydı
adilcevaz uzaktaydı şeyh izzettin uzaktaydı
memleket uzaktaydı
ah bir dağda bıraktığım
bir dağda bulacağım leyla menevşesi
ah gurbetin şivan yıldızı
sen de böyle gideceksen
memleket böyle ağlayacaksa
ben kabuslarına tabir düzeceksem
şehir eşkiyalarının
kıyamet diyeceksem
ve seni bekleyeceksem
bütün kuyulara
bütün sunaboyunlu dağlara adını bağıracaksam
yırtılan mintanım
akan kanım
ağaran saçlarım
ve memleketim için
dön diyeceksem
dön
dön yabangülü
dön karahazer çiçeği
dön gurbetin şivanyıldızı
dön leyla menevşesi, memleketgülü
yağmurlu bir akşamda, duldada
dedemden öğrendiğim ilk duam gibi
yeşil ceviz altında koşturan karınca gibi
Harran üstünde her gece parlayan Süreyya gibi
emek gibi toprak gibi
kan gibi hoyrat gibi
adilcevaz fırtınası yedidağın eşkiyası gibi
yasak gibi bayrak gibi baskın gibi
erişilmez bir şeydi seni sevmek.
ah yabangülü
ah leyla menevşesi
bir seherde açsınlar bağrımı
en deli ruzigârlar essin
en yiğitti desinler
en filinta
en hercai fiyaka
dönüp baktıkları zaman
bir oltu tespihi
bir gümüş tabaka
bitlis tütününden yarım kalmış bir sarma cigara
şeyh izzettin'in dünyanın bütün çocuklarına yazdığı
muska
ve sevda adına
kurutulmuş bir karanfil bulsunlar
mintanımın altında.
ah yabangülü
ah karahazer çiçeği
ah gurbetin şivanyıldızı
ah bir dağda bıraktığım
bir dağda bulacağım leyla menevşesi
seni sevmek var ya seni sevmek
seni sevmek memleket
memleket seni sevmek
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İhsan Uzungüngör
1942 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesi Pazarköy’de doğdu. Akyazı Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi.1961 yılında Kara Harp Okulu’na girdi, 1963 yılında vukubulan 21 Mayıs olayalarından sonra okul ile ilişiği kesildi.İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü’nü bitirdi.Bir müddet basında çalıştıktan sonra 1972’de öğretmenlik mesleğine geçti.Yozgat İmam-Hatip Lisesi, Akyazı Lisesi ve Akyazı İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptı.Evli ve üç çocuk babasıdır.
ESERLERİ
Piyes:Veysel Karani, Şehitler, Çanakkale Geçilmez, Tabut.
Roman :Bir Yalnız Adam, Berbat Süleyman.
Zindan Hayatı
İhsan Uzungüngör
Berekat Y.
İstanbul 1988
...................
1942 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesi Pazarköy’de doğdu. Akyazı Ortaokulu ve Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi.1961 yılında Kara Harp Okulu’na girdi, 1963 yılında vukubulan 21 Mayıs olayalarından sonra okul ile ilişiği kesildi.İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü’nü bitirdi.Bir müddet basında çalıştıktan sonra 1972’de öğretmenlik mesleğine geçti.Yozgat İmam-Hatip Lisesi, Akyazı Lisesi ve Akyazı İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptı.Evli ve üç çocuk babasıdır.
ESERLERİ
Piyes:Veysel Karani, Şehitler, Çanakkale Geçilmez, Tabut.
Roman :Bir Yalnız Adam, Berbat Süleyman.
Zindan Hayatı
İhsan Uzungüngör
Berekat Y.
İstanbul 1988
...................
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
Geri: Yazarlarin Biyografileri
İlhan Berk
İlhan Berk, Necatigil’in deyimiyle “şiirimizin uç beyi”, 1918’de Manisa’da doğdu. İlk şiirleri Manisa Halkevi dergisi, Uyanış, Varlık, Çığır gibi dergilerde çıktı. 1944 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Fransızca Bölümü’nü bitirdi. Destansı yönünün ağır bastığı, adeta bir Türk Walt Whitman’ı olarak adlandırıldığı dönemde İstanbul (1947), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953) ve Köroğlu’nu (1955) yayımladı.
1953 yılına kadar çıkardığı kitaplarla gerçekçi bir şair görüntüsü veriyordu. 1953’te Yenilik dergisinde yayımladığı “Saint-Antoine’ın Güvercinleri”, ileride İkinci Yeni adını alacak şiir akımının habercisi oldu. Bu özellik daha sonraları gelişerek sürdü ve İlhan Berk’in özgün tutumu durumuna geldi. Giderek İkinci Yeni şiirinin öncüsü ve en güçlü savunucusu olarak anılmaya başladı. Şiirlerinde cinsellik ve tarih ana temalar olarak belirdi. Çeşitli nesneleri, kent, sokak gibi olguları ayrıntılı bir “kimlik kartı” somutluğu taşıyan bir biçimde şiirleştirdi. Düzyazı şiirlerden aforizmalara harfleri, nesneleri ve semtleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir şiir ırmağıdır İlhan Berk.
Başlıca Yapıtları:
Şiir: Eşik (1947-1975) (Toplu Şiirler I, YKY, 1999), Aşk Tahtı (1976-1982) (Toplu Şiirler II, YKY, 1999), Akşama Doğru (1984-1996) (Toplu Şiirler III, YKY, 1999), Galata (YKY, 2000), Pera (YKY, 2000), Şeyler Kitabı (YKY, 2002), Toplu Şiirler (Delta, YKY, 2003), Requiem (YKY, 2004); Deneme / Günlük / Otobiyografi: Uzun Bir Adam (1982; YKY, 1997), Şifalı Otlar Kitabı (1982; YKY, 2004), El Yazılarına Vuruyor Güneş (1983; YKY, genişletilmiş baskı 1992), İnferno (YKY, 1994), Kanatlı At (YKY, 1994), Logos (YKY, 1996), Poetika (YKY, 1997), Kült Kitap (YKY, 1998); Çeviri / Antoloji: Başlangıcından Bugüne Beyit Mısra Antolojisi (1960), Güldeste (Başlangıçtan Bugüne Türk Şiiri Antolojisi) (2003), Seçme Kantolar-Ezra Pound (1969), Seçme Şiirler-Arthur Rimbaud (1962), Başlangıçtan Bugüne Fransız Şiiri Antolojisi (2004), Asılı Eros (YKY, 1996); Yabancı dillere çevrilmiş yapıtları: Estambul / İstanbul, (Madrid, 1988); Histoire Secrète de la Poésie / Şiirin Gizli Tarihi, (Paris, 1991); Poemas / Şiirler, (Madrid, 1992); Rio Hermoso / Güzel Irmak, (Madrid, 1995); Selected Poems / Seçme Şiirler, (New York, 2004).[/quote]
İlhan Berk, Necatigil’in deyimiyle “şiirimizin uç beyi”, 1918’de Manisa’da doğdu. İlk şiirleri Manisa Halkevi dergisi, Uyanış, Varlık, Çığır gibi dergilerde çıktı. 1944 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Fransızca Bölümü’nü bitirdi. Destansı yönünün ağır bastığı, adeta bir Türk Walt Whitman’ı olarak adlandırıldığı dönemde İstanbul (1947), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953) ve Köroğlu’nu (1955) yayımladı.
1953 yılına kadar çıkardığı kitaplarla gerçekçi bir şair görüntüsü veriyordu. 1953’te Yenilik dergisinde yayımladığı “Saint-Antoine’ın Güvercinleri”, ileride İkinci Yeni adını alacak şiir akımının habercisi oldu. Bu özellik daha sonraları gelişerek sürdü ve İlhan Berk’in özgün tutumu durumuna geldi. Giderek İkinci Yeni şiirinin öncüsü ve en güçlü savunucusu olarak anılmaya başladı. Şiirlerinde cinsellik ve tarih ana temalar olarak belirdi. Çeşitli nesneleri, kent, sokak gibi olguları ayrıntılı bir “kimlik kartı” somutluğu taşıyan bir biçimde şiirleştirdi. Düzyazı şiirlerden aforizmalara harfleri, nesneleri ve semtleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir şiir ırmağıdır İlhan Berk.
Başlıca Yapıtları:
Şiir: Eşik (1947-1975) (Toplu Şiirler I, YKY, 1999), Aşk Tahtı (1976-1982) (Toplu Şiirler II, YKY, 1999), Akşama Doğru (1984-1996) (Toplu Şiirler III, YKY, 1999), Galata (YKY, 2000), Pera (YKY, 2000), Şeyler Kitabı (YKY, 2002), Toplu Şiirler (Delta, YKY, 2003), Requiem (YKY, 2004); Deneme / Günlük / Otobiyografi: Uzun Bir Adam (1982; YKY, 1997), Şifalı Otlar Kitabı (1982; YKY, 2004), El Yazılarına Vuruyor Güneş (1983; YKY, genişletilmiş baskı 1992), İnferno (YKY, 1994), Kanatlı At (YKY, 1994), Logos (YKY, 1996), Poetika (YKY, 1997), Kült Kitap (YKY, 1998); Çeviri / Antoloji: Başlangıcından Bugüne Beyit Mısra Antolojisi (1960), Güldeste (Başlangıçtan Bugüne Türk Şiiri Antolojisi) (2003), Seçme Kantolar-Ezra Pound (1969), Seçme Şiirler-Arthur Rimbaud (1962), Başlangıçtan Bugüne Fransız Şiiri Antolojisi (2004), Asılı Eros (YKY, 1996); Yabancı dillere çevrilmiş yapıtları: Estambul / İstanbul, (Madrid, 1988); Histoire Secrète de la Poésie / Şiirin Gizli Tarihi, (Paris, 1991); Poemas / Şiirler, (Madrid, 1992); Rio Hermoso / Güzel Irmak, (Madrid, 1995); Selected Poems / Seçme Şiirler, (New York, 2004).[/quote]
Sensizim5841-
Meslek : Webmaster ( Akcan Elektronik )
Ruh Hali :
Mesaj Sayısı : 870
Başarı Puanı : 212
Rap : 30
Kişi sayfası
Başarı Puanı, Seviye, Güçlülük: Max.3
4 sayfadaki 7 sayfası • 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7
4 sayfadaki 7 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz